Farhud

Farhud için; “Irak Yahudi Cemaatinin sonunun başlangıcı” denildi. Yahudi olmak vatan haini olmakla bir sayıldı ve Yahudiler her şeylerini terk ederek mecburi göçe zorlandılar. Bu gelişmeler pek çok Arap ülkesinde yaşandı. Peki, günümüzde, siyasi platformlarda, Yahudi mültecilerden söz etmek bir anlam taşır mı?

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı 0 yorum
3 Ekim 2012 Çarşamba

Yaklaşık üç bin yıl boyunca Yahudiler Irak’ta Müslümanlar ile birlikte barış içinde bir yaşam sürdürdüler. Babil Talmudu Yahudi kanunlarının en güvenilir rehberidir. 1917 yılında İngilizler Bağdat’a girdiğinde, iki yüz bin kişilik kent nüfusunun seksen bini Yahudi’ydi.

 Şavuot Bayramı sırasında, 1-2 Haziran 1941 tarihlerinde, Bağdat’ta başlayan olaylarda gecekondu mahallelerinden çeteler toplandı. Lise öğrencileri sopa, balta ve bıçaklarla silahlandırıldı. Arapça karşılığı ‘Farhud’ olan Yahudi soykırımında 175 Yahudi öldürüldü, malları yağmalandı,  evleri harabeye çevrildi. 

Farhud için; “Irak Yahudi cemaatinin sonunun başlangıcı” denildi. Yahudi olmak vatan haini olmakla bir sayıldı ve Yahudiler her şeylerini terk ederek mecburi göçe zorlandılar.  1951 yılına kadar, Irak’ın Yahudi nüfusunun yüzde 80’ini oluşturan 110,000 Yahudi ülkeden ayrılmak zorunda kaldı.

Arap ülkelerinden sürgün edilen Yahudilerin dramları ile ilgili pek çok kitap yazıldı. Eski Kahire’den Yeni Dünya’ya göç eden bir Yahudi ailesinin öyküsünü aktaran ‘Beyaz Köpek Balığı Derili Takım Elbiseli AdamileBağdatlı Bir Yahudi Ailesinin Hikâyesi: Babil’de Son Günlerve Babamın Cenneti adlı belgesel romanlar tarihin o dönemine ışık tutmakta.

İsrail Devletinin kuruluşundan Altı Gün Savaşına kadar Yemen, Cezayir, Fas, Tunus, Libya, Suriye gibi pek çok Arap ülkesinden 850 bin Yahudi tüm varlıklarını doğdukları ülkelerde bırakarak İsrail’e göç ettiler.

 İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, Cenevre’de BM Mülteciler Yüksek Komisyonunda (UNHCR) yaptığı konuşmada, Arap topraklarından sürülen 850 bin Yahudi’nin mülteci olarak tanınmalarını istedi.

Hamas’ın yanıtı gecikmemişti; “Arap Yahudileri mülteci değil canidir.”

Filistin-İsrail görüşmelerinde uzlaşılması zor üç temel konudan biri de Filistinli mültecilerin İsrail topraklarına geri dönüşü sorunudur.

 Mülteciler Komisyonuna göre, dünyadaki her dört mülteciden biri Filistinlidir.  1948 yılında Filistinlilerin 804.069’u mülteci konumunda idi.1948 yılından itibaren Filistinlilerin nüfus artışına paralel olarak mülteci durumuna düşen insan sayısı da arttı. Sürgünde doğan ikinci ve üçüncü kuşak Filistinliler de doğal olarak aynı konumda yaşamak zorunda kaldılar. Günümüzde Filistinli mülteci sayısının beş milyon civarında olduğu ileri sürülmektedir. Bu oran Filistinli nüfusunun yüzde 70’ine eşittir.

 Yahudiler Arap ülkelerinden göçe zorlandıklarında arkalarında hem kültürel, hem de maddi servetler bıraktılar. İnsanın aklına şu soru gelmekte. 60 yıl gibi uzun bir süre geçtikten sonra bu trajedi niçin şimdi uluslararası arenada ileri sürülüyor? Hiçbir zaman geç kalınmış değildir denebilir. Amaç pek gün ışığına çıkmamış gerçeklerin dünya kamuoyunun gözleri önüne serilmesi ise bu olumlu bir girişimdir. Ancak bu olgunun bir argüman olarak Filistinli mülteciler tezine karşı kullanılmak istenmesi ve masaya sürülmesinin dünya kamuoyunda fazla etkin ve inandırıcı olacağına inanmıyorum.

Hiçbir İsrail yönetimi Filistinli mültecilerin terk ettikleri topraklara geri dönmesini kabul etmeyecektir. Beş milyon mültecinin İsrail’e dönüşünün kabulü İsrail Devletinin demografik olarak ortadan kalkması anlamını taşır. Nitekim bir sonucun alınamadığı pek çok görüşmede bu rakamın sembolik bir düzeyde tutulması ve Filistinli mültecilere bir tazminat ödenmesi çözümleri üzerinde duruldu.

Arap ülkelerinden sürülen Yahudi mültecilere tazminat ödenmesi konusuna gelince Ben Gurion Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yossi Yonah şöyle demektedir; “Annem 90 yaşında ve Irak’ın Ramadi kentinde arkasında pek çok bina ve toprak bırakarak kaçtı. Ancak bence en iyi kazanım kaybedilen bu zenginliklerin tazmini değil Irak ile ulaşılabilecek bir barıştır. Belki bir gün o toprakları ziyaret edebilmektir.

  Gönül ister ki tüm Ortadoğu barış ve huzura kavuşsun.  İran savaşının gündemden inmediği, Suriye’de iç savaşın hız kesmediği, Arap Baharının kâbusa dönüştüğü günümüzde böylesi bir dilek ne denli gerçekçi olur bilemiyorum, ama tarih sürprizlerle doludur. 

 

 

1 Yorum