Unutulan Türk Yahudilerine vefa borcu

Naim A. Güleryüz’le son kitabı hakkında keyifli bir söyleşi

Ester YANNİER Toplum
1 Ağustos 2012 Çarşamba

500. Yıl Vakfı Başkanı  Naim Avigdor Güleryüz, Gözlem Yayıncılık tarafından yayınlanan ‘Toplumsal Yaşamda Türk Yahudileri’ başlıklı kitabında 16. yüzyıldan günümüze bu topraklarda yaşayan Yahudileri irdeliyor.  Güleryüz ile toplumda az bilinen ancak topluma değerli katkıda  bulunmuş  kişilerin yer aldığı, geçmişe ışık tutan kitabını konuştuk

Kitabınız bir başvuru niteliğinin taşıyor. Sizi böyle bir çalışmaya iten neden nedir? 

Türk Yahudilerinin tarihini araştırırken karşılaştığım sayısız kişinin yaşamını irdelerken, çoğu unutulan, hatta bazıları hiç bilinmeyen bu kahramanlara bir vefa borcumuz olduğunu hissettim. Ve yıllar önce, TÜYAP’taki ilk kitap fuarında satın aldığım, Mehmed Süreyya’nın ‘Sicill-i Osmani’1 eseri doğrultusunda bir biyografi derlemesi hazırlamayı tasarladım. Peyderpey toparlayabildiğim bilgiler kalın klasörler oluşturunca, tümünü bir arada yayınlamanın zorluğu karşısında bir ilk seçim yapmak gerekti. Kendime objektif bir kriter, bir kıstas aradım.

Kitabın önsözünde de ifade ettiğim gibi, bu topraklarda 700 yıldır var olan Türk Yahudileri söylemleri ve icraatlarıyla her zaman ülkesine ve bayrağına bağlılığını ispatlamış, bu vatanın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bu ahenkli beraberliğe rağmen, Lozan Antlaşmasında, hiçbir zaman benimsemedikleri ‘ekalliyet’, yani azınlık statüsüne dâhil edildiler. Toplumda da, yeterli bilgi yoksunluğundan dolayı önyargılı olarak, onları hâlâ sadece tüccar veya banker olarak algılayan, daha kötüsü onları ‘öteki’ hatta ‘yabancı’ sayanlar mevcuttur.  İşte, somut örnekler ve belgesel-görsel kanıtlar ışığında bir bilgilendirmenin faydalı olacağını düşündüm.

Kitap hangi yıllarda yaşamış olan Yahudileri kapsıyor?

O güne kadar toparlayabildiğim 350’yi aşkın biyografi arasında seçim yaparken, 16. yüzyıldan günümüze, ancak birkaç zorunlu istisna dışında, artık ebediyete intikal etmiş kişilere yöneldim. Herkesi bir kitaba sığdırmak söz konusu olmayınca, seçtiğim on yedi değişik alanın her biri için, az bilinen veya hiç bilinmeyen, ancak topluma değerli katkıda bulunmuş bazı örneklerle yetinmek mecburiyetinde kaldım.

Tüm bu kişilerin bilgilerine nasıl ulaştınız?  Çalışmanız ne kadar sürdü?

Sağlıklı arşiv azlığında, çoğu için adeta iğne ile kuyu kazarcasına, yurt içinde ve dışında değişik kaynakları taradım. Dipnotlarında ve kitabın sonundaki Kaynakça bölümünde gördüğünüz kitap, dergi, ansiklopedi, tez vs’leri didikledim. Bu arada Başbakanlık Osmanlı Arşivleri ve daha önce bazı spesifik konularda ayrıntılı tez veya kitap hazırlayan bazı araştırmacıların yapıtları da benim için bulunmaz nimet oldu. Çoğu kimselerin, henüz hayata olduğunu düşündüğüm ve umduğum çocuklarının, torunlarının, yakınlarının yurt içinde ve de dışında izini sürdüm. Kendileriyle şahsen veya telefonla veya mesajla iletişimde bulunarak bölük pörçük de olsa, başka yerlerde bulunamayacak bazı değerli ailevi bilgi notları ve fotoğraflar elde ettim. Bu çalışma ‘gergef işler’ gibi sabırla, yaklaşık beş yılımı aldı.

Kitabın ilginç simaları arasında kimleri sayabilirsiniz?

İtiraf edeyim ki, benim için her biri ayrı ayrı ilginç ve aralarında seçim yapmak çok zor. Ama yine de, birkaç isim zikretmem gerekiyorsa, Servet-i Fünun şairleri İsak Efendi Ferera ve İbrahim Nom, Sultan III. Selim’in derin bir saygı beslediği hocası ve Klasik Türk Sanat Musikisine değerli makam ve besteler kazandırmış Tamburi İsak Fresko Romano, tıp literatürüne damgasını vurmuş Dermatolog Dr. Menahem Hodara, Şurayı Devlet Azası ve İstanbul Şehremini Muavini Behor Yuda Efendi Eskenazi, yurdumuzun ilk şehir planlamacısı (urbanist) Aron Angel, Emniyet Amiri Kahraman Kemal Ağabey Samuel Efendi İzerel ve efsane basketbolcu Jak Habib bende değişik duygular uyandıran isimlerin başında geliyor.

Günümüzde Türk Yahudi Cemaatinden parlamentoda pek bir isme rastlanmazken, kitabınızda tarih boyunca hükümetlerde görev almış isimlere rastlıyoruz? Sizce bu neden kaynaklanıyor?

Osmanlı döneminde parlamentoya seçilme koşulları farklı idi. Selanik, Yanya, Hersek, Bağdat gibi imparatorluğun, Yahudi toplumu geniş olan değişik vilayetlerden seçilen temsilciler Birinci ve İkinci Meclis-i Mebusan’da yer aldılar veya bizzat Sultan tarafından doğrudan Ayan Meclisine atandılar. Cumhuriyet döneminde, özellikle 5. dönemden sonra ve 1957 seçimlerine kadar, siyasi partiler aday listelerinde azınlık temsilcilerine de yer vermek lüzumunu hissederek seçilebilecek sıralara, o cemaat tarafından belirlenip teklif edilmiş bazı isimleri yerleştirmeye başladılar.  Bunların arasından, Ocak-Bucak teşkilatından başlayıp fiilen siyaset yaparak, yoklama kazanarak,  tabir caizse bileğinin hakkıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine seçilen Yahudi milletvekili bence, Salamon Adato’dur. 1960 askeri müdahalesinden sonra günümüze kadar sadece Cefi Kamhi, seçilebilir bir sırada yer alarak parlamentoya girme onurunu elde etti. Bir gerçektir ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş yıllarını takiben, Lozan Antlaşmasının yarattığı azınlık psikolojisi, 1934 Trakya Olayları, İkinci Dünya Savaşının stresli günleri dönemin koşulları sonucu gelişen ortam Türk Yahudilerinin iç politikaya fiili ilgilerini önemli derecede azalttı. İlginç bir durumdur ki, değişik tarihlerde İsrail’e göç etmiş 50.000’e yakın Türk Yahudisi arasından da sadece bir kişi, 1949 göçmenlerinden İzmirli Moshe Sardinas, iç politika ile fiilen meşgul olarak Mapai Partisinden İsrail Parlamentosu Knesset’in 4. ve 6. dönemlerinde yer aldı. Türk göçmenlerin İsrail’de doğmuş ikinci ve üçüncü kuşak mensuplarından Knesset’e girenlerin sayısı da yalnızca üçtür. (Ruhana Avraham ve Rahel Adato isimli iki hanım ile Yitshak Saban). Bu vesileyle, bu bilgileri bana sağlayan Selim Amado ve Nesim Güveniş’e buradan teşekkür ederim.

Türk Musevi Cemaati için genelde ‘merkantil’ bir toplum ifadesi kullanılır? Sizce bu ifade halen doğru mu?

Yahudilerin, başka çalışma alanlarının kendilerine kapalı olduğu dönemlerde geçimlerini özellikle ticari işlemlerden kazanmaları sonucu merkantil bir toplum olarak algılanmaları olağandır. Ancak günümüzde, toplum yaşamının çok değişik düzeylerinde yer alan Türk Yahudilerinin bu genellemeden hızla uzaklaştıklarını düşünüyorum.

Kitabınızda, geniş toplumda Yahudilerin sadece tüccar olmadığını gösteriyorsunuz. Yapıtınızın geniş toplumdaki bu düşünceyi değiştirebileceğine inanıyor musunuz?

Geniş toplum, bütün bu aşama ve gelişmelerden haberdar olmadığından, değişimi fark edemeyip, eskiden yerleşmiş bir önyargıyı sürdürmektedir. Kitabımda, bu fani dünyadan ayrılmış, ebediyete intikal etmiş bazı örneklerle yetindim. Günümüzde ise, etrafımıza baktığımızda, Allah uzun ömürler versin, örneklerin çok daha fazla olduğunu görüyoruz. Ne var ki, bir önyargıyı değiştirmek uzun zaman ve devamlı bir bilgilendirme gerekir. 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesini ziyaret edenlerle zaman zaman yaptığım sohbetler veya bazı konferanslarımda yüksek eğitim seviyeli kişilerin dahi sorduğu sorular, bilgilendirme konusunda ne kadar rötarlı olduğumuzu açıkça ifade etmektedir. Eminim ki ve de çokça tanık oluyorum ki, sohbet veya toplantıların sonunda katılımcılar, başta sandıklarının çok değişik bir versiyonu ile donanmış olarak konuyu tekrar irdelemektedirler. Müzede, 700 yıllık ahenkli bir beraberlik belgesel ve görsel olarak sergilenirken, ben de bu alandaki birikimimi kağıda dökerek kitaplarımla hizmet verme çabasındayım. Şüphesiz ki, yılların bilgi noksanlığını bir çırpıda doldurabileceğimiz hayalinde değilim.  

Peş peşe yapıtlar ortaya çıkartıyorsunuz?  Adeta bir birikim patlaması... Peşinden ne gelecek?

Başladığım ve Yaradan nasip ederse, süratle tamamlamak çabasında olduğum en az on proje var. Bunları gerçekleştirebilmek için de, zor da olsa, 60 yılı aşkın zamandır fahri-gönüllü olarak sürdürdüğüm sivil toplum kuruluşlarındaki tüm görevlerimden artık tamamen çekilip sadece bu konulara odaklanma kararı aldım. Vakıflar Genel Müdürlüğünce restore edilmekte olan Gaziantep Sinagogunun bu yıl içinde bir kültür mekânı olarak hizmete girmesi programlanmakta olduğundan Gaziantep Yahudi Cemaatinin, çok nadir arşivlerden ve tek tek toplanan bilgi kırıntılarından oluşan bir tarih ve gelenekler sunumu bugünlerde baskıya girecek ve ekim ayına yetiştirilecektir.  Tarih boyunca bu coğrafyada yaşamış ve yurdumuzun mülti-kültürel yapısında yer almış, ancak iç ve dış göçler sonucu terk edilen ve günümüzde çoğunun adı dahi unutulmuş sayısız Yahudi cemaati ve sinagogu mevcuttur. Tespit edebildiklerimden 60 kadarının, toparlayabildiğim kadarıyla, bilgilerini derleyen bir araştırmam; 1842’de İzmir’de yayınlanan La Buena Esperansa ile başlayan zengin Türk Yahudi basınının ve basın camiasının ayrıntılı bir tarihçesi; Osmanlı’nın üç başkentinden biri serhat kentimiz Edirne’de, bir zamanlar Avrupa Sefarad kültürünün merkezi olan Yahudi cemaatinin değişik açılardan geniş bir sunumu;  halen yoğun olarak üzerinde çalıştığım konuların birkaçıdır. Beynimde cirit artmakta olan diğer konuları, izninizle, şimdilik sıralamayayım.

500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi hakkında neler diyeceksiniz?

Bildiğiniz gibi 500. Yıl Vakfı Türk Yahudilerinin, bazı günler nadiren de olsa yağmur yağmışsa da, 1376’dan beri 700 yıl boyunca bu vatanda yaşadıkları güneşli yaşamı belirterek, değişik kök, ırk, din, gelenekte insanların beraberce ahenk içinde yaşayabilecekleri gerçeğini dünya kamuoyuna bilgisel-belgesel-görsel olarak sunmayı amaçlamaktadır. Geçmiş yıllarda sergilediği zengin kutlama ve faaliyet programını, 2001 yılı Kasım ayında Karaköy’deki eski Zülfaris Sinagogunu müzeye dönüştürerek sürdürmektedir. Zengin ve anlamlı bir tarihin, varlığı en az 1671’lere dayanan ve 1985 yılına kadar kesintisiz hizmet veren tarihi bir dini yapıda sergilenmesi, on yıl içinde Müzeyi gezen 100.000’i aşkın yerli ve yabancı ziyaretçiyi derinden etkilemiştir. Şimdiye kadar dolan sekiz  cilt ‘ziyaretçi anı defteri’nin içerdiği binlerce samimi ifade ve yorum bunun somut kanıtıdır. Diler ve umarım ki bu tarihi yapı, yüzyıllardır sürdürdüğü toplumsal ibadet görevini takiben on yıldan beri yerini alan toplumsal bilgilendirme ve tanıtma işlevini ifaya devam edecektir.

 

Geçmişle günümüzü mukayese ettiğinizde, sizce hangi dönemde Yahudiler daha fazla toplum yaşamında yer aldı?

Her dönemin kendine özgü zaman ve mekân parametreleri ve de yapısal felsefesi mevcut olduğundan bir karşılaştırma yapıp paralellik kurmak kolay değildir, hatta doğru da değildir. İspanyol Yahudileri, kendilerine yeni bir vatan aradıkları sırada onları buyur eden Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecini tamamlayarak genişleme ve yükselme aşamasına geçtiği ve kalifiye elemana en çok gereksinme duyduğu döneminde geldiler. Bu kişiler, İspanya’da Endülüs egemenliğinde Altın Çağ’da geliştirdikleri ilim, sanat ve zanaat bilgi ve deneyimlerini yeni vatanlarının emrine sundular, devlet bürokrasisinin değişik birimlerinde yer aldılar. Sabetay Sevi olayından sonra Yahudi cemaati yaklaşık iki yüzyıl içine kapandı. 19. yüzyılın ortalarından itibaren, Batı Yahudilerinin ve de özellikle Alliance gibi kuruluşların desteğiyle tekrar uyanarak, Osmanlı’nın kendine özgü devlet yapısı kapsamında toplumsal yaşamın değişik alanlarında boy gösterdi, kendini buldu, gelişti. Cumhuriyetin ilanıyla beraber yeni Türkiye’de, her ‘millet’in etnik veya dini kimliğini muhafaza ettiği Osmanlı devlet yapısı yerini ‘ulus devlet’e bıraktı. Doğal olarak da koşullar ve sonuçlar değişti.