Tarihin kıyısında köşesinde kalanlar

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
25 Mayıs 2012 Cuma

S

arayları gezdiğimde hiç tanımadığım insanların bir zamanlar benim o anda bastığım halılara bastığını, o merdivenlerden inip çıktığını, şu köşedeki koltuğa yaslanıp dinlendiğini, buradaki yatakta uyuduğunu, giyindiğini, güldüğünü, öldüğünü düşünürüm.

Her insanın bir hikâyesi vardır mutlaka. Bu adını yalnızca tarih kitaplarından bildiğimiz ya da hiç bilmediğimiz insanların hikâyelerine şahitlik eden mekânları gezerken hayatın bir tarafının hep gizemli kaldığını fark ederiz.

Maya Yayınlarından çıkan Tarihimizde Garip Olaylar isimli kitap, bu gizemlerin bir kısmını son derece keyifli ve sade bir dille bir araya getirmiş. Sabri Kaliç, hazırladığı kitabın önsözünde on beş yıldır topladığı notları ve bu konularda yazılmış ciddi eserleri kaynak olarak kullandığından söz ediyor.

Hayat Tarih Mecmuası ve Yıllar boyu Tarih adlı dergilerde gördüğü küçük, kısa ve ilginç bilgileri derlemekle başladığı bu masalsı yolculuk, yazarın yaptığı incelemelerle Solakzade Tarihine kadar uzanıyor.

Yazar bunu yaparken tarihi magazinleştirmediğinin de altını özellikle çiziyor. Aksine tarih okumayı sevmeyen gençlere onun hiç bilinmeyen birileri yazmasa asla bilinemeyecek ilginç yönlerini anlatmanın gençleri bu bilime yakınlaştıracağını savunuyor.

Hikâyelerin hepsi birbirinden ilginç ve hoş… Osmanlı sadrazamlarının içinde en uzun boylu sadrazam Sokollu Mehmet Paşa’dır. Boyu iki metreyi aşkındır. Bu sebeple ona uzun anlamına gelen ‘tavil’ lakabı da takılmıştır.

Şişmanlık rekoru ise Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından Semiz Ali Paşa’dadır. Binecek at bulunamadığı için imparatorluğun dört bir yanından at getirtilmiş ve binebileceği ancak üç at bulunabilmiş…

Osmanlı padişahlarının birden çok eşi olduğu için çok sayıda evlat sahibi olmaları da son derece doğaldır. Bu konudaki rekorun sahibi 3.Murat… Tarihçiler, padişahın kız ve erkek çocuklarının sayısını 100 ila 130 arasında veriyorlar.

Bir başka ilginç nokta Kanuni’nin cenaze namazı konusu... Padişahın cenaze namazı üç kez kılınır. Zigetvar’da kale kuşatmasında hayatını kaybettiği için, askerin savaş motivasyonunu düşürmemek adına ilk namazı gizli kılınan Kanuni’nin ikinci namazı, babasının cenazesini karşılayan 2.Selim’le beraber Belgrad sahasında kılınır. Son namazı ise 25.000 kişinin katıldığı dedesi Fatih’in Camiinde beş yüz imamla kılındığı rivayet edilen namazdır.

Osmanlı döneminde inşası en uzun süren cami, Yeni Cami’dir. Sultan Ahmet’in emriyle yapımına başlanan cami, deniz kenarında olması ve inşaatının zor bir şekilde ilerlemesi yüzünden tam 66 yılda tamamlanmış, yapımı Sultan Ahmet Camiinden sonra bitmiştir.

Vakıflar yüzyıllar boyu Osmanlı’da sosyal yardımlaşmanın temelini oluşturur. Bunlardan bazıları son derece ilginç amaçlar için hizmet vermiştir. Bu vakıflar; aç kalan kuşların beslenmesi, çalışan annelere sütanne bulunması, yaz aylarında sıcaktan bunalanlar için gölgelik yapılması, gereken yerlere su küplerinin konması, hamalların dinlenmeleri için yollara mola taşlarının konması, hasta ve garip göçmen leyleklerin bakımı ve tedavi edilmesi gibi akla neredeyse hiç gelmeyecek işler için çalışmıştır.

Dilimizde bazı sözlerin ortaya çıkması da Osmanlı’nın adetlerine dayanır. Bunlardan bir tanesi, “Ramazan geldi hoş geldi, baklava tepsisi boş geldi,” sözüdür. Günümüzde de çok sık tekrarlanan bu sözün temeli yeniçeri ocağına kadar dayanır.

Ramazanlarda saray tarafından her on yeniçeriye bir tepsi baklava hazırlanırdı. Her tepsi için iki yeniçeri gelir, gümüş tepsiler içinde hazırlanan baklavaları alır, ocağa götürürdü. Oruçlar açıldıktan sonra büyük bir keyifle yenen baklavaların tepsilerinin saraya boş dönemsi ahalinin padişahtan yana olan memnuniyetinin bir göstergesiydi. Tepsi “boş” dönüyorsa ramazan da “hoş” geçiyor demekti.

Sosyal yaşamın düzeni de dilde kendine farklı sözcüklerle yer bulur. Meşrutiyete kadar Beyazıt yangın kulesinde gece gündüz nöbet tutan gözcüler vardır. İstanbul’da yangın çıktığı zaman gözcü; kule bekçisini uyandırır, kalk çabuk bir çocuğun oldu, derdi. Uyanan ağa da kız mı, oğlan mı diye sorardı. Cevap kızsa yangın, Üsküdar, Boğaziçi sahili ya da Beyoğlu’nda; cevap oğlansa yangın İstanbul’un tarihi yarımadasında bir yerde demekti.

Bütün bu ara sokaklara, sarayların koridorlarına, küçük odalara, mahzenlere, sahillerle, tepelere saklanmış ayrıntılar, tarihle haşır neşir olmayı sevenlerin merak konusu olmaya devam ediyor.

Tarihi sevmeyenler varsa Sabri Kaliç’in kitabıyla geçmişe hoş bir yolculuk yapabilirler. Üstelik bilinenleri değil, bilinmeyenleri öğrenirler.