Ensemble Saltiel İstanbul’dan geçti…

Uzun yıllardan beri yurtdışında yaşamalarına rağmen kültür mirasımız Türk Sefarad müziğini korumaya ve yeni nesillere aktarmaya çalışan Ensemble Saltiel, geçtiğimiz günlerde Ulus Özel Musevi Lisesinde ‘Kantikas de Boda’ başlıklı, Sefarad düğün şarkılarından oluşan nostaljik bir konser verdi

TUNA SAYLAĞ Sanat
8 Haziran 2012 Cuma

Avusturya’da yaşayan Aron Saltiel ile yaşamını Fransa’da sürdüren kız kardeşi Lisa Saltiel Bernardini, henüz öğrenci olan çocukları Rivka Saltiel ve Thomas Bernardini beraberliğinde, doğdukları şehirde ilk kez bir konser verdiler. Ladino severlerin rağbet ettiği dinleti, Sefarad Kültürü Araştırma Merkezi ile Yetimleri Koruma Derneğinin katkılarıyla gerçekleşti.

Aron Saltiel ve Lisa Saltiel Bernardini ile Neve Şalom Kültür Merkezindeki workshop’ları sonrasında bir araya geldik.

Türkiye’den Avusturya’ya uzanan öykünüzü dinleyebilir miyiz?

Aron Saltiel: Avusturya’ya ilk kez 15 yaşımda gittim ve orada okula başladım. Sonra geri dönerek İstanbul’da otelcilik okudum. Sonradan liseyi dışarıdan bitirerek misafir işçi olarak ilk önce İsviçre’ye ardından Almanya’ya gittim. Orada Linguistik yani dil bilimi okumaya başladım ve Almanca-İngilizce- Türkçe Tercüme Bölümünden mezun oldum. Öğrenciliğim süresince arkadaş çevresinde sürekli şarkı söyler, özellikle Yunan arkadaşlarla ortak melodileri olan Rumca, Türkçe parçalara ilgi gösterirdik. Bu arada dil bilimi okurken Ladino ile ilgilenmeye başladım ve değişik yörelerin fonetik özellikleri üzerine araştırmalar yaptım. Daha sonra ‘Physical Therapy’ üzerine eğitim aldım. Şimdi onla ilgili çalışıyorum.

Evinizde Ladino konuşulur muydu?

Anne ve babam aralarında Fransızca, her iki tarafın büyükleriyle de Ladino konuşurlardı. Biz dört yaşımıza kadar anneannemlerle (Bicerano)  yaşadık ve ilk konuştuğumuz  dil Ladino ve Fransızca oldu. Altı yaşımda, okulda zorluk çekeceğimi öngörerek Türkçe konuşmaya başladılar benimle. 

Peki, Ladino şarkılar söylenir miydi?

Evet, büyükannem söylerdi. Selanik kökenliydi ve müzik eğitimi almıştı. Piyano çalar, hem alaturka hem alafranga usulleri bilirdi. Dokuz yaşlarında iken, bir gün büyükannem kendisini ziyarete gelen Selanikli bir arkadaşıyla şarkı söylüyordu, o sırada büyükbabam bana “bu şarkının sözlerini bir tarafa yaz, bunlar zamanla kaybolacaktır” dedi.  Ben de bir takvim yaprağına ‘Dia de Şabat mi madre la orika …’ diye bir Selanik yangının hikâyesini anlatan şarkının sözlerini yazıverdim. Bu bilinçli olarak öğrendiğim ilk Ladino şarkı oldu. Sanırım o yaşta böyle bir şeye dikkatiniz çekilince ilk tohumlar içinize düşmüş oluyor. Daha sonraları dillerle ilgilenmeye başlayınca müzik de birden onun içine girdi. Ses çekimleri yaparken müzik çekimleri de yaptım. Avusturya’da dil bilimi eğitimi alırken hocamın teşvikiyle araştırma konusu olarak Ladino’yu seçtim. Müzik zaten hayatımdaydı. Bir gün bir arkadaşım, “Kalender adlı bir grup, İzak Behar ve Jak Behar bu şarkıları toplayıp söylüyorlar” dedi. İzak Behar’ı zaten tanıyordum. İlgimi görünce bana bazı konserlerinin kasetini verdi. Onları öğrendim, sonra baktım ki, piyasaya birçok plak çıkmış, onları satın almaya başladım. Ancak bu kırk-elli parçadan oluşan kısıtlı repertuarı herkes söylüyordu. Sonraları İlk önce Saraybosna’da ardından Selanik ve İstanbul’da, en son da Bat Yam’da (İsrail) araştırmalar yapıp bu şarkıları bilenlerle iletişime girdim, çekimler yaptım. 

Saraybosna’da hâlâ bu şarkıları hatırlayanların olması ilginç…

Benim çekim yaptığım 1975-76 yıllarında vardı. Erkekler bu şarkıları paylaşmada daha rahat iken kadınlar oldukça tutucuydu; hem dili muhafaza ediyorlar hem şarkıları önlerine gelene söylemiyorlardı. Onların açısından aranızda bir tanışıklık, bir aşinalık olması gerekiyordu. Sadece Saraybosna’dakiler değil diğer yerlerdeki kadınlar da göze çarpacak kadar ketumdular. Onlardan bu geleneksel miras hakkında bilgi almak bir etnolog, sosyolog ya da bir müzikolog olarak da çok zor! Oldukça ilginç bir durum bu…

Araştırmalarınızı anladığım kadarı ile daha çok farklı Balkan ülkeleri üzerinde yoğunlaştırmışsınız; bu yerlerin müzikleri arasında ne gibi farklar var ya da var mı?

Makam olarak farklar var. Oraların folklorunda bilinen ve Türk müziğinde bilinmeyen makamlar mevcut; karışık makam mesela, biz müzisyenler onları çıkaramıyoruz, yarı mahiye yarı uşak gibi… Bir de bazı ülkelerde değişik ritimler kullanılıyor. Bulgaristan’da örneğin çok karışık, birleşik ve aksak ritimler kullanılıyor. Onları çıkarmak kolay olmadı, zaten şarkıların hepsini de kendim toplamadım, bazılarını yazılı kaynaklardan buldum. Çoğunu İsaac Levy (ünlü İsrailli şarkıcı Yasmin Levy’nin babası) toplamış, kendisinin konuyla ilgili dört ciltlik bir eseri var. Fakat baba Levy, makam ve usulleri bilmediği için, kendisi çocuk yaşta İzmir’den ayrılmış, şarkıları anladığı şekilde yazmış. O yüzden şarkıların orijinal makamlarını tekrar oturtmak pek kolay olmadı, bazılarını becerdik, bazılarını beceremedik.

Bu ülkelerden Türkiye’ye en yakın olan hangisi?

Aslında o kadar büyük bir fark yok, çünkü tarih boyunca cemaatler arasında gerek ticari gerek ailevi çok sıkı bağlar olmuş. Ladino biraz da bu sebeplerden dolayı muhafaza edilebilmiş. Adeta bir Lingua franka… Bugün İngilizce nasıl uluslararası bir dilse, Ladino da o zamanlar Yahudi cemaatleri arasındaki en önemli iletişim aracı. Mesela İtalya’ya gidenler Balkanlarla ilişkileri olmadığı için bir asır içinde dil açısından asimile olmuşlar, İspanyolcayı bırakıp İtalyanca konuşmuşlar. Keza Suriye’ye yerleşenler de Arapçayı benimsemişler. Ama Balkanlar’daki Yahudi cemaatleri arasındaki sıkı ilişki dilin ve müziğin kaybolmamasını sağlamış. 18.yüzyıldan sonra ise bu coğrafyada yaşayan bütün Yahudiler Osmanlı makamlarını devralmışlar. Sinagog müziği de ufak tefek stil farklılıkları dışında oldukça homojen kalmış.

Düğün şarkılarını içeren tematik bir konser verdiniz;  Ladino bilmeyenler için şarkıların güftelerini genel olarak nasıl özetlersiniz?

Bunlara düğün şarkıları desek de aslında söylediklerimiz ‘kantikas de novia’ yani gelin şarkıları; o yüzden düğün ile ilgili ne varsa, her ritüelin (mikve, nişan, çeyiz hazırlıkları, ketuba düzenlenmesi gibi), her adımın kendine özgü şarkı ve dansları var. Bunların dışında birçok adaptasyon parça da bulunuyor Yunancadan ya da başka dillerden.  Ayrıca İspanya’dan getirilmiş romansalar ve balatlar görebiliyoruz. Bugün bunların paralel versiyonlarına İber Yarımadası ve Güney Amerika’da hâlâ rastlanıyor.  Bunlar son derece güzel, süslemeli ve zarif hikâyeler içeriyor.

Bütün bu şarkılara baktığımızda arkasında nasıl bir kültür görüyoruz?

Lisa Bernardini: Yaşayan ve her zaman yeni nesillere geçirilmesi gereken bir kültür görüyoruz.  Zaten devamlı olarak yeni kuşaklara bir transmission yani aktarma olmuş. Bizim de aslında yapmak istediğimiz bu. Bu projede çocuklarımızla birlikte çalışmamızın nedeni de aynı. Bu değerleri yitirmememiz gerekiyor.

Çocuklarınız bu projeye nasıl ilgi duydular?

Fikir ağabeyimden çıktı. Çocuklar çok sevindiler, bu teklifimizden gurur duydular. Bu CD’yi (Kantikas de Boda) yaptığımızda 19 yaşındaydılar, şimdi ise 21. İspanyolca bilmiyorlar. Her şarkıyı teker teker anlattık, onlar da çok iyi öğrendiler. Ara sıra minik tartışmalar çıksa da çok ciddi çalıştılar. Konserlerimize katılmaktan son derece memnunlar. Hele İstanbul’a geldikleri için çok mutlular. Oğlum bizlerle iftihar ettiğini ve dayısı sayesinde bu projenin parçası olmaktan gurur duyduğunu söyledi. Bu, onlar için her zaman hatırlayacakları çok özel bir anı…

Siz de müziğe ağabeyinizle aynı zamanda mı başladınız?

Ben farklı bir müzik yaptım; on sene kadar Rönesans müziği ve soprano olarak opera ve ile uğraştım. Sonradan Aron’un çağrısıyla bu projeye dâhil oldum. Zaten bizim çocukluğumuzda aile bir araya gelince ya şarkı söylenir ya da fıkra anlatılırdı.

Ne zamandan beri Fransa’dasınız?

78’den beri; bir Fransız ile evlenince Fransa’ya geldim, burada okudum.

Bundan sonra ne gibi projeleriniz var?

A.S: Konserlerimize devam edeceğiz. Yurtdışındaki Yahudi cemaatleri ve etnik müziğe meraklı olanlar dinletilerimize ilgi duyuyor. Seyirciyi konserden önce bir yarım saat kadar Sefarad müziği ile ilgili bilgilendiriyoruz. Şimdiye kadar Almanya, Avusturya ve Fransa’da konserler verdik. Bu, İstanbul’daki ilk konserimiz.