Pesah, özgürlüğe kavuşma zamanı

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı
4 Nisan 2012 Çarşamba

Pesah Bayramı’nda kutlanan nedir? Bene Yisrael’in Paro’nun boyunduruğundan ve Mısır esaretinden kurtuluşu. Bayramın iki gecesi kurulan sofraya ne denir? Seder.Seder sözcüğünün anlamı nedir? Düzen. Peki Pesah sofrasına neden “düzen” deme gereği duyuldu? Sofrada yapılan ritüel, değişmez bir düzeni takip eder de ondan. Seder sırasında ne okunur? Pesah agadası. Pesah agadası neyi anlatır? Bene Yisrael’in özgürlüğe kavuşma öyküsünü. Böylece ne yapılmış olur? Mısır’dan Çıkış böylece nesilden nesle aktarılmış olur.

Şimdi bana diyeceksiniz ki, yerin bol galiba. Bunları bilmeyen var mı? Haklısınız ancak Pesah agadası çoğu zaman eğlenceli bir öyküymüş gibi neşeli bir şekilde dinlense de, sofrada bulunan herkesin kendini o anda gerçekten Mısır’dan çıkıyormuş gibi hissetme emri ne yazık ki, gözardı edilir.

“Öyle bir emir mi var, hangi emir?” diye soranlarınız olacaktır. Şemot Kitabı’nın Boperaşasının Mısır’ın hatırasını anmaktan söz eden bölümü şöyle yazar: “O gün çocuğuna anlatacak, Mısır’dan çıkışım sırasında, Tanrı benim için tüm mucizeleri... yaptı diyeceksin” (13:8).

Yukarıdaki pasukun sözlerine dikkat edecek (“Mısır’dan çıkışım”, “tüm mucizeleri benimiçin yaptı” gibi) ve bu sözleri söyleyeceklerin sonraki nesillere mensup olacağını düşünecek olursak, ortaya şu sonuç çıkar: “Kişi kendini sanki Mısır’dan şahsen çıkıyormuş gibi görmelidir” (Rambam ve Talmud, Pesahim 116b).

Oo, bütün bunlar 3.300 sene önce oldu, beni ne ilgilendirir diyenlere söyleyecek sözüm yok. Demeyenler, okumaya devam edebilir.

Esaret ille de daha güçlü bir kişinin boyunduruğu altında ezilmek değildir. İnsanoğlu öncelikle kendi zaaflarının, hırslarının ve önyargılarının kölesidir. Bir Yahudi’nin her Pesah yapması beklenen, benliğini tutsak eden bir engelden daha kurtulmasıdır.

Ben düz mantık bir kişiyim sevgili okurlar. Dolaylı imalara, tersini söyleme yoluyla düzünü kastetmeye aklım pek ermez. Hayır sözcüğünün belki, belki sözcüğünün evet anlamına geldiği dünyayı bilmem. Karşımdaki ne derse, doğru kabul ederim. Ağzımın ya da kalemimin laf yaptığına bakmayın, aslında biraz safım, anlayacağınız. Bu yüzden de aklımın ve değerlerimin şaşması doğal ve başıma sık gelen bir olaydır.

 “Herkesin doğrusu kendine” sözünün benim gözümde hiçbir geçerliliği yoktur. Yine benim için, Yahudiliğim gereği, tek bir doğru vardır, o da Tora doğrusudur. Hayatımı böyle düzenlemeyi ve yaşamayı seçtim. Her zaman başarıyor muyum? Maalesef hayır. Ama çabalıyorum en azından.

Buna karşın “her koyun kendi bacağından asılır” sözüne inanırım. Herkes dilediğini yapar ve çalıp çırpmadıkça, cana kastetmedikçe, yaptığı kabulümdür. Ancak “cana kastetmek” deyimini de Tora’ya göre algılarım. Sözler de öldürür. Birine kötü konuşarak yüzünün öfkeyle kızarmasına veya utançla sararmasına yol açmak, kan dökmekle eşdeğer tutulur. Bu yüzden de her Kipur öncesinde (yazılarımı okuyanlar fark etmiştir) bilerek ya da bilmeyerek yaptığım yanlışlar için genel bir özür dilerim.

Yargı benim işim değildir. Bir kişi, hayat görüşüme taban tabana zıt bir tarzda yaşasa bile arkadaşım olabilir. Herkesle paylaşacağım, herkesten öğreneceğim ve herkese öğretebileceğim şeyler vardır. Ancak Yahudiliğe ters düşen bir durumda, karşımdakini uyarmayı görevim sayarım çünkü yine Tora öğretisi gereği, herkes birbirinden sorumludur.

Üff, kendimden ne çok söz ettim. Halbuki amacım kendimi anlatmak değil, önyargıların zarar ve sakıncalarını ele almaktı. Kişi “düz mantık” olunca, önyargıları azdır. Karşısındaki hakkında fikir edinebilmek için onun konuşmasını ve hareket etmesini bekler. Toplumun katmanlarından söz edildiğini duyunca şaşırır. Nasıl yani? Arkeolojik kazı mı yapıyoruz, jeoloji mi çalışıyoruz, der. Toprak katmanı duyduk ama toplumun katmanları? Çünkü önyargıdır toplumu katmanlara ayırmak. En üste crème de la crème (tepede bir de kiraz şekerlemesi), altında seçkinler, aydınlar, saygınlar, zengin ama cahiller, sonradan görmüşler, parasız ama okumuşlar, parası ve bilgisi az olanlar, aklı kıt olanlar, gün yüzü görmemişler, fukara kara cahiller... en dipte yontma taş devrinden kalanlar, hiç yontulmamışlar, henüz dik yürümeyi beceremeyenler, alet kullanamayanlar, vb.

İşin tuhafı, hayvanların da önyargıları vardır. Köpekler örneğin, insanları kılık, kıyafet ve üniformalarına göre sınıflandırır. Sözgelimi, yırtık pırtık giyinenleri ve postacıları sevmezler... İçgüdü diyemeyiz buna. Bütün postacılar mı kötü haber getirir?

Bu Pesah, önyargılarımızdan kurtulmayı denesek? Kişinin başının üstündekiler yerine başının içindekiler, sırtındakiler yerine kalbindekiler ve ayağındakiler yerine gittiği yönle ilgilensek mesela... İyi olmaz mı?