Türkiye’de dini azınlıklar: Temsiliyet ve Kurumlaşma paneli

Galatasaray Üniversitesi, SDRE (Societe, Droit et Religion en Europe) ve Strasbourg Üniversitesi’nin düzenlediği “Türkiye’de dini azınlıklar: Temsiliyet ve Kurumlaşma” paneli 11 Ekim Perşembe günü Galatasaray Üniversitesi Coşkun Kırca Salonu’nda gerçekleşti. Panel’de Prof. Dr. Samim Akgönül, Doç. Dr. Yannis Kristakis, Doç. Dr. Emre Öktem’in sunumlarının yanı sıra farklı dini azınlık mensupları da görüşlerini dile getirdi. Av. Rita Ender’in hazırladığı belgesel filimde azınlık bireylerinin konuya bakışı sergilendi

Nelly BAROKAS Toplum
17 Ekim 2012 Çarşamba

Türkiye’de gayrimüslim azınlıklar kendi içlerinde nasıl bir yönetimi benimsemişlerdir? Tarihten bu yana nizamnamelerden tüzüklere, hâkim olan zihniyete dair ne söylenebilir? Dini azınlıklar kendilerini demokratik bir şekilde layıkıyla temsil edebilirler mi? Bu sorunları ele almak üzere düzenlenen panelin ilk oturumunda söz alan öğretim üyeleri konuya bilimsel bir açıdan yaklaşarak Batı dünyasından örnekler getirdiler.

Fransa’da azınlıklar

Strasbourg Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Samim Akgönül konunun Fransız ayağını ele aldığı konuşmasında ‘azınlık’ kavramının bu ülkede Türkiye’de anlaşıldığı gibi algılanmadığını, ‘minorite’ kavramının özellikle göçmenler için kullanıldığını ve bu kavramın Fransız hukukuna yabancı olduğunu belirtti. Ancak bu kavramın hukuken mevcut olmamasının sosyolojik anlamda azınlıkların var olmadığı anlamına gelmediğini dile getiren Akgönül örneğin teritoryal olarak Korsika’da bölgesel bir parlamentonun var olduğunu ve ‘de facto’ olarak o bölgede görev alan devlet memurlarının Korsikalılardan seçildiğini açıkladı.

Akgönül’e göre dini açıdan durum daha karmaşık bir görünüm arz etmekte. 1905 tarihli bir yasaya göre devlet ile inançlar tamamen ayrılmış durumda. Devlet hiçbir dini inanca finansman sağlamamaktadır. Fransa’nın laikliği negatif bir laikliktir. Belçika’da ise pozitif bir laiklik anlayışı mevcut ve kurumsallaşan her dini grup devlet ile ilişki kurabilmektedir.

Fransa’da Yahudiler hem dini hem de sivil yapılanmayı içeren bir yapıya sahiptir.  Yahudiler, CRİF üzerinden devlet ile ilişkilerini sürdürmektedirler. Fransız sistemi hukuksal meşruiyeti zayıf olan pragmatist bir sistemdir. Müslümanları temsil eden bir kurum yok. Ancak 1960 yılından sonra Müslüman göçmenlerin iki, üçüncü kuşak mensuplarının hak talepleri başlayınca Sarkozy 1999 yılında camilerin yüzölçümlerine göre oy kullanılması sistemine dayanan CFCM (Conseil Français du Culte Musulman)’ın kurulmasına ön ayak oldu. Ancak Cezayir Müslümanlarını temsil eden bu kuruluş Müslüman Kardeşlerin yükselişi karşısında etkin olamadı ve CRCM (Conseil Regional du Culte Musulman) kuruldu. Günlük sorunlarla ilgilenen ve bölgesel bir yapılanmaya sahip olan bu kuruluş daha başarılı ve temsil gücü daha yüksek…

Yunanistan’da azınlıklar

Atina Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yannis Kristakis Yunanistan’da devletin ibadete, dine karışmadığını, tam bir örgütlenme özgürlüğünün mevcut olduğunu ve yargının cemaatlerin tüzel kişiliklerini bir hak olarak gördüğünü belirtti.

Yunanistan’da Yahudiler tam bir özerk statüye sahip olup kendi içlerinde işleyiş yapılarını değiştirme hakları vardır. Ekonomik açıdan özerk olmayı Yahudi cemaatinin kendisi talep etmiştir.

Müslümanların ise bu özerkliği yoktur; müftü devlet tarafından seçilmekte ve devlet memuru statüsüne sahip olarak görev görmektedir.

Müftü yargıç konumuna da sahip olup Müslüman azınlığa uygulanan hukuk, Şeriat Hukukudur. Avrupa’da Şeriat Hukukunun uygulandığı tek ülke Yunanistan’dır. Müftünün kararları Yunan Yüksek yargısının denetimine tabidir. Ancak son yirmi yılda müftülerin verdikleri 3500 karardan sadece dördü bozulmuştur.  Boşanma davalarında dahi taraflardan birinin Müslüman olduğu her uyuşmazlıkta yetkili makam müftülüktür.

AİHM içtihadına göre dini grupların özerkliği

Birinci oturumun son konuşmasını Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emre Öktem, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarına göre dini grupların örgütlenmesi ve iç örgütlenme özgürlüğü konusunda yaptı.

Öktem’e göre, Avrupa’da geçerli normatif standartlara göre, dini cemaatlerin özerkliği, demokratik toplumlarda çoğulculuğun vazgeçilmez bir unsurunu oluşturmaktadır. Dini toplulukların özerkliği ve iç örgütlenmesine dair meseleler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gelmiş ve mahkeme her zaman dini toplulukların daha çok özerklik ve örgütlenme serbestîsi kazanması yönünde tavrını koymuştur. 

AİHM, Hanya Katolik Kilisesi’nin resmi olarak tanınmış bir tüzel kişiliği olmamasına rağmen uygulamada temsil meselesi bakımından bu yönde hukuki bir güven uyandırılmış olunması nedeniyle tüzel kişiliğini kabul etmiştir. Kilisenin, Yunan Mahkemeleri önünde açtığı davada tüzel kişiliğin reddini adil yargılanma hakkının ve ayırımcılık yasağının ihlali olarak kabul etmiştir.

Türk hukukunda tüzel kişiliği bulunmayan Rum Patrikhanesi, Büyükada Yetimhanesi’ne ilişkin olarak AİHM’ne başvurmuş ve bu başvuru Patrikhane lehine sonuçlanmıştır.

Ancak Öktem, Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlerinin ve ruhani reislik makamlarının tüzel kişiliklerinin bulunmadığını, AİHM’nin kararlarından hareketle tüzel kişilik sorunun çözüme kavuştuğu görüşüne katılmanın mümkün olmadığını söyledi. Kanunen sayılmayan ve tanımlanmayan, soyut bir tüzel kişilik kavramının uluslararası bir yargı mercii tarafından kabul görebileceğini ancak iç hukuk açısından sıkıntılar yaratacağını, bu nedenle kanuni bir düzenleme ile tanımlanmasının isabetli olacağını belirtti.

Belgesel gösterim: Azınlık bireylerinin konuya bakışı

Panel’in ikinci oturumunda Av.Rita Ender’in azınlık bireylerinin konuya bakışını sergileyen belgesel film çalışması ekrana yansıtıldı. Ender sunum konuşmasında özetle şu açıklamalarda bulundu: 

 “Biraz sonra izleyeceğiniz belgeselde yer alan kişilere; bir birey olarak ait oldukları cemaatin kendilerini temsil edip etmediği hakkındaki görüşlerini sorduk. Sorma süreci en az, cevaplar kadar ilginçti bizim için…

Belgeselde 32 kişi yer alıyor fakat elbette, ‘bu konudaki görüşünüzü bizimle paylaşır mısınız?’ dediğimiz insan sayısı bunun üç, dört katıydı. Müsait olmama, kameraya konuşmaktan hoşlanmama, konu hakkında kafa yormak istememek gibi çeşitli nedenlerle reddedildik. Ve tabii en sık karşılaştığımız red nedenlerden biri; korkuydu. 

Kapalıçarşı’da bir gümüş dükkânı sahibi, konu hakkında belgesel çektiğimizi duyunca sinirlendi. Sertçe; ‘Siz nasıl bir sorumluluk taşıdığınızın farkında mısınız?’ dedi.

Nasıl bir sorumluluktu bu? Kendi başına taşınan değil, başkası adına da yüklenilen ve taşınan bir sorumluluk…  

(…) ‘Geniş topluma’ konuşurken, ‘kol kırılır yen içinde kalır’ geleneğini çürütmemek gerektiği bilinciyle konuşuldu. Söyleştiğimiz kişilerin arasında cemaat yönetiminde bulunan ve bulunmuş kişilerin tavırlarının da birbirine çok benzediğini fark ettik. Hangi cemaatten olursa olsun, yöneticilerin hepsi, temsil edildiklerine inanıyorlardı, bu anlamda bir tereddütleri yoktu. Yönetmenin ağır ve ciddi bir sorumluluk olduğunu, ülkenin şartlarını ve geçmişte yaşanan tatsızlıkları biliyorlardı. Her koşulda herkesi memnun edemeyeceklerini de en iyi onlar deneyimlemişlerdi. Ve elbette, her karar anında herkese danışamazlardı. Bu mümkün değildi, herhalde mümkün olsun istemezlerdi de…

Ama danışmadan, kendilerinin bir takım hayati kararları alıyor olmaları, onların meşruiyetinin sorgulanmasına sebep oluyordu ve oluyor. Bir bina satımından, antisemit bir gazete yazısına itiraz edilmesine dek; atılacak her türlü adım aslında cemaatin her bireyini ilgilendirdiği için; kararları alanların seçilmiş olması bu kararların meşruiyeti açısından son derece önemli aslında.  İşte bu nedenle, pek çok kişi cemaatlerin içinde seçim olmadığından yakınarak, sivil temsilcilerin demokratik bir seçimle başa gelmesi gerektiğini anlattı. 

Pek çok kişi ise sistemden ne kadar uzak olduğunu ifade etti, konuyla hiçbir ilgisi olmadığını söyledi. Kimi biraz kırgın şekilde hiçbir zaman davet edilmediğini, kimi biraz umursamaz tavırda kendisinin de onların kapılarını hiç çalmadığını anlattı. Bu noktada aslında her yönetimde olduğu gibi, yönetimin, yöneticilerin yönetilenlerden uzak olduğunun da altı çizildi.”

 

DOÇ. DR. EMRE ÖKTEM:

Dini toplulukların özerkliği ve iç örgütlenmesine dair meseleler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gelmiş ve mahkeme her zaman dini toplulukların daha çok özerklik ve örgütlenme serbestîsi kazanması yönünde tavrını koymuştur.”

 

 

Konunun tarihi perspektifi ve güncel durum

Panel’in üçüncü oturumunda sırasıyla Ermeni cemaatinden Av.Luiz Bakar, Yahudi cemaatinden Av.Yakup Barokas ve Av. Yuda Reyna,  Süryani Sabro Gazetesi’nden Tuma Çelik ve Rum cemaatinden Foti Benlisoy söz aldı. Genelde Osmanlı döneminde Millet-i Ermeniye, Hahamhane Nizamnamesi’ne ve Cumhuriyet dönemindeki uygulamalara yer verilen sunumlarda konu tarihi perspektifi içinde ele alındı ve güncel duruma, karşılaşılan zorluklara değinildi.

Panelin sonunda, tartışma bölümünde önceki dönem Musevi Cemaati Başkanı Silvyo Ovadya, Av.Şemi Levi, Vakıflar Genel Müdürlüğü Azınlık Vakıfları Temsilcisi Laki Vingas, Jak Esim, Apoyevmatini editörü Mihail Vasiliadis’in de aralarında bulunduğu katılımcılar görüşlerini dile getirdiler. Panel, farklı dini azınlık mensuplarını bir araya getirmesi ve sorunların sıcak ilişkiler içinde paylaşılmasına ortam sağlamış olması açısından arzulanan düzeyde gerçekleşti.

Sunumların tamamı Galatasaray Üniversitesi tarafından derlenip yayınlanacaktır.