Ağa Takılanlar

Türkiye artık bir karar vermeli. İsrail’le ilişkileri hareketlendirmek için koyduğu ‘Gazze’den ve sınırlarını 67 öncesine çekilme’ koşulu, adeta “Sizinle bir daha görüşmek istemiyoruz. Böyle kalmayı tercih edeceğiz” anlamına geliyordu. Diplomaside yol bitmez. Kendinizi ne kadar köşeye sıkıştırmış olsanız da sonunda bir çıkış bulunur. Önümüzde daha çok çetin yıllar var. Gerçekçi olmak, çıkarlarımıza göre hareket etmek gerekiyor. İsrail ile kapıları açma zamanı gelmiş geçmektedir. M.ALİ BİRAND

İzak BARON Diğer
31 Temmuz 2012 Salı

 

  • “FRANSIZ YAHUDİLERİNİN NAZİ ALMANYA’SINA SÜRÜLMESİNDE SORUMLULUK FRANSA’YA AİTTİR. BİR DAHA ASLA!”

Aslında Fransa’da 45 sonrasında Yahudilerin savaşta yaşadıkları unutulmuş, adeta örtbas edilmişti. Hep kahraman direnişçiler ön plana çıkartılmış. Fransız halkının olumlu yanları vurgulanmıştı. “Birlik, dirlik, devletin yüce çıkarları” (Sevgili okur bu tarz sözler size başka bir ülkeyi daha hatırlatmıyor mu? UH) adına gerçekler görmezlikten gelinmişti. Fransız Bilimsel Araştırmalar Merkezi - CNRS Bölüm müdürlerinden, tarih ve siyaset bilimcisi Anne Wievioarka, “60 Yıl Sonra Auschwitz” başlıklı çalışmasında, “Savaş sonunda yaklaşık 40 bin direnişçi sürgünden geri dönmüştü. Aralarında politik liderler, parlak kişilikler vardı. Daha da önemlisi artları örgütlüydü. Yaralar sarılıyordu. Hiç kimse mallarına el konulmuş, varlıklarının üstüne yatılmış 76 bin Yahudi vatandaşı veya sessiz sedasız dönen ufak tefek iş sahibi, esnaf, zanaatkâr iki-üç bin Yahudi’yi düşünecek durumda değildi. Herkesin gözü çizgili pijamalı Buchenwald, Dachau, Treblinka’dan sağ kalan tutsak kahramanları görüyordu...” diyor.

Tarihçilerin ve kamuoyunun da bastırmasıyla süreçte gerçek değişimi başlatmak bir başkasına kısmet (!) olacaktı. Kaderin solculara bir kötü cilvesiyle, sağ etiketli, sağ gelenekli Fransız Radikal Sosyalist (De Gaulle’cü siyasi blok içerisinde böyle bir resmi hizip mevcuttur) çizgiye daha yakın duran Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, 16 Temmuz 1995’te verdiği bir söylevde “Fransız Yahudilerinin Nazi Almanya’sına sürülmesinde sorumluluk Fransa’ya aittir. Bir Daha Asla!” diyecekti. Toplumsal bellekteki izler artık epeyce netleşmişti. Ama gerek sağdan gerek soldan yükselen tepkiler bazı muğlâk noktaların sürmesine neden oluyordu.

Uğur Hüküm

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ugur-hukum/vel-dhiv-baskini-57623

 

  • ERDOĞAN’IN İKİLEMİNİ ANCAK VE ANCAK İSRAİL ÇÖZEBİLİR

Gelgelelim ki en nihai tahlilde, Erdoğan’ın ikilemini ancak ve ancak İsrail çözebilir. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Danilon’un İsrail ziyaretinin ardından İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, ‘saldırı olasılığını değerlendirmek zorunda oldukları bir durum için hazırlandıklarını ve Esad devrilir devrilmez istihbarat servisleriyle devreye gireceklerini’ söyledi.

Bu açıklama, Tel Aviv’in bugüne dek Suriye’deki gelişmeler karşısında kayıtsız kalma politikasının tül perdesini yırttı. Geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki Obama, Erdoğan’ın üstüne yürümekte isteksiz ya da yetersiz olduğu Suriye ordusunun fiziksel imhası için İsrail’i doğru zamana gelene kadar bir kenarda tutmuş.

Yavaş yavaş karşımıza çıkan manzara, Selefiliğin İsrail’in kanatları üzerinde Şam’a inmesi. Ne ‘askeri müdahale’, ne NATO operasyonu, ne Libya benzetmesi olacak, ne de Erdoğan ordusuna Şam’a yürüme emri verecek.

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın deyimiyle işte bu ‘akıllı güç’. Günün sonunda Erdoğan domuz yağıyla cilalanmış mermiyi ısırıp o çok zor kararı alacak. Çıplak gerçek, onun için Suriye’deki pis işi İsrail’in bitirmesi olacak. Erdoğan’ın, Washington’ın alet çantasına ait olduğunu –ne azı ne de fazlası- kabul etmekten başka çaresi yok. Müslüman Ortadoğu’ya liderlik etmek asla kaderinde yoktu. Batı’nın yaptığı onun meşhur kibrini gaza getirmekten ibaretti. Bu, Washington’ın herkese oynatmadığı imtiyazlı bir roldür.

M. K. BHADRAKUMAR

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1095064&CategoryID=132

 

  • MUSEVİ CEMAATİ BU KADAR SARSILMIŞ, ONLARCA İNSAN KATLEDİLMİŞKEN, ACILAR HÂLÂ TAZE, BOMBA İZLERİ ETRAFA SAÇILMIŞKEN, O SİNAGOGDA RAMAZAN AYINDA İFTAR YAPILMIŞTI

Geçen yıl Musevi Cemaati’nin İstanbul’da sembolik önemi hayli yüksek bir sinagogda organize ettiği iftara katılmıştım. Çok da hoşuma gitmişti. Çünkü çok değil iftardan kısa bir süre önce o sinagogda ayin sırasında El Kaide örgütüne mensup bir grup bombalar patlatmıştı. Hem de İslam adına. Çarpık din anlayışları adına!

Musevi Cemaati bu kadar sarsılmış, onlarca insan katledilmişken, acılar hâlâ taze, bomba izleri etrafa saçılmışken, o sinagogda ramazan ayında iftar yapılmıştı. Meğer daha önce de yapılıyormuş ama basına ilk kez açılmış. Bir yanda ilahiler diğer yanda Kuran’dan ve Tevrat’tan dualar..

Ortak acılar, ortak yakarışlar..

Onca farklılığa ve ötekileştirmeye rağmen.

İslam tasavvufunda çok temel bir prensip var:

Ne kadar çok yürek varsa Allah için çarpan, o kadar çok yol vardır ona giden.

Madem yürek de çok yol da çok, o halde neden hep onlar bize gelmek durumunda kalıyor.

Neden tek yönlü bu yollar?

Azınlık oldukları için mi?

Maalesef biraz öyle!

Çoğunluk olduğumuz için onların kutsal günlerini onlarla birlikte paylaşmak bir türlü aklımıza gelmiyor. Oysa Amerikan başkanları her ramazan Beyaz Saray’da Müslümanlar azınlık oldukları halde iftar daveti yaparlar. Çünkü bir demokrasinin gelişmişlik seviyesi çoğunluk değil azınlıklarına gösterdiği ihtimamla ölçülüyor artık. Çok mu zor Cumhurbaşkanı ya da Başbakan’ın resmi konutta bir Paskalya yemeği vermesi? Çok mu zor Diyanet İşleri Başkanı’nın patrikle bir Paskalya’da, hahambaşı ile Yom Kippur’da (kefaret günü) birlikte oruç açması?

Diyanet İşleri Başkanı, Patrikhane’yi ziyaret ederek çok önemli bir adım attı.

Neden devamı gelmesin? Ne dersiniz Mehmet Bey çok mu zor?

Madem “Ne kadar çok yürek varsa O’nun için çarpan, o kadar yol var”, şu ramazan ayında iftara bir de bu yoldan gidelim istedim.

Eyüp Can

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1095075&Yazar=EYUP-CAN&CategoryID=98

 

  • "BUGÜNLERDE İSRAİL İÇİN HİÇBİR ŞEY, FİLİSTİNLİLERLE ANLAŞMAZLIĞI ÇÖZÜME ULAŞTIRMAKTAN DAHA ACİL DEĞİLDİR."

Rubin'e göre, İsrail'in güvenliği iyi durumda. Şu nedenlerle: İç çatışmalar Arap ülkelerinin ekonomilerini ve ordularının İsrail'le savaşma yeteneğini kundaklıyor. İslamcı politikalar, bu ülkelerin gelişmesini köstekleyecek. Beklenen demokratikleşme gerçekleşmeyeceği için Batı kamuoylarındaki desteği de kaybedecekler. Arapların Türklerin kendilerine ne yapmalarını söylemelerine ihtiyaçları ve talepleri yok. Türkiye'nin nüfuzu Kuzey Irak ile sınırlı. Sünni Arap İslamcıları tabii ki Tahran'ın önderliğini izlemeyecek. Bütün bu nedenlerle gelecekte Ortadoğu'daki büyük çatışma Araplarla İsrail değil, Sünnilerle Şiiler arasında yaşanacak. Rejimleri ayakta kalan Suudi Arabistan, Ürdün ve Körfez ülkeleri, en büyük tehdidin İsrail değil, Tahran ya da İslamcılar olduğunun bilincinde. Filistinliler Obama'yı kendilerine en yakın Amerikan başkanı kılma fırsatını kaçırdılar... Öte yanda İsrail, ekonomik ve teknolojik gelişmesini sürdürüyor. Keşfedilen doğal gaz ve petrol kaynakları büyük gelir sağlayacak. Daha önemlisi, İsrail istikrarını ve birliğini koruyor. (The Jerusalem Post, July 15, 2012.)

İsrail eski dışişleri bakanı ve Kadima partisi eski başkanı, Tzipi Livni'nin değerlendirmesi ise çok farklı. Şöyle özetlenebilir: Mısır seçimleri bölgedeki en radikal unsurları güçlendirdi. Filistin meselesinin İsrail-Arap ilişkilerini gölgelediği görmezden gelinemez. Arap liderleri İsrail ile iyi ilişkilerde yarar görmüş olabilir, ama halkları İsrail'e düşman kaldı. Liderlerle anlaştık, ama halklarla barışamadık. Bölgede meydana gelen devasa değişiklikler İsrail'i, bazı yurttaşlarının kolay hazmedemeyecekleri kararlara zorluyor. Başta geleni Filistinlilerle barış görüşmelerine başlanması gereği. Arap ve İslam dünyasıyla ilişkileri normalleştirmenin anahtarı, İsrail Filistinlilerle barıştığı takdirde Arap dünyasının İsrail'i tanımasını öngören 2002 tarihli, Arap Barış Girişimi. Livni sözlerini şöyle bağlıyor: "Bugünlerde İsrail için hiçbir şey, Filistinlilerle anlaşmazlığı çözüme ulaştırmaktan daha acil değildir." ("Neither an Arab spring nor Islamist winter," Financial Times, July 12, 2012.)

Şahin Alpay

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1322256&title=arap-uyanisi-ve-israilin-gelecegi

 

  • NEYMİŞ, COCA COLA'NIN SAHİBİ CNN TELEVİZYONUNA VERDİĞİBİR DEMEÇTE TEMMUZ AYININ GELİRİNİ İSRAİL DONANMASI'NA VERECEĞİNİ AÇIKLAMIŞ

Zaman zaman Facebook'ta malum sitelerden yapılan bir paylaşım gözüme çarpıyor. Sizin de mutlaka gözünüze ilişmiştir. Bazı dostlar, Amerikan Emperyalizminin simgesi olarak gördükleri Coca Colaya saldıran açıklamaları pek beğeniyor olmalılar ki, sayfalarına alıp cümle alem okusun diye yayınlıyorlar.

Neymiş, Coca Cola'nın sahibi CNN televizyonuna verdiğibir demeçte Temmuz ayının gelirini İsrail Donanması'na vereceğini açıklamış. Hatta Coca Cola'nın sahibi hızını alamayıp bundan sonraki ayların kar paylarını da (ne demekse) İsrail'e bağışlayacağını duyurmuş. Üstelik bunu kapitalizmin simgesi, ABD'yi her terorist eyleminde desteklemesi ve ABD'nin en çok vergi veren şirketi değilmişcesine yapmış.

Yani yaptıkları yetmiyormuş gibi, üstüne üstlük bir de İsrail'e alenen ve maddi olarak arka çıkmış.

...

Fakat yukardaki kampanyaya davette, esaslı bir hata var ki, o da Coca Cola'nın sahibi diye somut bir kişiden behsedilmesidir. Bu somut kişi CNN televizyonunda konuşmuş, İsrail Ordusunu desteklediğini açıklamıştır.

İşte sorun budur....

Bir defa Cola'nın sahibi yok hissedarları vardır. Bu hissedarlar arasında Türkler de , Amerikalılar da, yahudiler ve müslümanlar da yer alabilirler.  Kapitalizmin geliştiği bütün ülkelerde durum böyledir. Bizde bile üç aşağı beş yukarı aynı işleyiş söz konusudur.

Örneğin, Borsadan Ülker hisselerini alan bir yahudi vatandaşımız, Ülker'den gelecek kar paylarımı İsrail'deki filanca vakfa bağışladım dese, bu durumda biz Ülker'i nasıl ve neyle suçlayabiliriz ki? Çünkü, ne bu musevi yatırımcının borsada serbestçe alınıp satılan Ülker hisselerine sahip olmasına engel olabilir, ne ona kar payı ödemesi yapmaktan kaçınabilir, ne de adamın parasını nereye harcayıp harcamayacağına karışabiliriz. Bu hissedarın yapacağı  hiçbir faaliyetten Ülker şirketi de sorumlu tutulamaz.

http://badisabah.blogspot.com/2012/07/coca-cola.html

 

  • ALMAN NEO-NAZİ WİLLİ POHL’ÜN İŞVERENİ, DORTMUND POLİSİNİ ARAYARAK, ELEMANININ FİLİSTİNLİLERE, İSRAİLLİ SPORCULARA YÖNELİK BİR SALDIRI İÇİN YARDIM ETTİĞİNİ BİLDİRMİŞ

Der Spiegel’in ortaya attığı iddiaya göre, Almanya’nın Beyrut Büyükelçisi, 14 Ağustos 1972’de güvenilir kişilerden Filistinlilerin Münih’deki olimpiyat oyunları sırasında bir eylem planladıklarını haber alıp dışişleri bakanlığına iletmiş, dışişleri bakanlığı da dört gün sonra Bavyera eyaleti anayasayı koruma dairesini bilgilendirerek önlem alınmasını istemiş. Hatta eylem planı saldırıdan üç gün önce İtalyan dergisi Gente’de yayınlanmış ama güvenlik yetkilileri bunu bile dikkate almamışlar. Yine der Spiegel’in verdiği bilgilere göre, Alman Neonazi Willi Pohl’ün işvereni, Dortmund polisini arayarak, elemanının Filistinlilere, İsrailli sporculara yönelik bir saldırı için yardım ettiğini bildirmiş, Dortmund polisi de bu bilgiyi Münih’e iletmiş. Bugün polisiye yazarı olarak “ Willi Voss” adı altında kariyer yapan aşırı sağcı Pohl, Bayrischer Rundfunk televizyonuna verdiği röportajda eylemcilerin başı Abu Daud ile nasıl buluştuğu ve şoförlüğünü yaptığını, silahların o zaman Libya konsolosluğu gibi görev yapan Halk Bürosu’ndan sağlanmış olabileceğini açık seçik anlatılıyor. Eylemden sonra yakalanan Pohl, 1974 yılında izinsiz silah taşımaktan iki yıl hapis cezasına çarptırılmış ve birkaç gün sonra da salıverilmiş. Ve nasıl olmuşsa olmuş, Voss’un cezası kayıtlardan silindiği gibi terör uyarılarına ait bütün bilgi ve belgeler hatta güvenlik senaryoları bile ortadan kaldırılmış. 

Fulya Canşen

http://t24.com.tr/yazi/1972-munih-olimpiyatlari/5431

 

  • İSRAİL’SİZ BİR “ORTADOĞU POLİTİKASI” YAPILAMAYACAĞINI ARTIK HERKES BİLİYOR

Madalyonun öbür yanına baktığımız zamanki manzara da pek parlak değil.

Kavgalı olmaktan dolayı sadece İsrail kaybetmiyor.

Türkiye de zarar görüyor.

Unutmamamız gereken en önemli unsur, İsrail ile hiçbir diyaloğu kalmayan Türkiye, bölge ülkelerinin gözünde artık eskisi kadar ilginç değildir. Sonuç olarak Davudoğlu eskisi gibi taraflar arasında gidip gelememekte, diyalog kuramamaktadır.

Erdoğan ünlü “ One minute…”çıkışıyla omuzlarda dolaştırıldı, posterleri asıldı. Ancak bugün artık o hava yok.

Arap dünyasındaki değişim Türkiye’ ye de yansıyor.

O zaman da eski etkinliğini ister istemez kaybetmektedir.

İsrail’siz bir “Orta Doğu politikası” yapılamayacağını artık herkes biliyor.

Orta Doğu’ daki satranç oyununda sadece Suudi Arabistan  ve Körfez ülkeleriyle bir yere varılamayacağı veya “Sunii cephe” kurarak etkinlik kazanılamayacağı da ortada.

Neresinden bakarsak bakalım, İsrail’ in karşı karşıya kaldığı her sorun bizi de son derece yakından etkiliyor. Suriye’ de iktidar değişiminden İran’ ın “Nükleerleşmesine”, “Arap Baharı” ndan Irak’ın bölünmesi ve Filistin konusunda çözüm olasılığına kadar her konu Türkiye ile İsrail’in yakınlaşmasını, hiç değilse diyaloğunu gerektiriyor.

Türkiye  de artık bir karar vermelidir.

İsrail ile ikili ilişkileri hareketlendirmek için koyduğu “ Gazze’den ve sınırlarını 67 harbi öncesine çekilme “ koşulu, adeta “Biz sizinle bir daha görüşmek istemiyoruz. Böyle kalmayı tercih edeceğiz” anlamına geliyordu.

Diplomaside yol bitmez.

Kendinizi ne kadar köşeye sıkıştırmış olsanız dahi, sonunda bir çıkış bulunur.

Önümüzde daha çok çetin yıllar var.

Gerçekçi olmak ve çıkarlarımıza göre hareket etmek gerekiyor.

İsrail ile kapıları açma zamanı gelmiş, geçmektedir.

M.Ali Birand

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21060344.asp

 

  • DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI MÜSTEŞARI BÜYÜKELÇİ FERİDUN SİNİRLİOĞLU, TEL AVİV’E ATANDIĞINDA GÜVEN MEKTUBUNU SUNMADAN ÖNCE, İLK ZİYARETİNİ YENİDEN TÜRK VATANDAŞLIĞI VERİLEN GÜNEY’E YAPMIŞTI

Cumartesi gecesi kanallar arasında “zapping (kaydırmaca)” yaparken “TRT-Türk”te Erol Güney belgeselinin yayımlandığını görünce, 95 yaşında ölen meslektaşımın ilginç yaşamöyküsünü izlemeye karar verdim.

1914’te Odessa’da bir Yahudi ailenin çocuğu olarak doğduğunda adı Michel Rottenberg idi. Petrolcü olan ailesi 1917 Ekim komünist devriminden sonra İstanbul’a göç ettiğinde Erol Güney adıyla Türk vatandaşlığına geçmişti.

Orhan Veli’yle, Sabahattin Eyüboğlu’yla, Mina Urgan’la, Güzin Dino’yla, Azra Erhat’la arkadaştı. Hasan Âli Yücel’in, Batı klasiklerini Türkçeye kazandırmak için kurduğu “Tercüme Bürosu”nda Orhan Veli, Necati Cumalı, Melih Cevdet Anday, Lütfü Ay ile birlikte çeşitli çeviriler yapmıştı.

Güney 1950’lerde Fransız Haber Ajansı’nın Türkiye muhabiri idi. Adnan Menderes, 1953 seçimlerinden sonra demokratik ilkelerden uzaklaştığında Güney’e “Yumurta kırmadan omlet yapılmaz” diyerek DP’nin geleceğini de özetlemişti.

Menderes, aynı aylarda Reuters Haber Ajansı’nın temsilcisi Gerald Long’u da sınır dışı ederken, Güney’i de “casusluk, komünistlik” suçlaması ile Türk vatandaşlığından çıkarıp Yozgat’a sürmüştü. Güney, İsrail’e göç etmek zorunda kalmıştı. Fransa’da, ABD’de, İsrail’de ve İstanbul’da Şalom gazetesinin muhabirliklerini yapmıştı.

Long’un sınır dışı edilmesinden sonra Reuters, Türkiye’deki bürosunu kapattı. Long, Reuters’e “genel yayın yönetmeni” olunca ilk işi Türkiye’de büroyu açmak oldu. Bu büroyu, 1 Ocak 1972’de yeniden açmak bana nasip oldu. Bugün Ankara ve İstanbul bürolarında onlarca kişi çalışıyor.

Orhan Veli’nin, Güney’in 22 yıl yaşayan “Edibe” adlı kedisine yazdığı bir şiir şöyledir: “Çıkar mısın bahar günü sokağa,/ İşte böyle olursun./ Böyle yattığın yerde/ Düşünür düşünür,/ Durursun.”

Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu, Tel Aviv’e atandığında güven mektubunu sunmadan önce, ilk ziyaretini yeniden Türk vatandaşlığı verilen Güney’e yapmıştı.

Belgeseli izlerken, Türkiye’nin 50-60 yıl öncesine de dönüyor, o günler ile bugünler arasında

Silivri’deki meslektaşlarımla olan benzerlikleri düşünüyordum. Bir ara, İsrail’de açtığı mağazada Türk hatıra eşyası satan kızı ile söyleşiye geçildi. Güney’in kızı, sattığı “dansöz” giysisi içinde dans etmeye başladı, ancak görüntü dondu kaldı! Devreye ahlak zabıtası değil, TRT’nin “sansürü” girmiş,

“finali” de makaslamıştı!

 

Özgen Acar

http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=346030

 

  • AMERİKA’NIN SAVUNMA VE DIŞİŞLERİ BAKANLARI “GENELLİKLE YAHUDİ” DEĞİLMİŞ

 “Dış politika ile ilgili New York’ta herhangi bir toplantıya gidin, salonda 50 kişi varsa 30’u Yahudidir. Ya da Temsilciler Meclisinde veya Senatoda herhangi bir toplantıya gidin, oran %60’ın altında asla değildir. Hatta dışişleri ve savunma bakanları genellikle Yahudidir.”

Demiş hocamız, kendinden emin, ortalama Türk okurunun bu “bilgileri” sorgulamayacağından emin. Dünyadaki gizli Yahudi hükümranlığına dair gerekli sonuçları çıkarmayı da ihmal etmemiş. Türkiye havası solumuş olan herkes bunun aşağı yukarı böyle olduğunu bilir, değil mi?

O kadar emin konuşmuş ki bir an kendinden kuşkuya düşüyorsun, acaba ben mi yanlış biliyorum diye. Allahtan gugıl çağında bilgiye ulaşmak zor değil, bilemedin çeyrek saatlik araştırma. 1945’ten bu yana 19 adet ABD dışişleri bakanı görev yapmış, aralarında tek Yahudi var, Henry Kissinger (1973-77). Madelaine Albright (1997-2001) Yahudi anababadan doğmuş, ama Hıristiyan olarak yetişmiş, kökenlerini uzun yıllar sonra öğrenmiş. Başkası yok.

23 savunma bakanından biri Yahudi, Harold Brown (1977-1981). Yahudi olduğu için California Club üyeliğine kabul edilmemesi olay olmuş: ta 1976’ya dek Kaliforniya’nın en prestijli kulüpleri Yahudilere kapalıymış. Clinton’ın ikinci dönem bakanı Sebastian Cohen’ın (1997-2001) babası Yahudiymiş, annesi değil, kendi de değil. Başka yok. 23’te birbuçuk diyelim, %6 eder. Amerika’nın savunma ve dışişleri bakanları “genellikle Yahudi” değilmiş.

...

Kitabında Türkiye’nin dünyadaki konumuna ilişkin geniş bir ufuk turu sunuyor. Türkiye’nin dünya ülkeleri için ‘model’ olmasa bile bir ‘kutup yıldızı’ olduğunu savunuyor. TSK’nın 1960’tan sonra yaşadığı yozlaşmanın, ülkenin gerçek potansiyelini açığa çıkarmasını önlediğini anlatıyor. Dünyadaki yerleşik iktidar yapılarının ardında Yahudilerin ve İsrail devletinin bulunduğuna dair teorilerini izah ediyor. Başbakanın Davos’taki ‘one minute’ çıkışının bu nedenle “sadece Türkiye veya İsrail tarihi açısından değil, dünya tarihi açısından çok kritik bir olay” olduğunu belirtiyor.[7] İslami tarikatler dahil olmak üzere pek çok kurumun içinde İsrail’in gizli emellerine hizmet eden uzun soluklu ajanların bulunduğunu açıklıyor (ancak Türkiye’de anti-semitizm asla yoktur ve yazarımız ırk ve din ayrımcılığına karşıdır). PKK’nin İsrail başta olmak üzere sayısız yabancı ülke tarafından kontrol edildiğini, bu yüzden Türkiye için meşru bir muhatap kabul edilemeyeceğini bildiriyor. Nihayet Türkiye’nin Osmanlı’dan devraldığı büyük medeniyet misyonunu yerine getirmek için – başta eğitim reformu olmak üzere – yapması gerekenleri sayıyor.

...

Laçiner’in kitabını okurken sanki bu fiyaskonun ipuçlarını görür gibiyiz. Yer yer gülünçlük raddesine varan bilgi noksanlığı, evet, ama esas sorun o değil sanırım. Asıl sorun kibir. Önyargılarını “bilgi” zanneden, o ölçüsüz, çapsız güven. Kulaktan dolma kavramcıklarla dünyayı fethe çıkan neo-Enverist megalomani. Bilgi, oysa, tevazu ister. Biliyorum sandığın şeyleri sınamaya tenezzül etmeyecek kadar kendinden eminsen, bir şey öğrenemezsin.

Bana yüz yıl öncesinin Genç Türklerini hatırlatıyorlar. Dinamiktiler. Dünyaları fethetmeye hazırdılar. Osmanlı’yı dirilteceklerine güvenleri tamdı. Mağrur duruşları ve yakışıklı bıyıkları vardı. Manastır askeri idadisinde ve Selanik kahvelerinde duydukları dedikodularla dünyayı ve tarihi çözdüklerine inanıyorlardı. Çok cahildiler.

Bin yıl geçse birbiriyle aynı masaya oturmayacak dört kıytırık Balkan devletini Osmanlı’ya karşı ittifaka sokmayı başardılar. On yılda on mu, onbeş mi, kaç ülke kaybettiler. Özür bile dilemediler.

Sevan Nişanyan

http://nisanyan1.blogspot.com/2012/06/klavuzu-karga-olann-sedat-lacinerin.html

 

  • NETANYAHU, AMERİKAN İÇ POLİTİKASINA KARIŞIYOR İNTİBAINI VERMEMEK İÇİN BU KONUDA GAYET KURNAZ VE AKILLI DAVRANIYOR; NE ROMNEY NE DE OBAMA HAKKINDA AÇIK BİR ŞEY SÖYLÜYOR

Amerika'daki Yahudi oyları genel oy yüzdesi içinde o kadar büyük ve önemli değil şüphesiz; ancak bu oylar Florida gibi bazı kilit eyaletlerde terazinin dengesini çok kritik bir şekilde etkileyebiliyor, bu oylar başkanı seçecek nihai delege sayısını belirleyebiliyor. Bu yüzden Romney de bu konuya çok önem veriyor, alabileceği kadar Yahudi oyunu almayı hedefliyor.

Esasen, Amerikan Yahudileri son başkanlık seçimlerinde de görüldüğü gibi geleneksel olarak büyük çoğunlukla Demokrat Parti'yi tercih ediyorlar. Bugün de öyle. Nitekim, Gallup anketlerine göre, bugün Yahudiler yüzde 68 ile Başkan Obama'yı destekliyorlar. Ne var ki, bu destek, 4 yıl önce yüzde 72-74 civarındaydı. Kısacası burada bir oy erimesinin olduğu görülüyor. Ayrıca bugün Amerika'da Yahudileri Demokrat Parti'den uzaklaştırmak amacıyla hem Demokrat cenahın bir kesiminde ve hem de elbette Cumhuriyetçi cenahta büyük ve önemli kampanya yürütülüyor. Bunlar genelde Başkan Obama'yı hiç sevmeyen kişilerce yapılıyor. Clinton döneminde dış politikada önemli rol oynayan Aaron Miller, Beyaz Saray Sözcüsü Ari Fleicher ve başkaları gibi önemli kişiler bunlar. Amaç da belli: Obama'yı bir daha seçtirmemek.

Romney de şüphesiz bütün bunlardan çok memnun görünüyor. Ayrıca Başkan Obama'nın aksine İsrail, Amerika'daki altyapısı ve bağlantılarının da desteğini alıyor, bunun seçimi kazanmada bir fark ortaya çıkarabileceğini hesaplıyor.

Bu bağlamda İsrail Başbakanı Netanyahu'nun da kendisini hiç belli etmeden Romney'i desteklediğini şimdiden söylemek mümkün. Netanyahu, Amerikan iç politikasına karışıyor intibaını vermemek için bu konuda gayet kurnaz ve akıllı davranıyor; ne Romney ne de Obama hakkında açık bir şey söylüyor. Esasen, Netanyahu ve Romney, 1970'li yıllardan beri birbirini tanıyan, iki yakın dost. İkili ilişkinin bu pek bilinmeyen yönünün, aralarındaki yakınlığın ortada dillenmesini, dolaşmasını her ikisi de istemiyorlar. Bu yüzden bu konuda ihtiyatlı bir dil kullanıyorlar.

Fikret Ertan

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1325195&title=eski-dostlar-bulustu-romneynetanyahu

 

  • Netten okumalar

 

  • 'ANCAK BİRBİRİMİZDEN NEFRET EDECEK KADAR DİNDARIZ!..' – DOĞAN AKIN

http://t24.com.tr/yazi/ancak-birbirimizden-nefret-edecek-kadar-dindariz/5440

 

  • İRAN'A YÖNELİK BİR İSRAİL SALDIRISINDAN SONRA - DANİEL PİPES

http://tr.danielpipes.org/11736/irana-yonelik-bir-israil-saldirisindan-sonra

 

  • BİR KÖPEĞİN GÖZÜNDEN... - TÜLAY GÜRLER KURTULUŞ

http://pazarvatan.gazetevatan.com/haberdetay.asp?hkat=1&hid=18845&yaz=G%C3%BCncel

 

  • Netten dinleyin

 

  • PUNCHA PUNCHA, LİNET SAUL, DORİS BENMAMÁN

http://www.youtube.com/watch?v=218HHn1Ec8M&feature=g-upl

 

  • PAJARO D'HERMOSURA, LİNET SAUL, DORİS BENMAMÁN

http://www.youtube.com/watch?v=BeHwgoWCMrY&feature=g-upl

  • EL PAİPERO, DORİS BENMAMÁN

http://www.youtube.com/watch?v=1ILelk7DqQk&feature=share

 

  • AVRE ESTE ABAJUR BİJOU, LİNET SAUL, DORİS BENMAMÁN

http://www.youtube.com/watch?v=d3UR-4lvVt4&feature=share

 

  • İLAN VE İLANİT’TEN TÜRKİYE’DE DE ÇOK SEVİLEN BİR NOSTALJİ-BİM-BAM-BOM

http://israilblogu.com/2012/07/30/video-ilan-ve-ilanitten-turkiyede-de-cok-sevilen-bir-nostalji-bim-bam-bom/