Struma

İstanbul açıklarında 72 gün boyunca ölüme terk edilen 769 Yahudi’nin dramı.

Ester YANNİER Toplum
12 Eylül 2012 Çarşamba

Akademisyen- gazeteci- yazar Halit Kakınç ile 7 yıllık bir çalışma sonucu yayımladığı, Struma dramını konu alan kitabı hakkında görüştük. Kakınç’ın amacı romanının Steven Spielberg tarafından sinemaya uyarlanması

 

46 metre uzunluğunda 60 yaşında yük taşımakta kullanılan bir gemi olan Struma büyük bedeller ödeyerek Köstence’den kurtuluş umuduyla binen 769 kişiye 24 Şubat 1942 tarihinde mezar oldu. 72 gün boyunca Sarayburnu açıklarında bekletilen ve motoru tamir edilmek amacıyla bakıma alınan gemi bir sabah demirleri kesilerek römorklarla Şile açıklarına çekilerek kaderine terk edildi…  Halit Kakınç’ın belgesel roman olarak kaleme aldığı kitapta, Struma faciasının perde arkası, dönemin iktidarının olaya yaklaşımı, dünyada ve Türkiye’de Nazi hareketleri de irdeleniyor.

 Kitap kaç yıllık bir çalışmanın ürünü?

 Yaklaşık 7-8 yıllık bir çalışma. Aslında senaryo olarak başladı. İkili aşk vardı. Biri ağırlıklı İstanbul’da yaşanıyordu. Bir casusluk hikâyesi olacaktı, içinde Struma’da bulunacaktı. Sonra Struma olayı beni o kadar cezp etti ki, diğer konu düştü... Struma ile ilgili yazılan tüm araştırma kitaplarını okudum. Kaynaklar genellikle İngiliz ve Amerikan bir tane İsrailli bir tane de Romen…  Türkçe kaynaklı pek bir şey yok.

 Kaynak bulmakta ne gibi zorluk yaşadınız?

Romanya, önce faşist sonra komünist;  bütün kaynaklar yok olmuş. Türkiye’de bulunan kayıtlar ise açıklanmıyor.  Tüm yazışmalar ne oldu bilinmiyor. İsrail de bilmiyor zaten... Dolayısıyla bir kaynak sıkıntısı var. O dönemi yaşayanlar ya çok yaşlı, ya da büyük bir kısmı öldü. Gemiden kurtulamayanların akrabaları yok. Ne yapacak, kiminle konuşacaksın. Tanıklardan bir tanesi örneğin İshak Alaton, babası vasıtasıyla biliyor. Tüm bu olumsuzluklara rağmen olabilecek her türlü bilgiyi topladım.  O dönemi yaşayan ve hayatta olanlar ise ya eksik biliyor ya da farklı aktarıyorlar.  Böyle de bir zorluk var. O dönemde Sefaradlar hala pasif, pek karışmak istemiyorlar olaylara. Ama ciddi bir Aşkenaz Cemaati var. Simon Brod denilen bir adam var. Onlar artık yok... Ya öldüler ya da göç ettiler. Dolayısıyla tüm bu zorlukları aşmaya çalışarak, okuyarak bir belgesel roman olsun dedim. Belgesel romanda, gerçekleri saptırmadan biraz hayalle süsledim.

Bu kitabın şöyle bir özelliği var: bugüne kadar üstü kapalı kalan, konuşulmayan sakıncalı bulunan konulara da girdim.

 1933’ten itibaren Almanya’da Hitler başa geçtiğinde durum ne olacak belli değilken.  Türkiye’de de Nazi yanlısı gruplar oluşmuştu. Pek telaffuzundan hoşlanılmaz ancak Edirne, Çanakkale gibi birçok yerde bazı olaylar olmuştu.. Orada yaşayan Yahudi cemaatlerine karşı yağmalamalar ve saldırılar yaşandı… Varlık Vergisi’nden önce amele taburları oluşturuldu. Bütün bunları açık ve net bir şekilde kitapta yazdım. Yazılması gerektiğini düşünüyorum. 500 yıldır sulh ve sükûn içerisinde bu topraklarda yaşandığı için – bu konuları Rıfat Bali bir miktar yazıyor- ama başka da kimse çıkmadı.  Struma’yı Yahudi Cemaati’nden birisinin yazması gerektiğini de düşünüyorum.

Türkiye’de çok ciddi şöyle bir durum var; 1941-42 Hitler Almanya’sı ilerliyor, Türkiye’de kökten bir antisemit bir akım olmamasına karşın politika icabı Nazi yanlısı gruplar oluşuyor. Dönemin iktidarı onlara pek ses çıkarmıyor. Tek şef İnönü dönemi…  Hitler Rusya’da mağlup olmaya başladığında ve geri çekildiğinde Nazi yanlısı, Alman yanlısı gruplar içeri alınmaya başlandı. Kitapta bunlara da yer verdim.

 Çünkü söz gelimi Struma demirlemişken, Schneidertempel’den çıkan kalabalık bir grup gidip çiçekler atıyor. Aynı anda tamamen Nazi yanlısı bir grup da polis kordonuna rağmen gösteriler yapıyor. Bunların hepsi zannediyorum ki ilk defa araştırmalardan öte roman üslubu içerisinde kaleme alındı.  Kitapta çok güzel aşklar var, okuyanların hoşuna gidecektir. Örneğin bir çift Romanya’da evleniyor. Kız yoksul ama çok kaliteli bir aileden,  oğlan ise çok zengin bir aile. Evliliklerine erkeğin annesi izin vermiyor, kız hamile özür dilemeye gidiyorlar. Anne bir beddua ediyor “tuzdan yanın, açtıktan ölün susuzluklar çekin” diye. Kız gemide dört aylık hamile iken kanama geçiyor, Or Ahayim’e kaldırılıyor. Daha sonra gemi Şile açıklarında torpidoyla havaya uçuyor, kız anneye geri bir mesaj gönderiyor: “Beddualarınızın hepsi tuttu. Oğlunuzu bıraktım ben Filistin’e gidiyorum”. Tüm bunlar çok acı, bunların hepsi gerçek ama roman üslubunda ilk kez yazıldı. Sanırım önemli bir boşluktu… Tüm bunların toplumun kendi kendisiyle hesaplaşmasına hizmet edeceğini umuyorum. Şimdiye değin,  Soykırım dönemiyle daha önceki pogromlarla ilgili film yapıldı,  roman yazıldı, tiyatro yapıldı.  Ama her ne hikmetse Struma’ya bugüne kadar kimse dokunmadı.

 Bana kalırsa Struma Türkiye’nin bir yarası, çünkü gemide bulunan yüzlerce kişi ölüme terk edildi…

Elbette bir yara…  Ölüme terk edildiler… Motoru yok, zincirini kestin, Şile’ye çektin, gemi zaten Panama bandıralı o zaman zaten Stalin’in bir emri var “yabancı bandıralı tüm gemileri torpilleyin”. Direkt torpili yedi… Burada antisemitizmden olmasa dahi ihmalden, korkaklıktan ve politikadan kaynaklanan, kendiyle ilgili endişelerden kaynaklanan bir cinayete yol açma var.

 Tüm araştırmalarınızın ışığında gemidekilerin Türkiye’ye kabul edilmemesindeki en büyük etken ne idi?

Almanya’yı zaten devre dışı bırakıyorum. Konuşmaya gerek yok. En büyük suçlu bana sorarsanız İngiltere’dir. O dönemde Filistin’de çok büyük sorunlar var, Araplarla petrol menfaati  olduğundan, Musevi göçlerine engel olmaya çalışıyor.  Ayrıca  Türk Hükümeti üzerinde de çok büyük ağırlığı var. İngiltere Meclisi’ndeki konuşmaların Nazi Almanya’sındaki konuşmaları solda sıfır bırakan Nazi yanlısı olduğunu görüyoruz.   İngiltere’nin o kadar büyük bir baskısı var ki; Türkiye bir güç değil… Dönemin hükümetini  suçlamak gerekir mi gerekmez mi bilmiyorum ama… İsmet İnönü, bir Mustafa Kemal değil… Karar alamıyor, korkuyor…  Bu tutum da böylesi bir olaya neden oluyor.

 Günümüzde cemaat idaresinde bir ikilem görüyorum. Bazı kişiler artık bazı konuların konuşulması yanlısı iken, bazıları da sessiz kalınmasını savunuyor. Konuşmak bir sakınca değil.  Dönemin Türk Hükümeti’nin bazı eksikleri, noksanları var. Ama nihayetinde Nazi yanlısı bir hükümet değil. Hatalar bir soykırıma alet olmak şeklinde değil…  Özür dilenmesi çok büyük bir tartışma konusu… Bunların güzellikle, sükûnetle hallolması lazım.  Yaşananların su yüzüne çıkarılması birçok konunun konuşulmasına yol açacak diye düşünüyorum.  Bu önemli.

 Kitaptan beklentiniz nedir?

Daha önce de belirttiğim gibi döneme ait bir konu filme alındı. Struma büyük bir insanlık dramı.  Maddi bir beklentim yok. Hiçbir şey insanı yaptığı bir olayın değer kazanması kadar memnun etmez. İnşallah kitap yurt dışında da ilgi görür, İngilizceye çevrilir. İyi bir ekibin kitabı filme aldığını görürsem çok memnun olacağım.

 

Halit Kakınç hakkında

İstanbul Bilgi Üniversitesi kurucularından akademisyen, gazeteci ve yazar Dr. Halit Kakınç çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. Televizyon programları ve belgeseller hazırladı. Almanca ve İngilizce’den çeşitli çeviri ve derleme kitapları olan Kakınç, Sultangaliyev, Rıskulov ve Küresel Sorunlar adlı kitapları ele aldı. Halen İstanbul Üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yapan Kakınç, evli ve iki çocuk babası.