Durağanlık

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
9 Temmuz 2012 Pazartesi

Belki de önerdiğim şey tembellik gibi algılanıyor, ancak değil. Hayatı basitleştirerek düşüncelere netlik kazandırmaktan bahsediyorum. Yoğunluk, başı sonu olmayan bir tümcede kaybolmak gibi hayattan anlam çıkartmayı engelliyor. Montaigne basitleştirerek düşünebilmeyi savunurdu. St. Exupery de mükemmelin yalınlıkta yattığını savunurdu. Ona kalırsa bir şey, en mükemmel haline daha fazla yalınlaşamayınca ulaşırdı.

 

 

Yoğunuz. Birisi nasılsın diye sorduğunda “aylak aylak dolaşıyorum bugünlerde”, diye cevap veren hiç duymadım. Hepimiz doğrudan yoğunluğumuzu dile getiriyoruz. Sanki fazlasıyla meşgul olmak varlığımızı onaylayan bir durum. Ne de olsa bu kadar meşgale ve yetişilmesi gereken randevu varken hayatımız anlamsız ve yüzeysel olacak değil ya! Soran da bizi kutluyor yoğun olduğumuzu duyunca, aman tam tersi olmasından iyidir diye bizi destekliyorlar. Birbirimizden güç alıyoruz.

Halbuki ne olurdu günün bir kısmını sadece durağan geçirmeye ayırsaydık? Çocukken her dakikamızı planlayan antrenör- anneler yoktu şimdiki gibi. Kendimize dayattığımız meşguliyetler de henüz başlamamıştı. Aylaklığa vakit vardı.  Deve güreşi yapar, bisikletle tura çıkar, kitap satardık. Oyun oynardık en önemlisi. Çevreme bakıyorum. Her yaş insanın zaten meşgaleler bittiği anda aslında tek yapmak istediği şey oyun oynamak. Herkes iyi kötü bir oyun sevmiş bazısı sosyal içerikli; buluşup oynanan cinsten, örneğin her tür kağıt oyunları veya tavla. Bazısı içine kapanık: elektronik oyunlar, Sudoku, Kelime Avı, Bejeweled. Bana kalırsa oyun oynama zamanını hak etmek için kendimize meşguliyetler türetiyor bile olabiliriz…

Şimdiki çocuklar bile meşgul. Çoğu kış günü en az yetişkinler kadar yorularak eve dönüyorlar. Bu yüzden de sorumlulukları bitince onları koltuktan kaldırmak mümkün olmuyor. Yaz tatili denilen dönemi enerjilerinin tamamını miskinliğe ayırmak olarak algılıyorlar. Bu yüzden de antrenör- anneler yine devreye girip o dönemi de bir güzel planlayıp yoğun hale getiriyorlar. Halbuki çocuğun kendi zevklerini ve yeteneklerini keşfetmesi için ne kadar güzel bir süre.

Düşüncem şu: Şehirde yaşayarak bu isterik yaşam biçimini destekliyoruz. Bazı boşa kürek çekme faaliyetleri dahil, bütün meşguliyetlerimiz aslında boşluğa düşmeye önlem alma çabası… Aynı miktarda iş yapıp çok daha durağan bir hayat geçirebilir ve beynimizi yaratıcı özelliklerini kullanması için biraz serbest bırakabiliriz.

Bu konuya değinen NY Times makalesinde Tim Kreider şöyle diyor: “Durağanlık, beyin için elzem bir şey, bedenin vitamine olan ihtiyacı gibi. Eksikliğinde zihin hastalanır ve acı çekmeye başlar.” Bir kişinin içindeki potansiyelleri keşfetmek için mutlaka durağanlığa ihtiyacı vardır. Başıboş gibi görünen zamanda oluşan düşünceler asıl varlığımızı şekillendirenlerdir. Ne de olsa Arşimed banyoda, Newton da ağaç gölgesindeydi…

Belki de önerdiğim şey tembellik gibi algılanıyor, ancak değil. Hayatı basitleştirerek düşüncelere netlik kazandırmaktan bahsediyorum. Yoğunluk, başı sonu olmayan bir tümcede kaybolmak gibi hayattan anlam çıkartmayı engelliyor. Montaigne basitleştirerek düşünebilmeyi savunurdu. St. Exupery de mükemmelin yalınlıkta yattığını savunurdu. Ona kalırsa bir şey, en mükemmel haline daha fazla yalınlaşamayınca ulaşırdı.

O zaman durağanlığı hayatın içine katmak gerek. Çok yoğun hayatları kısa verimsiz asfalta yapışmış çiklet gibi tatillerle ödüllendirmek yerine hayatı tatil gibi yaşayanlardan olmak gerek.  Zira o zaman zaten mutlu, yaratıcı ve hür olacağız…