Onlar neredeler?

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
11 Nisan 2012 Çarşamba

Pesah özgürlük bayramıdır. İbranilerin 200 seneyi aşan Mısır yıllarının bitişi, esaretten kurtuluşlarının bayramıdır. Aile toplanır, seder kurulur, Agada okunur, şarkılar söylenir, Tanrı’ya şükredilir.

Mısır’dan çıkış İbraniler için bir son değil bir başlangıçtır. Moşe ve Aron’un liderliğinde Sina Yarımadası’nda geçen 40 yıl, esaretin yarattığı travmayı silmekle kalmamış özgür bir toplum olarak nasıl yaşanması gerektiğinin ipuçlarını da vermiştir. Alınan 10 Emir ile oluşan hukuk özgürlüğün teminatı olmuş ve bu halkın tarih yolculuğunda kendisine yol göstermiştir.

 “Özgürlük bir kez kazanılıp ilelebet muhafaza edilemez. Onu her nesil, her gün yeniden kazanmak zorundadır1

Yakın ve uzak Yahudi tarihi bu tespiti haklı çıkartacak yığınla olaya tanık olmuştur. Kah vaat edilmiş topraklardaki yaşantıları esnasında, kah sürgün yıllarında Yahudi halkı defalarca özgürlüğünü yitirmiş, her defasında, bıkmadan, usanmadan onun arkasından koşmuş, umudunu yitirdiği anlarda bile onu vazgeçilmezleri arasında tutabilmiştir.       

Pesah özgürlük bayramıdır. Almanlar tarafından Varşova Gettosu’nun duvarları arasına sıkıştırılan yüz binlerce Yahudi’nin, kendileri için yazılmış kaderlerine isyan ettikleri, ölümlerine savaşarak gittikleri gündür. Tam teçhizatlı koca Alman ordusuna karşı girişilen bu başkaldırının başarıya ulaşma şansının olmadığı biliniyordu elbette. Ancak, Mordechai Anielewicz önderliğindeki gençler, onurlu bir insan gibi yaşamak ve onurlu bir insan gibi ölmek haklarını kullanıyorlardı ve sergiledikleri bu duruşla tarihe kocaman bir not düşüyorlardı. Hareket için Pesah’ı seçerek belki de, özgür olmanın ne demek olduğunu yeniden tarif ediyorlardı. Yirmi yüzyılı aşan diaspora hayatı boyunca değişik yerlerde değişik zulümleri kayıt altına almış Yahudi tarihinde, bu isyanla yeni bir sayfa açılıyordu.

Varşova Gettosu’nda Almanların çizmeleri altında ölüp gitmektense, kaderlerini elleri arasına alanların direnişlerini anmadan devam etmek doğru değil. Keza kapatıldıkları gettolarda ya da toplama ve ölüm kamplarında sivil itaatsizliğin en güzel örneklerini verenleri, kanlarına susamış canilere sanatla cevap verenleri, partizanlara katılıp canlarına kastetmişlerle savaşanları da anmadan devam etmek doğru değil...

Şimdi durup sormak gerek başardılar mı diye… Sayıca ve donanımca çok daha güçlü olan Alman kuvvetlerine direnebilmekti, dünyaya ama daha da önemlisi Yahudi halkına bir mesaj vermekti, amaçları. Yoksa gettodan sağ çıkmak gibi bir planları yoktu. Sonuna kadar direnmek ve direnerek özgürce ölmekti arzuları… Bu, insanlık gururunu ayaklar altına alanlara, düşmanlığı, ırkçılığı kendilerine bayrak yapanlara, onlara sessiz kalarak destek olanlara, gettolarda ve kamplarda, Rus steplerinin diplerinde neler olup bittiğini bilip de bilmezden gelenlere, bir başkaldırıydı…  Tıpkı Pesah Agadası’na konu olan Mısır’dan çıkış gibi, tıpkı Yehuda Maccabi isyanı, tıpkı Bar Kohba ayaklanması gibi bir başkaldırı.

Peki, Nasyonal Sosyalizmin ırkçı ideolojisi mi daha çok Yahudi düşmanıydı, yoksa ikinci tapınağı yıkıp Eretz Yisrael’deki Yahudi varlığına son veren Roma İmparatorluğu mu? Ya da, daha gerilere gidecek olursak, İbranileri köle olarak çalıştıran Firavunlar mı?

Ne fark eder?

Bugünden geriye bakıldığında bu soruya yanıt tüm açıklığı ile ortada duruyor: Onlar neredeler?