Bukalemun sanat

Eran SABANER Köşe Yazısı
16 Temmuz 2012 Pazartesi

Wes Anderson’u ilk duyduğum zaman sanırım yedinci sınıftı. Filmlerini, o ara takip ettiğim bir sinema sitesi şiddetle öneriyordu. Sitedeki Wes Anderson tanımı beni çok meraklandırmıştı o zaman. “Olgun, saf, duygusal, karanlık ama dahice komik.” Bir sene sonra televizyon karşısında The Royal Tenenbaums’u izlerken tüm bu sıfatların ne kadar doğru olduğunu düşündüm. Bu hafta da Moonrise Kingdom ile yönetmenin filmlerinin nasıl da hep aynı sıfatlarla tanımlandığı konusunda hayrete düştüm. Moonrise Kingdom, Rushmore, The Royal Tenenbaums ayrı konuları ele alsa da hep aynı duyguyu uyandırıyordu bende. Bu yönetmenin kullandığı teknikle mi ilgiliydi? Yönetmen benzer konuları bilerek mi kullanıyordu? Yönetmen yeniliklere açık değil miydi? Bu sorular beni daha da büyük bir soruya yöneltti: Sanat değişim gösterebiliyor muydu?

500 Days of Summer’ın müzikleri ile tanıdığımız Regina Spektor, yeni albümünde tüm bu sorulara cevap verecek bir şarkı yazmış. Tablolardaki tüm sandallar, kürek çekip uzaklaşmaya çalışıyor diye başlayan şarkı sözlerinin Regina Spektor için büyük anlamları var. Yaptığı bir röportajda şarkıcı, bu sözleri yazarken müziğindeki değişimleri eleştirenler tarafından ilham aldığını söylemiş. Fakat asıl benim ilgimi çeken sözler şunlar oldu: Ebedi olmaları kendi suçları/

Ödenmesi gereken bir bedel ve katlanılması gereken sonuçlar var. Belki de bir sanatçının ebedi olması için sanatının aynı olması lazımdı. Beginners filminde Ewan McGregor’un söylediği gibi güzel bir şey yapınca, insanların senden istediği tek şey odur.

Ebedi sanata baktığımızda sanatçıların çalışmalarının hemen hepsi bir konuyu özetler. Fitzgerald zenginliği ve şöhreti, Steinbeck sınıf ayrımını ve yoksulluğu yazmıştır. Degas deyince aklımıza balerin resimleri gelir, Botero’da şişman insanlar. Pedro Almadovar filmleri melodramdır, Shyamalan filmleri süprizlerle biter. Fakat bu teorinin bir istisnası var mıdır? Aklıma gelen ilk örnek geçtiğimiz haftalarda yılın en iyi konserini veren Madonna olsa gerek. Madonna kariyerine teenage pop tınılarıyla başlamış, 90’larda erotizm ve trip-hop alanlarına yönelmiş, 2000’lerin başında Hollywood rüyasını eleştirmiş, şimdilerde ise elektronik-dans müziği yapmakta. Like a Virgin’den Justify My Love’a, Hollywood’a, Girl Gone Wild’a kadar müthiş bir değişim göstermiştir Madonna. Tim Burton Edward Scissorhands’den hemen sonra Ed Wood’u çekmiş,  Nicole Kidman, aşka inanmayan bir hayat kadınını oynadıktan hemen sonra edebi bir lidere dönüşmüştür. Fakat bu değişimlerin hemen hemen hepsi eleştiri görmüştür. Madonna’nın 90’larda yaptığı albümler, eleştirmenler tarafından her zaman hafife alınmıştır, Ed Wood’un gişe başarısı rezalettir, Nicole Kidman’ın Virgina Woolf’u oynayacağı haberi izleyicileri endişelendirmiştir. Bütün bu tepkiler, sanatçıların kariyerini çalkalamış, fakat sonucunda ise iyi etkilemiştir. Ed Wood Tim Burton’un en kült yapıtlarından olur, Madonna Ray of Light ile küllerinden doğar, Nicole Kidman ise ilk ve tek Oscar ödülünü kazanmış olur.

Özetlemem gerekirse bence sanatta değişime uğramak, yeniyi denemek her zaman büyük risk ister. Değişim bir sanatçının hayran kitlesini kaybetmesine yol açabilir, onu daha az popülerleştirebilir, kariyerini bitirebilir. Fakat farklılaşmak ve değişmek, kişinin kendi sanatını bulmasını kolaylaştırır. Edebi sanatçı diye adlandırdığımız bireyleri, kitleler bir cümle ile özetler. Fakat o bir cümlenin oluşumu için sanatçı zaten değişimlerden geçmelidir.