Neden ve nasıl spor?

Takımlarımız hep çıtayı yüksek tutup, büyük hedefler peşinde koşarken; biz taraftarlar genelde üzülen ve yıprananlar oluyoruz

Sami MORHAYİM Spor
17 Ekim 2012 Çarşamba

2014 Brezilya parolalarıyla, yeni bir teknik adamla çıktık yola. Her zaman istikrar abidesi ve gençleri Türk futboluna kazandıran teknik adam Abdullah Avcı, bir nevi ateşe atıldı bu hedefler uğrunda. Ondan önce de farksızdı durum, eskiden de topraklarımıza ayak basmış Hiddink, yeni bir değişimin başlangıcı olarak gelmişti. İki yılda, iki farklı teknik adam profili ve rejenerasyon çalışmaları. İstikrarın, i’sini bile yakalamayan bir milli takım kısacası. Hedeflerse en tepede, grup 1.liği alarak turnuvalara katılmak ya da orada yakalanacak başarılardı. Ancak, 2008’deki başarımızın teknik ve taktik bilgiyle kazanıldığını kim söyleyebilir ki. Canla, başla, kalple 3.olunduğunu, günü kurtaran maçlar kazandığımızı kim inkâr edebilir ki…

Keşke Mesut Özil diye bir Türk futbolcu, Alman Milli Takımı’nı seçmemiş olsaydı da bu kadar sancı çekmeseydik. Uluslararası arenada birden bu kadar tanınan Özil nedeniyle, milli takımımız Anadolu topraklarına gözlerini çevirmek yerine, lejyoner aramaya çıktı son zamanlarda. Her maçta, bir sürü gurbetçi oyuncu deneniyor, Almanya’ya kaptırmamak uğruna ve her maç farklı biri oynatılıyor sonra adı unutuluyor. Ne yazık ki şu ana kadar da bu oyunculardan pek verim alabilmişiz gibi durmuyor. Tek verimi spor gazeteleri alıyor, çünkü onlar da oyuncuları yerlere göklere sığdıramadan lanse edip, bizlerin büyük umutlarla o oyuncuları beklememize sebebiyet veriyor.

Öte yandan, bugünlerde milli takım bir de sakatlık haberleriyle sarsılıyor. Farklı takımlardan milli takımımıza gelmiş oyuncular, birer birer sakatlanıp kadrodan çıkarılıyorlar; Selçuk İnan, Burak Yılmaz, Arda Turan, Gökhan Gönül vs. Bir sonraki rakip Macaristan olduğu için, pek dile getirilmese de takımın temel oyuncularının bir milli takımda aynı anda sakatlanması şanssızlık dışında her şeye bağlanabilir gibi duruyor.

İstikrarsızlığın kitabını yazsak, Nobel Edebiyat Ödülü alırız gibi duruyor bir nevi. Sakat oyuncular, sürekli değişen kadrolar, milli takımımızda bir düzen kurulmasına her vakit engel oluyor. Son zamanlarda bunu fark eden Abdullah Avcı, klasik milli takım tarzına geçmek istemiş olacak ki Galatasaray ve Fenerbahçe ağırlıklı oyuncuları milli takıma çağırıyor. Yurtdışından gelen oyuncular da bu takımlardan çıkmış oyuncular olsa da 2000’lerin başında bu kulüp takım oyuncularıyla kazandığımız başarıları tekrar yakalamamız pek mümkün durmuyor. Kısacası, her yeni gelen mantalite nereyi düzeltmek isterse diğer taraf batmaya başlıyor.

Her şampiyona elemesinde, büyük laflar büyük umutlarla yola çıkılsa da, çıta hiçbir zaman aşılamadan hep aşağı doğru iniyor seneler geçtikçe. Sorunların özüne inilmeden, günü kurtarmak adına yapılan her değişim ancak Estonya, Macaristan, Andorra gibi takımları yenmemizi sağlarken, Romanya, Hollanda gibi takımlar karşısında ‘hakem nedeniyle’ kaybediyoruz hep ya da ‘Volkan gününde olmuyor’. Her maç sonrası, “Neden böyle oynuyoruz? Nerede hata yaptık?” sorularıyla başlayan programlar, seyirciyi ekrana kilitlemekten başka hiçbir şey yapmayıp vakit kaybettiriyor futbolumuza.

Polonya, Avusturya, Litvanya gibi Avrupa futbolunun orta seviye hatta düşük seviye takımları bile her sene bu organizasyonlarda görüyoruz. Hep gıpta ederek şampiyonaları izliyoruz ve hayal kuruyoruz. 2014 de olacak, 2016 da bu gidişle. Herkes eskiden yapılan hatalarla başa gelse de, eskiyi devam ettirmekten öteye gidemiyor.