Gidenlerin ardından …

Mois GABAY Köşe Yazısı
3 Ekim 2012 Çarşamba

Roş Aşana Bayramından iki hafta kadar önceydi. Ofiste iş yoğunluğunda gelen e-postalarla boğuşurken cep telefonuma gelen mesajla irkildim : “Ameliyatta olan genç bir kardeşimiz için acilen kan aranmaktadır.” Mesaj Hahambaşılıktan gelmekteydi. Hemen ardından gerek sosyal iletişim ağı üstünden gerekse farklı kanallardan gelen e-postalarla herkes uzaktan da olsa yardım etmeye çalışıyordu. Genç kardeşimizin önce iyi haberleri gelmeye başladı, onu tanıyan tanımayan herkes içinden tam bir “oh kurtuldu” demişti ki, acı haberi Roş Aşana gecesi öğrendik. Aynı haftalarda, bu kez  üye olduğum ortak e-posta grubuna gelen bir mesajla bir kez daha sarsıldım. Bir genç kardeşimiz daha bu sefer geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetmişti.

Her iki cenazeye de katılamadım, yakınlarını bir mesaj veya telefonla aramak ise babamı kaybettikten sonra yakınını kaybedenlere karşı yapamadığım bir hareketti. Sanırım her yakınını kaybeden insan gibi ben de bir yerlerde takılıp kalmıştım. Aradan geçen süre içinde genç yaşta aramızdan ayrılan ‘Moşe Kohen’ adına düzenlenen anma gecesine katıldım. O akşam ağabeyi Yusuf Kohen’in kardeşi Moşe için “Onun olmadığı gerçeğini halen kabullenemedim.” demesi hepimizin aslında gidenlerin bizden de hayata dair birşeyleri ardından götürdüğünün bir kanıtıydı. Gidenler zaten acı verirdi geride kalanlara, peki ya aramızdan zamansız gidenler? Tanrı hiç kimseyi böyle bir acıyı çekmek zorunda bırakmasın…

Yamim Noraim adı verilen Roş Aşana –Kipur arası Yahudilik dini için en kutsal sayılan günlerde aramızdan ayrılanların mezarlarına ‘ziyara’ yapmak bir gelenektir.  Kipur’dan önceki Pazar sabahı erken saatlerde her sene olduğu gibi önce Bağlarbaşı sonrasında da 1. Ulus Mezarlığındaydım. Bağlarbaşı Mezarlığı seneler geçtikçe genişlemeye, aramızdan ayrılanlar arttıkça mezar sayısı da artmaya başlamıştı. Nitekim bu sefer babamın mezarını bulmak için etrafa hafifçe bir göz atmam gerekti. Mezarlığın ilk yıllarında dua için kullanılan prefabrik yapının yerine geçtiğimiz yıllarda yapılan Midraş ile mezarlık her sene gözüme biraz daha tamamlanmış geliyor. Umarım girişte araç parkı olarak kullanılan toprak yolun da asfaltı yakın zamanda tamamlanır. Bağlarbaşı mezarlığına adımımı atar atmaz ister istemez babamı toprağa verdiğimiz günü anımsarım. Hatırı sayılır bir kalabalık, üzgün yüzler, kalabalığın oraya toplanmasının sebebi siyah örtüye sarılı tabut  ve elimden tutan bir el ile babamı o son gördüğüm an…Ruhu artık orada olmasa da yüzünde acılarının sona erdiğinin işareti olan bir huzurla birbirimize veda etmiştik. Hazan mezar  başında dua okurken içimden “herşey ne kadar çabuk değişti” diye düşündüm. Herkes kendine göre bir hayat kurmuş, evlenmiş, iş güç sahibi olmuş ve söylenecek sözler, verilecek haberler azalmıştı. İçimden her seneki dileklerimi mezar başında bir kez daha tekrarlayıp, kulağımda babamın sesi ile oradan ayrıldım. Ulus Mezarlığına yaptığım ziyaranın ise babamı kaybettikten sonraki senelerde bambaşka anlamları olmuştur. Küçükken anne-babamla yaptığımız ziyaraların yerine adeta kendi içimde bir anlamda da  “Babacığım merak etme ben büyükkanne-büyükbabamı da unutmadım.” demektir. Ulus Mezarlığına her gidişimde, uzun yokuş boyunca yürürken gözüm mezar taşlarındaki isimlere takılır.Kimler yoktur ki o taşların üstündeki isimlerde, merhum cemaat başkanlarından, Hahambaşılarımızdan tutun,yaşadığı dönemlere damgasını vurmuş tanıdık bir çok isme rastlayabilirsiniz. Onlar ebedi istirahatlerini sürdürürken siz henüz ölmemişler olarak aklınızda hayatın binbir türlü derdi, içinizde kaybedilenlere duyulan özlem bir gün sizin de mezarınızın orada  bir yerde olacağını aklınıza getirmemeye çalışıp, yakınınızı ziyaret edersiniz. Tüm sene unuttuğunuzu sandığınız anılar, görüntüler mezar başında kendiliğinden gelip bulur sizi.Her sene yapılan ziyaranın da bambaşka bir anlamı olur. Yaz boyunca dünyevi  konulardan konuşup içimizi rahatlatıp, sıcak havalarda kimi zaman deniz kıyısında hayatın keyfini çıkarırken, hayatın sonu ölümle biten acıklı bir serüven  olduğu bir anda bize hatırlatılır. Ölümün getirdiği hiçlik duygusu her yanı kaplar. Hayat boyunca birşeyleri inşaa etmeye uğraşırsın, tam bütünü görmeye başladığında ise dünya yeni sahiplerine kalır. Cenazeler,ölümler insanı ister istemez farklı hesapların içine sokar, gidenlerin arkasından gözyaşı dökerken bir yandan da o hiç arzu etmediğimiz, bir gün bizi de bekleyen sonu düşünürüz.

Yaşadığım bu yoğun dönem bana hayatın sonunda gülünç  bir tarafı olduğunu da bir daha hatırlattı. Ofiste birileri  hayatlarının mutlu günlerinin tatillerinin planlarını yaparken, siz diğer  tarafta bu rüyayı gerçekleştirecek insanlar olarak onların bu mutlu günleri için mücadele edip, sinirlenip kendi hayatınızdan verebiliyorsunuz. Günlük sıkıntıları hayatın merkezi yapmamamız gerektiğini anlamak için belki de zaman zaman ölümü hatırlamamız gerekiyor. Karşımızdaki kişi “şu an senin hayatından bir günü alıyorum” dese o an sinirimiz daha çabuk yatışıp, üzüntüden uzak dururuz belki…Geriye baktığında 20-30 yaş arası kariyer telaşıyla geçti, 30-40 arası da aile, çocuk derken çok telaşlıydı, tam yaşamdan keyif alacaktım ama yaşlanmışım dememek için yaşadığın her anın kıymetini bilmeli, tıpkı yarın elveda demek zorunda kalacakmışsın gibi.. Kaybettiklerimizin ailelerine Allah sabır versin, geride kalanlara da uzun ve mutlu bir ömür nasip etsin… Bu gazeteden bol bol  doğum ve evlilik haberlerini duyacağımız, zamansız ölümlerin olmayacağı bir yıl dileğiyle…

Baruh Şeheyeni Vekiyemeni Veigiani Lazeman Aze.

Bana bu günü gösteren yüce Tanrı’ya şükürler olsun!