Türkiye’ye sevdalılar

Yelkenlilerde, ana yelkenin üzerinde uçuşan incecik ipler vardır, hiç dikkat ettiniz mi? Rüzgarın doğru açıdan alındığını kontrol etmek içindir. O ipleri paralel tutmaya çalışarak dümende ince ayar yapılır. Küçük bir yelkenli ile Orhaniye yakınlarında geçirdiğim yaz günlerinde, hayatın akışında duyarsızlaştığım ve çantada keklik saydığım pek çok şeyin içine dahil oldum: Öğlen yemeğini sabahtan düşünmezsen aç kalırsın.

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
5 Eylül 2012 Çarşamba

Yelkenlilerde, ana yelkenin üzerinde uçuşan incecik ipler vardır, hiç dikkat ettiniz mi? Rüzgarın doğru açıdan alındığını kontrol etmek içindir. O ipleri paralel tutmaya çalışarak dümende ince ayar yapılır. Küçük bir yelkenli ile Orhaniye yakınlarında geçirdiğim yaz günlerinde, hayatın akışında duyarsızlaştığım ve çantada keklik saydığım pek çok şeyin içine dahil oldum: Öğlen yemeğini sabahtan düşünmezsen aç kalırsın. Yelkenliyle rüzgârı doğru alırsan hızlı gidersin. Erzağını suyunu idareli kullan. Köy ekmeği getiren amcadan ada çayı da al belki lazım olur. Güneşin doğacağı yönü tespit et ki, açıkta yatıyorsan sabah ilk ışın gözüne girmesin. Çapan kimsenin zincirine takılmasın. Gece tekneni limana çekmek istiyorsan aynı yöne hareket eden teknelerden bir adım önde olmaya çalış…

Yine böyle bir seyahatte kendimizi ana karadan sadece 4 mil uzaklıkta bir Yunan adası olan Symi’nin limanına atınca ‘etrafı gezmeden olmaz’ diye düşündük…  Tam saymadım ama en az 200 basamak yol tırmanıp düz bir alana kurulmuş minik kafede güneşi batırmaya oturduk.  Türkiye’den göç etmiş, hala çat pat Türkçe konuşan içi Türkiye’ye karşı hasretle dolu bir Yunanlı ile karşılaştık. “40 sene geçti, İstanbul’u düşünmeden geçirdiğim gün yok” dedi. İstanbul’dan göçmeye mecbur edilenlerle birlikte Atina’ya gitmiş. “Çocukluğun nerede geçtiyse, kimlerle oynadıysan, orasıdır vatanın.” dedi. 

Bu hikaye bize de tanıdık. Çoğumuzun Türkiye’den ayrıldığı halde İstanbul’a gitmek için saatleri sayan, Boğaz’ı özleyen Yahudi yakınları, arkadaşları var. Evinin içerisini İstanbul gibi yaşatan, Türk televizyon kanallarını ve filmlerini izleyen, Türkçe kitaplar okuyan eş dost…

Bu örnekleri biraz daha az aşina olduğumuz Ermenilere ve Kürtlere de yayabiliriz. Ece Temelkuran’ın Ağrı’nın Derinliği adlı kitabı Ermenilerin, sanıldığının aksine tamamının Türkiye’ye kin besleyen görüşlere sahip olmadığını anlatıyor. Birçok insan, bu ‘soykırım’ meselesinin, her iki tarafın milliyetçi kanatları tarafından kullanıldığını belirtiyor. Artık, kin, nefret, düşmanlık değil, konuşmak istiyorlar Türklerle. 1915 olayları, Avrupa’da ve Amerika’da yaşayan Ermeniler için, etnik kimliklerini kaybetmemek, asimile olmamak için sarıldıkları, doğan her çocuğa anlattıkları, unutmak istemedikleri bir olgu halini alıyor. Verin tazminatı kurtulun diyor iş adamları, yeter ki ilişkiler düzelsin… Ermenistan’dakiler Ağrı’ya (Ararat’a) bakıyor özlemle. Diplomatik ilişkilerin gelişmesini, sınırın ticarete açılmasını istiyorlar.

Gelelim hiç haddim olmadığı halde Kürtlerin Türkiye sevgisine. Serdar Turgut’un bir GSM haritasındaki telefon trafiğine bakarak yaptığı tespit bana çok ilginç geldi. Güneydoğu’daki vatandaşların çoğunun Türkiye’nin batı kesimlerinde yakınları, umutları beklentileri ve hayalleri olduğunu ve uzun uzun telefonda konuşan Kürt vatandaşlarımızdan birinin bile Türkiye’den gerçekten kopmak isteyebileceğini düşünemediğini belirtmiş. Bu varsayıma katılıyorum. O halde terör kimin için işleniyor? Kürt kökenli Türklerin çatışma yerine kaliteli yaşamı tercih edeceğine ben de inanıyorum. Türkiye kendisine kolay çekebileceği Kürt vatandaşlarını terörle mücadele ederken ister istemez kendinden itiyor. Terör örgütü de bunu bildiğinden Türkiye’yi sürekli askeri güç kullanmaya itiyor. Serdar Turgut’un önerdiği ‘soft power’ yani askeri olmayan güçlerimizi kullanma metodu bana mantıklı geliyor.

Sorunları yaratıcı biçimde çözmeye çalışsak terör sorunumuzla birlikte Türkiye’ye sevdalı olan halkları kapsayan pek çok sorunumuzu çözeceğiz…