Kırılma noktaları

Avram VENTURA Köşe Yazısı
8 Ağustos 2012 Çarşamba

Ünlü Nobelli yazar José Saramago, eski bir çilingirdi. Onun yazar olmasında en büyük payın gençken okuduğu Fernando Pessoa’nın şu dizeleri olduğunu söyler:

Bütün olmasını bil, büyük olmak için:

Ne abart kendini ne de dışla.

Bir şey bil her şeyde. Ver kendini yaptığın her şeye,

Ay bu yüzden parlıyor her gölde bütünüyle

Yaşıyor çünkü yüksekte

Ünlü yazar bu dizeleri okuduktan sonra kendi kendine, “evet, böyle yaşayacağım!” demiş. Onun için yaşamında bir kırılma noktası!

Kimi zaman beynimize kazınan birkaç dize, yüreğimize işleyen bir öykü, sıradan bir görüntü, bizi aydınlatan bir insan ya da yaşadığımız farklı bir deneyim, yaşamımızı tümüyle değiştirebiliyor. Ya düşünsel yanımızı tetikliyor, ya tıkalı duran sanat damarlarımızı açıyor ya da bedenimizin uyuyan alanlarını eyleme geçiriyor. Bir başka deyişle, içimize düşen bir kıvılcım yangına dönüşebiliyor.

Bir başkasını örnek göstermeden, kendimden biliyorum. Beni de şiir yazmaya iten, ortaokul sıralarında edebiyat öğretmenimin tahtaya yazıp üstünde çalıştığımız bir dörtlüktü. O yıllarda şiire karşı bir ilgim olmamasına karşın, bu dörtlüğü okuduğumda etkilenmiş, birkaç yıl dilimde dolanıp durmuş, nasılsa sonradan benzer bir şeyler karalama hevesiyle beni şiir okyanusuna itmişti. Aynı şekilde bir yakınımın dayatmasıyla kaleme aldığım bir sanat haberi, içimdeki ilk kıvılcımı tutuşturmuş, gazete sayfasında adımı gördükten sonra beni deneme yazmaya yönlendirmişti. Kuşkusuz içimdeki o yazma dürtüsü olmasa, sürekli kendimi aşmak, daha güzele ulaşmak için çaba harcamasam, tutuşan o ilk kıvılcımlar, nasılsa bir süre sonra söner giderdi.

Ünlü sanatçıların yaşam öykülerini okumayı seviyorum. Kimi zaman onlardan söz ederek bu insanları kendime örnek alıyor, kimi zaman da düştükleri yanılgılardan ders almaya çalışıyorum. Benim ilgimi çeken, bu insanları başarı yoluna iten etmenler kadar, bu yolda yaptıkları çalışmalar ve engeller karşısındaki duruşlarıdır. Okuduklarımın ışığında, genel bir bakışla şunu söyleyebilirim: Çoğu sanatçının yaşamında acı ve mutsuzluk mutlaka yer almış, yaratılan her yapıt, gözyaşı ve alın teri ile sulanmıştır. İhanet, aldatılma, yalan, kötü alışkanlıklar, ölümcül hastalıklar ya da ölüm gibi yaşantımızı bir anda karartabilecek olaylar, sıradan bir insanın geleceğe bakışını değiştirebilirken, bir sanatçı için kimi zaman bir patlama nedenidir. Öyle ki, bu olayların getirdiği duygulanmalar, onlarda bir kırılma noktası yaratabildiği gibi sanat ateşlerini körüklemede etkin olabiliyor.

Alber Camus, dünya aydınlık olsaydı sanat olmazdı, der.

Ben o denli kötümser olmak istemiyorum; ancak büyük sanatçıları oluşturan etmenleri, yetişme koşullarını bilmeden onları anlamamız olanaksız. Yalnızca yapıtlarının önemli olduğunu öne sürenlerin düşüncelerine de saygı duyarım.