Bu hafta ağımıza takılanlar

Dünyanın en çözümsüz çatışmalarının merkezi olan Kudüs´te Müslümanların Ramazan´ının ya da Yahudilerin Pesah´ının bir arada kutlandığı, herkesin birbirine saygı gösterdiği, kimsenin komşusundan nefret etmediği bir dönem vardı. Osmanlı İmparatorluğu´nun birkaç yılı; işin içine vergi alma, mülk edinme, mal yarışı girince karıştı. Koca imparatorluğun sadece küçük bir şehrinde başarıya ulaşan ´bir arada yaşama´ politikası mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti´nin apartmanında bile işlemiyor. ORAY EĞİN

İzak BARON Diğer
8 Ağustos 2012 Çarşamba
  • İSRAİL TOPLUMUNUN GENELİNDE DE ATEİZMİN GİDEREK YAYILMASININ ARKASINDA, ACABA "SEÇİLMİŞ MİLLET" TEORİSİNİN SIK SIK GÜNÜMÜZ DÜNYASINDAKİ ANİ DARBELERLE YALANLANMASI YATIYOR OLABİLİR Mİ?

Haaretz'in söz konusu haberine göre, Gazze'den devlet zoruyla çıkarılmış olmak, yerleşimci Yahudileri ciddi şekilde Tanrı'nın vaatlerinin gerçek olup olmadığını sorgulamaya zorlamış. Yerleşimcilerin "Biz ne yaptık da oradan çıkarıldık?" sorusunu sorarak Yahudiliğe dair her şeyi sorgulamaya başladıklarını kaydeden Haaretz, Şaron hükümetinin aldığı kararın hiç beklenmedik bir sonucunu da ortaya koymuş oluyor.

Böyle olması çok normal, çünkü kendilerini Tanrı'nın seçilmiş milleti olarak konumlandıran, nesillerini bu duyguyla yetiştiren, eğitim sistemlerini tamamen bu ilkeye göre şekillendiren İsrail ulusu için böylesi şoklar pek alışıldık değil.

Yahudi inancı, tarihi boyunca en büyük sarsıntılarından birini hiç şüphesiz Holokost sırasında yaşadı. Tanrı'nın en sevdiği, seçtiği, koruyup kolladığı bir milletin Avrupa'nın göbeğinde ve dünyanın gözleri önünde soykırıma tabi tutulması, milyonlarca Yahudi'yi Tanrı'nın kendilerine bakış açısını sorgulamaya zorladı. Yahudi din adamları, "seçilmiş millet" teorisiyle mevcut durumu uyuşturmakta epey zorlandılar. Bereket, arkasından fazla zaman geçmeden İsrail kuruldu da, "Tanrı'nın vaadi" yeniden gerçekleşti. En azından, bunu böyle izah etmek herkesin işine geldi.

Yahudiliğin ve Yahudilerin içine düştükleri bu açmaz, Siyonizm karşıtı Yahudilerde nispeten daha net bir duruş halindedir. Onlara göre "Tanrı, Yahudileri başkaldırdıkları ve günah işledikleri için cezalandırmış, yeryüzüne dağıtmış, başka uluslara ezdirmiştir. Bir Yahudi devletinin kuruluşu, ancak Tanrı'nın affının belirtisi olan Mesih'in gelişiyle olacaktır. Mesih gelmeden, şartlar zorlanarak kurulan bir devlet gayrimeşrudur."

Son bir soru:

Bugün sadece Gazze'yi terk eden yerleşimciler arasında değil, İsrail toplumunun genelinde de ateizmin giderek yayılmasının arkasında, acaba "seçilmiş millet" teorisinin sık sık günümüz dünyasındaki ani darbelerle yalanlanması yatıyor olabilir mi? Araştırmaya değer bir konu doğrusu…

Taha Kılınç

http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2012/07/30/tanrinin-vaatleri-yerine-gelmeyince

 

  • YÜZDE 99 MÜSLÜMANIZ, ÇÜNKÜ ÖBÜR “YÜZDELERİ” KOVDUK GİTTİ...

Trakya’daki 1934 Yahudi pogromu ve 6-7 Eylül, devletin Lozan’da anlaşma gereği verdiği sözleri çiğneme operasyonlarıydı, halkı yanına alması hiç güç olmadı; birkaç söylenti, ne yapacağını öğrenmiş uygun sayıda provokatör, sonuç: 1936 beyannamesi ve Varlık Vergisi’yle yaşam alanları zaten daraltılan Yahudi ve Hıristiyanlar için ülkenin cehennemden beter olabileceği mesajı. Sonrası malûm, utanılacak şeyle övünüyoruz: Yüzde 99 Müslümanız, çünkü öbür “yüzdeleri” kovduk gitti...

Sokak devleti takip eder.

12 Eylül öncesi Maraş, Sivas ve Çorum olayları, “Bana devlet cinayet işliyor dedirtemezsiniz” sözünün işaret fişeği olduğu ortamın işleriydi. “Karanlık güçler, provokatörler” vesairenin yanına halktan insanları almasının sırrı da biraz buradadır: Ahali, kendisine yol verildiğini bilir, hisseder. Bu noktada karanlık ya da aydınlık provokatörlerle “geleneksel zihin kodları” buluşmuştur.

Ali Topuz

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1095762&Yazar=ALI-TOPUZ&CategoryID=98

 

  • MODACI KIZIMIZ VE YÜZDE 42 YAHUDİ KOMŞU İSTEMİYOR İŞTE. TÜRKLERİN YÜZDE 90'I İSE HAYATINDA HİÇ YAHUDİ TANIMAMIŞ

Kızımızı ailesi en iyi okullarda okuttu, Londra'da moda tasarımı öğrendi, dünyanın çeşitli kentlerinde defileler yaptı. En son New York'ta takılıyordu galiba. Annesi Türkçeye çok önem verdiği için çocuklarının diksiyonlarına da azami ilgiyi göstermiş. Küçük hanımın hafiften TRT spikeri gibi konuşmasının nedeni bu. Gururumuzu kabartan, eski Türkiye Cumhuriyeti'nde olsa televizyona çıkartılıp 'İşte çağdaş Türk kızı' diye sunulacak türden biri. İzmirli teyzelerin gözleri yaşarır, oğullarına gelin almak isterler.

Ama bir kusuru var bu: Yahudiler'den nefret ediyor. Evet evet, yanlış duymadınız. Moda-Bağdat Caddesi hattında büyüyen bu genç kız, ait olmak istediği bohem çevreye mensup arkadaşlarının arasındaki bir ev partisinde bu düşüncelerini bir anda kusuverdi işte. Belki kafalar iyiydi, o an üzerinde durulmadı. Ortamda Yahudi de yoktu, belki bundan cesaret aldı. Ama zaten suyu ısınmıştı, bileti kesildi. Türk bohem gençlerinin hepsi akılsız izansız değil işte, şuursuzluğun bedelini illa ödetiyorlar.

Çok sonraları bir chat seansında "Ya yeni duydum, sen Yahudilerden nefret ediyormuşsun" diye yüzüne vurulduğunda da "Ayyy evet" diye konuya girip karşısındakinden hiç beklemediği bir tepki aldı: "Ben Yahudiyim." Ne diyeceğini bilemedi, doğal olarak şaşırdı. Kıvırmaya çalıştı, ama nafile. "Ay aslında nefret etmiyorum da şöyle..." diye dişe dokunur bir açıklama yapamadı tabii ki. İşin tuhafı şu: Sonraki günlerde, aylarda, yıllarda kendisiyle yüzleşen arkadaşlarıyla, bu çirkin açıklamalarından rahatsız olduğunu belli edenlerle bile hala görüşmekte ısrar etti. "Özledim, nerelerdesin, neden buluşamıyoruz" türü bir dolu mesajı yanıtsız kalmasına rağmen. İnat mı? Bence pişkinlik. Hiçbir şeyin yapışmadığı bir teflonluk.

...

Dünyanın en çözümsüz çatışmalarından birinin merkezi olan Kudüs'te Müslümanlar'ın Ramazan'ının ya da Yahudiler'in Pessah'ının birarada kutlandığı, sokaklarda herkesin birbirine saygı gösterdiği, kimsenin komşusundan nefret etmediği bir dönem vardı oysa. Osmanı İmparatorluğu'nun birkaç yılı; işin içine vergi alma, mülk edinme, kısacası mal yarışı girince karıştı. Bunu başaran devleti bugün yüceltip baştacı ediliyor, kökenlerimize sahip çıkılıyor ama koca İmparatorluk'un sadece küçücük bir şehrinde (harbi küçük) başarıya ulaşan 'birarada yaşama' politikası mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti'nin apartmanında bile işlemiyor.

Modacı kızımız ve yüzde 42 Yahudi komşu istemiyor işte. Türklerin yüzde 90'ı ise hayatında hiç Yahudi tanımamış.

Oray Eğin

http://www.the-oe.com/2012/07/blog-post.html

 

  • MUSEVİLİĞE YÜREKTEN İNANAN VE GEREKLERİNİ YERİNE GETİRMEYE ÇALIŞAN ARKADAŞIM, "DİNİM SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA, 'NASIL'INI KONUŞURUM AMA 'NEDEN'İNİ TARTIŞMAM" DER

Geçen akşam gördüğüm mahya, bana Yahudi bir arkadaşımla yaptığım konuşmaları hatırlattı.

Museviliğe yürekten inanan ve gereklerini yerine getirmeye çalışan arkadaşım, "Dinim söz konusu olduğunda, 'nasıl'ını konuşurum ama 'neden'ini tartışmam" der.

Bu arkadaşla gezmek hem zordur, hem de kolay: Herkes kebap ısmarlar... Bizimki mönüyü uzun uzun inceledikten sonra, peynirli pide ve salata ister.

Biz tabii biraz huzursuz oluruz. "Keşke senin daha lezzetli bir şeyler yiyeceğin bir lokantaya gitseydik ama sen de buraya gelirken hiç itiraz etmedin" deriz.

O ise hiç istifini olmaz: "Sizin lokantalarınızdaki etler 'koşer' değil ki... Yani benim dine uygun kesilmemiş. O yüzden, nereye gidersek gidelim, ben zaten o etleri yiyemem..."

İşte mesela o anda masadaki birisi, "Neden koşer olmalı" diye sorduğunda... Yahudi arkadaş, "Çünkü dinimizin gereği... Nedeni beni ilgilendirmez" der.

Emre Aköz

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2012/08/02/mahyalara-ne-yazmali

 

  •  “BABAM İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZ ORDUSUNDA SUBAYLIK YAPARKEN ESİR DÜŞTÜĞÜNDE BİR YUNAN MANASTIRI KENDİSİNİ NAZİLERDEN BİR YIL BOYUNCA SAKLAMIŞ VE HAYATTA TUTMUŞ”

Benim Yunanistan’a müteşekkir olmam için zaten özel nedenlerim var. Çünkü babam İkinci Dünya Savaşı’nda İngiliz ordusunda subaylık yaparken esir düştüğünde bir Yunan manastırı kendisini Nazilerden bir yıl boyunca saklamış ve hayatta tutmuş. Daha sonra babam Almanlar tarafından yeniden yakalanmış ve beş yıl sonra serbest kalabilmiş. Eve döndüğünde biz çocuklarına Yunanca şarkılar öğretti ve bize de Yunanca konuşuyordu. Bu tecrübe ve anılar bütün ailemi her zaman çok etkilemiştir.

...

Biz Yunanistan’dan daha kötü bir kriz geçirdik. 1984 yılında ben Başbakan iken ülkemizin enflasyonu %400 idi. Çok katı kararlar almamız gerekiyordu. Maaş ve gündelikleri kestik, finansmanları durdurduk ve bütçemizi azalttık. Her sabah beni öldürecekler diye korkuyordum. Önlemler çok katı ve acı vericiydi. Ancak hiç beklemediğim şekilde önlemler ne kadar sert oluyorsa hükümetin popülaritesi de o kadar artıyordu. Halk ciddiyetle çalıştığımızı düşünüyordu. Bir yıldan daha az bir sürede enflasyonu %400’den %16’ya düşürdüğümüzde benim popülaritem %86’ya yükseldi; hem de büyük kesintilerin yapılmadığı bir ekonomi sektörü olmamasına rağmen.

Halk ve hükümet, sendikalar ve üreticilerden oluşan bu üç sacayakla çok önemli şeyler yaptık. Sendika ve üreticiler genelde hükümetin çok şey yapmadığı şüphesine kapılır. İşe hükümetin bütçesinde büyük kesintilere giderek başladık. 36 saat süren hükümet toplantısı yaptığımız oldu. Ben şahsen tüm fonları kestim. Eğer bir Bakanın uyuduğunu görsem, hemen bütçesini kesiyordum. Öfkeli bir şekilde uyanıyordu ancak başka bir seçeneğimiz yoktu. Sizin de bizim yaptığımızı yapabileceğinize inanıyorum. Bu çok acı vericidir. İnsanları anlıyorum. Bu anneler için, çocuklar için çok katıdır. Ancak bu tedavi olmak için hastaneye girmeye benzer. Hoş bir şey değildir. Acı vericidir. Ancak iyileşmek istersen bunu yapmak zorundasın.

....

İnsanlar Esad giderse alternatif olmadığından korkuyor. Ancak gerçek şu ki, Esad artık alternatif bir çözüm teşkil etmiyor. Bunun Suriye’de yaşanan ahlakî ve politik krizden çıkmanın en iyi yolu olduğunu düşünüyorum. Bu ahlaki bir krizdir. Çünkü hiçbirimiz küçük çocukların zalim bir diktatör tarafından öldürülmesine ve çocuk tabutları görmeye dayanamıyoruz. Bu konuda kimse kayıtsız kalamaz. Diğer taraftan müdahale etmek istesek, bize “siz yabancı ülkesiniz ve bu konu sizi ilgilendirmez” diyecekler. Olması gerekenin Birleşmiş Milletler’in (BM) Arap Birliği’ne geçici – bir iki yıllığına – bir hükümet imkânı vermesidir. Bırakalım Araplar kendi konularını kendileri idare etsinler. Bizden daha iyi biliyorlar ve kabileleri tanıyorlar. BM çatısı altında ve desteğiyle, kendi barış güçlerini göndersinler. Bana göre bu Suriye’deki mevcut durum için en iyi çözümdür.

Şimon Peres

http://www.azinlikca.net/bati-trakya-haber/israil-cumhurbaskanindan-mega-tvye-onemli-aciklamalar-852012.html

 

  • “ATATÜRK’ÜN MANEVİ KIZININ BİR YAHUDİ GENCİYLE EVLENMESİ BÜTÜN TÜRK HALKINDA KUVVETLİ BİR MEMNUNİYETSİZLİK YARATMIŞTIR”

Bilinen, küçük Ülkü’nün İstanbul Amerikan Kız Koleji’nden hemen sonra daha 16 yaşındayken diğer manevi kızlardan Sabiha Gökçen’in amcaoğlu üsteğmen Fethi Doğançay’la evlendirildiği.

Bu evlilikten iki çocuğu olan ve uzun süre adı unutulan Ülkü Doğançay’ı, 1962 yılında yeniden gazete manşetlerine çıkaran olay ise yaşadığımız ülke ve rejimimiz hakkında çok şey anlatmakta.

İki çocuk annesi 30 yaşındaki Ülkü, 1962 yılında kendisinden yaşça küçük Nişantaşı’nın 1.90 boyunda sarışın en gözde zengin bekârlarından birine âşık olur ve onunla evlenmek için subay eşinden boşanır.

Bu evliliği gazete manşetlerine çıkaran yaş farkı ve boşanma hikâyesi değildir. Atatürk’ün manevi kızı Ülkü’nün evlendiği genç adamın İstanbul’un ünlü Musevi yağ tüccarı ailelerinden birinin oğlu olan Yeşua Bensusen olmasıdır.

27 Mayıs darbesinin hemen arkasıdır. Basın ve “devrim”in bekçileri Milli Türk Talebe Birliği ve Mustafa Kemal Derneği bu evliliğe karşı ayağa kalkar, protesto gösterileri düzenler.

Atatürk’ten Ülkü’ye intikal eden hakların kendisinden alınmasını istemekle yetinmez, okul kitaplarından Atatürk ile Ülkü’nün anlatıldığı tüm bölümlerin çıkarılmasını da isterler.

Mustafa Kemal Derneği Başkanı Muhtar Kumral, “Atatürk’ün manevi kızının bir Yahudi genciyle evlenmesi bütün Türk halkında kuvvetli bir memnuniyetsizlik yaratmıştır. Bizler bunu protesto ediyoruz. Atatürk’ün kızını örnek alan birçok genç kız yabancı gençlerle evlenme arzusu göstermekteler,” diyerek tepkisini dile getirecektir.

Kampanyanın basındaki ayağını ise Hürriyet, Gece Postası ve Yeni Sabah götürmektedir. Tepkileri manşetlerden veren gazetelerin yer verdiği okuyucu mektuplarında Ülkü ve Yahudi eşinin vatandaşlıktan çıkarılması, memleketten kovulması bile istenmektedir. Çiftle konuşan Hürriyet, röportaja “Ülkü bu izdivacı normal görüyormuş” başlığını uygun bulur.

Tepkiler üzerine Yeni Sabah ’a konuşan Yeşua Bensusen kendisini şöyle savunmaktadır: “Türk vatandaşıyım, vatanî görevimi şerefli Türk ordusunda yaptım. Memleket için gerekirse kanımı akıtabilirim. Her Türk genci gibi Atatürk’e son derece bağlıyım, içimdeki Atatürk sevgisi sonsuzdur, Atatürk’ün hatırasını yaşatabilmek, Ülkü’yü mutlu kılabilmek amacıyla elimden gelen gayreti göstereceğim.”

Ama yetmez. Sonunda Yeşua Bensusen adını Yaşar Bensu olarak değiştirdiğini bile açıklar.

Ülkü’ye bu evlilikten sonra uzun yıllar yok muamelesi yapılır. Gazete arşivlerinde onun adına 1980’lerin başından itibaren yeniden rastlanıyor. Bu kez yeni Türk ve Müslüman olan eşinin soyadıyla.

Yıldıray Oğur

http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=9668&yildiray_ogur-kucuk_ulku’sunu_bile_mutlu_edemeyen_cumhuriyet

 

  • Netten okumalar
  • ABD SEÇİMLERİ, YAHUDİLER,  İSRAİL VE OLİMPİYATLAR

http://www.hasturktv.com/dunyada_bugun/4086.htm

 

  • HEMEN, ŞİMDİ... NEFRET SUÇLARI YASASI! – HAŞMET BABAOĞLU

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2012/08/01/hemen-simdi-nefret-suclari-yasasi

 

  • İSRAİL SURİYE'Yİ NASIL DİNLİYOR, NASIL GÖZETLİYOR? – FİKRET ERTAN

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1326851&title=israil-suriyeyi-nasil-dinliyor-nasil-gozetliyor

 

  • Netten seyredin/dinleyin
  • THE COLORS OF JERUSALEM

http://www.youtube.com/embed/H0DwOEVlHdg?rel=0&hd=1

 

  • LADINO: LA GUERTA DE MALKA

http://www.youtube.com/watch?v=B5sRrXwhxp8

 

  • LADİNO - DAVİD ERMOZA

http://www.youtube.com/watch?v=l09el-ieazo&feature=related

 

  • MUHTEŞEM TEL AVİV GÖRÜNTÜLERİ EŞLİĞİNDE CHARLESTON

http://israilblogu.com/2012/08/01/video-muhtesem-tel-aviv-goruntuleri-esliginde-charleston/