Ülkeler ve öğrettikleri

Köşe Yazısı
21 Mart 2012 Çarşamba

Nuia MANA


Bugün İsrail’de birinci yılımı doldurdum. Ve bir kez daha geriye dönüp baktığımda insanın yaşadığı ülkeden öğrendiklerinin ülkenin siyasi durumuyla yakından ilgili olduğunu görüyorum. Bugüne kadar Türkiye’de, İspanya’da, Almanya’da, Amerika’da ve İsrail’de yaşadım.

 

İşte gözlemlerim:

 

Amerika’da geçirdiğim dokuz senede bir şeylere sahip olduğum için suçlu olmamayı öğrendim. Amerikan dış politikasında, özellikle demokratlarda gördüğüm kendilerini sevmeme ve sanki Amerika’nın sahip oldukları ve bu sahip olduklarıyla yaptıklarından suçluluk duymalarıydı. Çevrem özellikle demokrat olduğu için, bu suçluluk duygusunu, varlığı yaşamayı kendimce inceleyebildim. Ve dediğim gibi sahip olduklarımdan dolayı suçluluk duygusu yaşamayı ya da kendimi kötü hissetmeyi reddetmeyi öğrendim. Şanslı olmanın bir yüke dönüşmemesi gerektiğini; çünkü yüke dönüştüğünde şanssızlara yardım etme kabiliyetimi de etkilediğini gördüm.

 

Almanya’dan öğrendiğim geçmişimden mutlaka ders almam gerektiğiydi. Çünkü Holokost gibi bir geçmişe sahip olan bu ülkede bugün Türklere karşı olan ırkçı tutum geçmişten pek de bir şey öğrenilmediğinin kanıtıydı benim için. Okuma oranının yüksek olması, dilencilerin baktıkları köpekler için devletten para desteği alması beni ikna etmedi - insanin insana davranışı değişmedikten sonra...

 

İspanya’da hayattan keyif almayı öğrendim. Zaten bu yüzden fazla bir şey yazamayacağım İspanya hakkında! Analizi filan rafa kaldırdım, geçmiş baskılardan arınıp koy verdim kendimi! Tıpkı İspanyollar gibi!

 

Türkiye’de ifade özgürlüğünü öğrendim. Tamamen özgürce kendimi ifade edemediğim için önce bunun önemini kavradım, sonra da kendime hayat boyu mutlaka ifade özgürlüğümden vazgeçmeyecegime dair söz verdim. Ne giyimim, ne sözüm, ne dinim, dilim, ne de kadınlığım (bu benim için en önemlisi oldu her zaman!) ifadesinden eksik kalmamalıydı. Kırmızı ponponlu terliklerime bakıp kendine dokunan serseriler bu dokunma özgürlüğünü kendinde bulurken, terliklerimden vazgeçmeyeceğime kendime söz verdim. Çünkü kötü olanın benim özgür cinsel ifadem değil, karşımdakinin ifade edilmemiş cinselliği olduğunu anladım.

 

Ve İsrail’e geldim... Tel Aviv’de gece ikide kırmızı ponponlarımla bisikletle tek başıma güvende eve dönme özgürlüğünü yaşadım.

 

İsrail’in bana öğrettiği en önemli olguya gelince. Bu ülkede öğrendiklerimden en önemlisi kişisel sınırlarımı korumak oldu. Tıpkı İsrail’in sınırları konusunda problem yaşaması gibi halkı da kişisel sınırlar konusunda hala hayat okulu öğrencileri. “El-âlem ne der”, tarzında bir karışma ve bastırma değil burada bahsettiğim. Aksine, ya sınırları sertleşmiş, dediğim dedik kişiler görüyorum ya da sınırları olmayan gel-geç serbest kişiler. Ortası yok sanki. İkisi de sağlıksız -ve zaten bu iki durum ülkenin politik gruplaşmasını da yansıtıyor sanki-. Bu iki grup arasında sağlıklı olanı buluyorum: ne ezilmek, ne de ezmek.

 

Farklı ülkelerde yaşamak çok güzeldir. İlk kez yapıldığında zordur; eski memleket özlenir, her şey batar. Ama insan alıştı mı mekân değiştirmeye ve gelişmeye, o zaman vazgeçilmez olur bu göçler. Umarım bir gün Asya’da da yaşarım ve sizlere  doğu öğretileriyle yoğrulmuş bir ülkede gördüklerimi yazarım.

 

Sevgiyle.