Bu hafta ağımıza takılanlar

Bir bölüm RTÜK üyesi “Reklam Kurulu zaten ceza verdi, ayrı bir cezaya gerek yok” derken, diğer üyeler haklı olarak ısrarla ceza verilmesini savunuyor. Nasıl ceza? Uyarı ya da para cezası olabilir, programı durdurmak olabilir. Ne var ki, cezaya karşı duranlar, uyarı cezasına bile karşı çıkıyor. Herhalde, “Yahudileri korumak bize mi düştü, Hitler’e vurmak bize mi düştü” mantığı ile. Korumakla, vurmakla ne ilgisi var, açıkça ayrımcılık yapılıyor, ceza olmayacak da ne olacak? YALÇIN DOĞAN

İzak BARON Diğer
25 Nisan 2012 Çarşamba

“YAHUDİLERİ KORUMAK BİZE Mİ DÜŞTÜ, HİTLER’E VURMAK BİZE Mİ DÜŞTÜ”

HİTLER büyük adam. Tarih yazan bir ülkenin lideri. Üstelik, Yahudilere kök söktürmüş, helal olsun. Böyle büyük bir lideri reklamda kullanmak akıllıca bir fikir. Bu reklama ceza vermeye kalkmak da, neyin nesi?

Bu saçmalık da ne oluyor demeyin, yukarıdaki görüş RTÜK’te bazı üyelerin paylaştığı bir düşünce. Halen, günümüzde, hatta bir kaç gün önce.

Akıl almaz tartışma bir şampuan reklamından kaynaklanıyor. O reklamda Hitler var. Reklamdaki içeriğe göre, bir erkek Hitler gibi olursa, erkek olur, anasını satayım, sapına kadar. Bir erkeği de Hitler gibi erkek kılan o şampuanı kullanmaktır. Bir kez daha helal olsun.

Helal olsun da, reklama tepkiler gecikmiyor. Bazı sivil toplum kuruluşları, bazı Yahudi cemaatleri, dış basın, hatta bir AKP milletvekili, hatta Dışişleri Bakanlığı buram buram ırkçılık kokan bu reklamın kaldırılması için RTÜK’e başvuruyor.

RTÜK Başkanı Prof. Dr. Davut Dursun her ne kadar, “ilgili daireye baktırdık, sorun yokmuş” dese de, itirazlar sonrasında ayaklar yavaş yavaş yere basıyor, Reklam Kurulu TV’lerde reklamın yayınını yasaklıyor, ayrıca o içeriği üreten firmaya ceza veriyor. Hitler’li reklamla ilgili ilk perde kapanıyor.

İkinci perde RTÜK’ün kendi içinde. RTÜK’te ağır basan eğilim ibretlik.

RTÜK’te o reklamı oynatan kanallara ve reklamı üreten firmaya ceza vermesi gündeme geliyor. Çünkü, reklamda ayrımcılık var. RTÜK kuralları, “reklamlar ayrımcılık içeremez, modelleyemez, teşvik edemez” gibi, ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı önlemler taşıyor.

Bir bölüm RTÜK üyesi, “Reklam Kurulu zaten ceza verdi, bize ne, ayrı bir cezaya gerek yok” derken, diğer üyeler haklı olarak ve ısrarla ceza verilmesini savunuyor.

Nasıl ceza? Uyarı ya da para cezası olabilir, daha ağır ceza, programı durdurmak olabilir. Ne var ki, bu reklamda cezaya karşı duranlar, uyarı cezasına bile karşı çıkıyor.

Herhalde, “Yahudileri korumak bize mi düştü, Hitler’e vurmak bize mi düştü”, mantığı ile.

Korumakla, vurmakla ne ilgisi var, açıkça ayrımcılık yapılıyor, ceza olmayacak da, ne olacak?

Yalçın Doğan

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/20381917.asp?mnID=20381917

YÖK VE MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI YETKİLİLERİ YOKTU. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ YOKTU. VALİ BEY YOKTU. NEDEN ACABA? HERHALDE KONFERANSA KONU OLANLARIN YAHUDİ OLMASI DEĞİLDİ ONLARI UZAK TUTAN

1932 yılında iktidara gelen Adolf Hitler, Almanya ve peşinden Avusturya’yı öncelikle Yahudi akademisyenlere cehennem edince... Ünlü bilgin Albert Einstein Ankara’ya bir mektup gönderiyor... 40 Yahudi bilim adamının kabulünü öneriyor... Bu bilim adamlarının ücretsiz çalışmaya dahi razı olduğunu bildiriyor. Çünkü o dönemde pek çok ülke Yahudi bilim adamlarını kabul etmeye çekiniyor...

Türkiye o sırada üniversite eğitimini modernleştirme çabaları içindedir. Atatürk, Yahudi bilim adamlarını ülkeye kabul ediyor... Sonraları sayı artıyor... Sığınmacı akademisyenlerin sayısı 190’ı buluyor... Gelenlerin çoğunluğu Yahudi değildir... Kiminin eşi Yahudi’dir... Kimi sosyalist, komünist, demokrat vb olduğu için kaçmak zorunda kalmıştır...

İstanbul ve Ankara üniversitelerinin şekillenmesinde, müzik ve güzel sanatlar eğitiminde Alman bilim adamlarının büyük katkısı oldu... Çağdaş eğitimin temelini attılar.

İstanbul Üniversitesi 1933 yılı Temmuz ayında 30 Alman bilim adamıyla açılmıştır...

Dünkü konferansa UNESCO Başkanı İrina Bokova, sığınmacı bilim adamlarından Phillip Schwarz’ın kızı Susanne Schwarz da katıldı... Amerikan Büyükelçisi Ricciardone de oradaydı. Bir konuşma yaptı. ABD Konsolosluğu memurları toplantıyı baştan sona izledi.

Kimler mi yoktu açılışta? YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri yoktu. İstanbul Üniversitesi Rektörü yoktu. Vali bey yoktu. Neden acaba? Herhalde konferansa konu olanların Yahudi olması değildi onları uzak tutan... Ama neydi? Anlayamadık...

Melih Aşık

http://gundem.milliyet.com.tr/naziden-kacarken/gundem/gundemyazardetay/20.04.2012/1530423/default.htm

'DÜNYANIN EN BÜYÜK LİDERİNE SAHİPSİNİZ. 1933'TEKİ ÜNİVERSİTE REFORMUNUZ SIRASINDA BENİ DE ÜLKENİZE DAVET ETMİŞTİ'

Einstein'ın ricası Atatürk tarafından kabul edilmiş ve bu bilim insanlarının tamamı Türkiye'ye gelerek Üniversite Reformu'nda görev almışlardı. Almanya'da 1932 sonbaharında yapılan genel seçimleri, Adolf Hitler'in Nasyonal Sosyalist Partisi, yani Naziler kazandı ve Hitler, 1933'un 30 Ocak günü başbakanlığa getirildi. O tarihten birkaç sene önce başlamış olan Yahudi karşıtı hareketler Nazilerin iktidarı elde etmelerinden sonra daha da arttı ve çok sayıda Yahudi, Almanya'yı terk etti. Ayrılma hazırlığı yapan Yahudiler arasında dünyanın önde gelen bilim insanları da vardı ve Albert Einstein da onlardan biriydi. Berlin Üniversitesi'nde hocalık yapan ama kısa bir müddet sonra artık ders veremeyeceğini fark eden Einstein, 1933 ilkbaharında Almanya'dan ayrıldı, Fransa'ya geçti ve Paris'teki 'College de France'da hocalık yapmaya başladı. Albert Einstein, 1933'un 17 Eylül'ünde Ankara'ya bir mektup gönderdi. Einstein, 'Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu Başkanlığı'na, yani Başbakanlığa hitaben son derece nazik bir dille yazdığı mektubunda Almanya'daki bazı kanunlar dolayısıyla çok sayıda Alman bilim insanın mesleklerini icra edemez hale geldiklerini söylüyordu. Bilim insanlarının çalışabilecekleri bir ülke aradıklarını da anlatan Einstein, 40 kişilik bir uzman listesi hazırladıklarını yazıyor, bu kişilerin hiçbir karşılık beklemediklerini anlatıyor ve Türk Hükümeti'nin söz konusu bilim insanlarını kabul etmesi halinde sadece insani bir faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağını, Türkiye'nin bu kabulden büyük kazanç sağlayacağını da ifade ediyordu. Türkiye'nin bu tarihten hemen sonra 40'tan fazla Alman bilim insanını davet edip üniversitelerde görevlendirmesi ve Üniversite Reformu'nun da bu sırada yapılması, teklifin kabulünde çok daha yüksek bir makamın, yani bizzat Reisicumhur Mustafa Kemal'in devreye girmesiyle mümkün oluyor. Einstein'ın Atatürk'ü kastederek: 'Dünyanın en büyük liderine sahipsiniz. 1933'teki üniversite reformunuz sırasında beni de ülkenize davet etmişti' dediğini naklediyor.

Turgay Polat

http://www.aksam.com.tr/bahcesehirden-insanliga-bir-katki--6279y.html

“NE AKILSIZ HÜKÜMDARLARMIŞ BUNLAR. BİNLERCE DEĞERLİ İNSANI KAYBETTİLER, BİZ İSE ONLARI KAZANDIK“

Bildiğiniz gibi Albert Einstein’ın İsmet Paşa kabinesine gönderdiği mektuptaki, Nazi zulmü altında kalmış 40 önemli bilim adamının Türkiye’de çalışmasına izin verilmesi dileği, Başvekil İsmet Bey imzalı bir mektupla reddedilmişti. Daha sonra devreye giren Cumhurreisi Atatürkise yalnız 40 değil, 190 bilim adamının gelmesini ve modern Türk üniversitelerinin temelini atmasını sağlamıştı.

Dünyaca ünlü bu bilim adamları Türkiye’ye çok hizmet etti, bazıları savaştan sonra Amerikan üniversiteleri tarafından kapışıldı ama bazıları da “ikinci vatan“ olarak belledikleri Türkiye’de kalıp, bu topraklara gömülmeyi tercih etti.

...

Tarih boyunca Müslüman-Yahudi ilişkilerinin ve 1492’de Osmanlı’ya gelen Sefaradların da konuşulduğu toplantıda dönemin padişahı II. Bayezid’in ilginç bir sözünü öğrendim:

İspanya tahtına hükmeden Isabelve Ferdinand’ın kovduğu binlerce Yahudi gelince Padişah “Ne akılsız hükümdarlarmış bunlar. Binlerce değerli insanı kaybettiler, biz ise onları kazandık“ demiş.

Demek ki Bayezid-i Veli’den, Atatürk’e kadar akıllı önderlerin ufku geniş oluyor.

Zülfü Livaneli

http://haber.gazetevatan.com/Haber/444903/1/Gundem

‘BİZDE YAHUDİLİK, MUSEVİLİK’TEN DAHA ÖNEMLİDİR’

Eşi Mara’yı anlattığı satırları da çok sevdim.

Mara Hanım aslında Hristiyanmış.

Protestan ama dindar olmayan bir ailedenmiş.

Bir sene boyunca ders almış ve İshak Bey’le evlendiğinde din birliği olsun diye Musevi olmuş.

Aslında İshak Bey’in böyle bir isteği hiç olmamış.

Aklına bile gelmemiş hatta.

‘Dinine pek bağlı bir adam değilim. Leyla ve Vedat da Musevilik açısından zayıftır, koyu bir inançları yoktur. Benden böyle gördüler. Bizde Yahudilik, Musevilik’ten daha önemlidir’ diye anlatmış.

‘Mara bana kendim olmayı öğretti. Yalnızlığın muhteşem bir zenginlik olduğunu gösterdi’ demiş.

Bir de Üzeyir Garih’le kadınların ortaklık üzerine yapabilecekleri olumsuzlukları önceden öngörerek tedbir almışlar ve hanımları bir araya hiç getirmemişler.

Lili Garih ve Mara Alaton 25 sene pek az görüşmüş.

Sanem Altan

http://haber.gazetevatan.com/Haber/444924/1/Gundem

VE FETİH ZAMANINDA KUDÜS’TE NEDEN CAMİ OLMADIĞINI BİR DÜŞÜNÜN. HENÜZ BİR İPUCU YOK MU? İZAH ETMEME İZİN VERİN: ÇÜNKÜ KUDÜS BİR MÜSLÜMAN KENTİ DEĞİLDİ. VE ŞİMDİ SİZLER ONU GERİ İSTİYORSUNUZ ÇÜNKÜ ‘’YAHUDİ İŞGALİ!’’ ALTINDA OLDUĞUNU İDDİA EDİYORSUNUZ

Peki, mesele nedir? Basit. İsrail Devleti, Bay Yishai’nin kişiliğinde, onun antidemokratik ve hoşgörüsüz olarak nitelediği devletler gibi davranmaktadır. İsrail devletinin Bay Grass için bir ölüm fetvası çıkarmadığını veya dünyadaki Yahudilerin Bay Grass’ın kitaplarını satan dükkânları kundaklamakla tehdit etmediklerini bilmek güzel. Buna rağmen seyahat yasağı yalnız çocuksu görünmüyor fakat aynı zamanda kendini aşağılayıcı bir nitelik taşıyor.

 Fakat İşgal’e geri dönelim. İslam Dünyasında (veya batı entelektüel dünyasında) ‘’al-Quds’’un (Jerusalem olarak bilinir) işgalinin gündeme getirilmediği gün yoktur. Ben bu sütunda sıklıkla başka fikir yürüttüm: Karşıt işgal, işgal değildir.

 Şimdi sevgili İslamcılar, reddetmenizin çok zor olacağı bir ‘’şahidim’’ var. Benim sözlerimi unutun ve Türkiye’nin en büyük İslami otoritesi Profesör Mehmet Görmez’in geçen hafta söylediklerine bakın: ‘’Hazreti Ömer al-Quds’u fethettikten sonra bir kilisede duaya davet edildi (çünkü Kudüs’te cami yoktu).

 Kendisi bunu kibarca reddetti çünkü (fetihçi) Müslümanların orada dua ettikten sonra kiliseyi camiye çevirmelerinden endişeliydi.’’

 Şimdi bu satırı bir kez daha veya isterseniz bin kez daha okuyun: ‘’Hazreti Ömer al-Quds’u fethettikten sonra…’’. Ve fetih zamanında Kudüs’te neden cami olmadığını bir düşünün. Henüz bir ipucu yok mu? İzah etmeme izin verin: Çünkü Kudüs bir Müslüman kenti değildi. Ve şimdi sizler onu geri istiyorsunuz çünkü ‘’Yahudi işgali!’’ altında olduğunu iddia ediyorsunuz.

 Hazreti Ömer’in kilisede dua etmeyi reddetmesi çok asildi. Ben şahsen, sevgili İslamcılar, peygamber kadar zarif ve bilgelikle davranmanızı beklemiyorum fakat en azından daha kolay bir şey yapabilirsiniz: Atalarınız onu fethetmeden önce başka inançlara ait olan bir kent için savaşmayı durdurun. Ve yarın mesaj kutumu daha fazla nefret iletileriyle doldururken lütfen tanığımı hatırlayın. Yoksa Profesör Görmez de benim gibi imansızın biri mi? 

Burak Bekdil

http://www.hasturktv.com/turkiyede_bugun/3506.htm

VE KENDİMİ, BUNUN BANA BİR FAYDA SAĞLAYACAĞI UMUDUYLA BİR BOKSÖR OLARAK TANITMA CESARETİNİ NEREDEN BULDUM? BOKSÖR OLMADIĞIMDAN DOLAYI BU BÜYÜK BİR RİSKTİ

Kuvvet nedir? Öncelikle hangi tür bir kuvvetten bahsettiğimizi açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. Zihinsel kuvvetten mi yoksa bir kişinin kararlılığından mı bahsediyoruz? Zor durumlar karşısında ayakta kalabilmeyi ve kararlar alabilmeyi sağlayan bir kuvvetten mi? Hayatta kalabilme gücünden mi? Yoksa fiziksel kuvvetten mi bahsediyoruz?

Son 67 senedir kendi kendime bu gücü nereden bulduğumu soruyorum. Her günle ve kaderin ölüm kampı olarak adlandırılan o lanetli yerde bana indirmiş olduğu darbelerle yüzleşme gücünü nereden buldum?

Yaz ve kışın, her sabah saat beşte çığlıklarla uyanıp, çıplak olarak buz gibi duşlara koşma gücünü nasıl buldum? Ranzaların olduğu bloğa ıslak dönme, kahve görünümlü siyah su, bayat ekmek ve küçücük bir parça margarini saniyeler içerisinde mideye indirip, bedenime çok büyük gelen çizgili üniformayı üzerime geçirme ve tahta ayakkabılarımızı giyip, bizlere çalışma düzeni alın emrinin verilmesini beklemek için bahçeye gitme gücünü nasıl buldum?

Her gün dışarıya çıkıp, beşli sıralar halinde aynı hızda yürüyerek, Kapo’nun bizlere şapkalarınızı çıkartın demesi ve SS Subaylarının bizleri tekrardan saymasına dayanacak gücü nereden buldum?

Bir gün ve bir gün daha dayanabilecek zihinsel gücü nereden buldum?

Ve kendimi, bunun bana bir fayda sağlayacağı umuduyla bir boksör olarak tanıtma cesaretini nereden buldum? Boksör olmadığımdan dolayı bu büyük bir riskti.

67 sene sonra halen bu gücü nereden bulduğumu bilmiyorum.

Noah Klieger

http://israilblogu.com/2012/04/20/kuvvetin-gercek-anlami/

YAHUDİLERİN İSPANYA'DA HİÇBİR HAKLARI BULUNMUYORDU; EZİCİ ÇOĞUNLUĞU OKURYAZAR DEĞİLDİ; DOĞRU DÜRÜST ZANAATTAN DA MAHRUMDULAR

Günümüzde bile dünyayı tarasak, Sultan II. Bayezid gibi bir devlet adamı görebilir miyiz? Yüzyıllardan beri yaşadıkları İspanya'dan Yahudilerin kovulmaları onun dönemine rastlar. Bütün ülkelerin kapılarını kapadığı bir günde İsrailoğulları'na Devlet-i Aliyye olanca imkânlarıyla kucak açtı. Giriş yolları üzerindeki kadılara, eyalet beylerine ve limanlardaki mültezimlere gönderdiği ferman insanı yüreğinden yakalamaktadır. Bu dönemde Sakız adası iç işlerinde bağımsızdı; sadece dış işlerinde Osmanlı onları temsil ediyordu. Yahudi mülteci dolu bir gemi fırtınanın etkisiyle Sakız'a sığınmak zorunda kalır; buraya hakim Venedikli şövalyeler erkeklerini esir telakki edip satmak, kadın ve çocukları da alıkoymak isterler. Bu zalimliği öğrenen II. Bayezid, Sakız şövalyelerine bugünkü dilimize aşağıdaki gibi çevirebileceğimiz bir ferman gönderir: "Siz ki donanmamızın bir parçasını göndersem hemen dize gelecek kadar zayıfsınız. Size sığınmak zorunda kalan bu talihsiz insanların kaderleri üzerinde kendinizi hakim zannederek zulmetmeye utanmıyor musunuz? Yarınımızın ne olacağını biliyor musunuz? Eğer sizler de aynı akıbete uğrarsanız, o zaman kimlerden merhamet ve şefkat istemeye hakkınız olur? Kuvvet ve ikbal sahiplerinin vazifesi, kendilerine iltica etmiş olanlara güler yüzle kucak açmak, onların derdine derman olmaya çalışmaktır. Ancak bu yolla, Allah'ın kendilerine bahşettiği fani kuvvete layık olduklarını ispat ve hamdü sena vazifesini ifa etmiş olurlar. Hemen ferman eylerim ki, bu çaresizlerin birisinin kılına halel gelmeden gemilerine bindiriniz, izzet ve ikram içinde Aydın ili kıyılarına iletesiniz ve fermanımı yerine getirdiğinize dair mazbatayı alınız." Bunun üzerine şövalyeler gemileriyle Yahudileri Osmanlı ülkesine getirirler.

Bazıları Osmanlı'nın âlicenaplığına gölge düşürmek amacıyla ekonomisinin önünü açmak için Yahudileri ülkesine getirttiğini yazıyorlar. Tabii onların ne tarihten ne de Osmanlı'nın hak kavramından haberleri var. Yahudilerin İspanya'da hiçbir hakları bulunmuyordu; ezici çoğunluğu okuryazar değildi; doğru dürüst zanaattan da mahrumdular. Dünyanın en güçlü ekonomisine ne katkıları olacaktı? Ciddi bir tarih kitabı açıp Fransa'nın, İngiltere'nin yıllık gelirinin Sivas ilinin kaçta kaçı olduğunu okurlarsa herhalde dudakları uçuklar.

Yahudilerin Osmanlı'ya şükranlarını ifade eden "Minnet Şiiri"nin son dörtlüğü onlara zaten gerekli cevabı veriyor:

"Ve dün lanetler altında kimseler

Sefil ve çıplak olarak İstanbul'a girdiler

İlk defa olarak işitebildiler;

Siz muhacirsiniz, Safa geldiniz."

Mehmed Niyazi

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1277526

HABERLERDE ‘YAHUDİ ASILLI YÖNETMEN’, ‘ERMENİ ASILLI YAZAR’ İBARELERİNİ YADIRGAMAYANLARIZ

Lefter’in soyadı mesela, gençliğimde yarışmalarda ‘zor soru’ kategorisindeydi. Rum olduğu herkesin bildiği ama bilmezlikten geldiği bir sır gibiydi. Bu yüzden ona sadece ‘Lefter’ diyorduk. Bu yüzden heykelinin altında bile, “1963’te futbolu bıraktıktan sonra ülkemizden ayrılmayarak Büyükada’ya yerleşmiştir” yazıyor. Kim kimin ülkesini bırakmadı arkadaşlar? Irkçıyız, çünkü Emre basın toplantısında yanına Yobo’yu alıp, “Bakın benim ‘zenci’ arkadaşlarım var” demek istiyor aslında. ‘Gay’ dostlarıyla, ‘Kürt’ arkadaşlarıyla övünen, güya onları farklı görmediğini anlatırken, onları ‘sınıflandırdığı’ için ayrımcının hem de daniskası olduğunu fark etmeyen insanlarız. Haberlerde ‘Yahudi asıllı yönetmen’, ‘Ermeni asıllı yazar’ ibarelerini yadırgamayanlarız. ‘Ermeni’ kelimesinin en yetkili ağızlardan hakaret niyetine çıktığı bir ülkedeyiz.

Banu K. Yelkovan

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1085285&Yazar=BANU-K.-YELKOVAN&CategoryID=103

Netten okumalar

TÜRKİYE'DE IRKÇILIK SAHADAN HİÇ ÇIKMADI Kİ! –

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1085311&CategoryID=84

28 ŞABAT! –UMUR TALU

Başlık asla Musevilerin (Yahudilerin) kutsalına, inancına hakaret amaçlı değil; sadece 28 Şubat’ın neo-muhafazakâr Likudçuluğuna bir gönderme (zaten tek b ile yazılı)! Hem, dünyanın her yerinde, İsrail’de, Türkiye’de bunlara direnen, mücadele eden, insanlık vicdanına bir şeyler katan inançlı ya da inançsız tüm Yahudilere de saygıyla! 

http://www.haberturk.com/yazarlar/umur-talu/735139-28-sabat

SERBEST BÖLGE VE HAD GADYA

http://www.celebialper.com/ondan-bundan/serbest-bolge-ve-had-gadya-israil.html

YAŞAM VE YAZGI – HÜSEYİN ŞENGÜL

http://bianet.org/biamag/sanat/137737-yasam-ve-yazgi

23-24 NİSAN VE ÇİZGİLİ PİJAMALI ÇOCUK – ORHAN KEMAL CENGİZ

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1085737&Yazar=ORHAN-KEMAL-CENGIZ&CategoryID=98

Netten seyredin

OLAĞANÜSTÜ KADINLAR: ''DR. RUTH WESTHEİMER''

http://tvarsivi.com/player.php?i=2012040489779

NAZİ KAMPINDAN KURTULAN 108 YAŞINDAKİ ALİCE HERZ

http://www.youtube.com/watch?v=ouC4_UKYp9o&feature=share&noredirect=1

ZEYNEP ARABACIOĞLU - "JAKO"

http://www.youtube.com/watch?v=euvVpVrkSC4&feature=share