Shakespeare bu yıl Kocamustafapaşa’da: TİTUS ANDRONİCUS YA DA ‘BEŞ PERDELİK MAGANDA FACİASI’

“Devletin ya da büyükşehir belediyelerinin tiyatrosu olur mu?” sorusuna her zaman “Evet! Hem de mutlaka!” diye cevap vermiş olan ben, Semaver Kumpanya’nın Titus Andronicus’unu, bütün ödenekli tiyatrolarımız adına üzülerek izledim

Erdoğan MİTRANİ
14 Mart 2012 Çarşamba

Devletin ve belediyelerin en önemli hizmetlerinden biri kültür hizmetidir. Tiyatroyu tanıtmak, yaymak ve sevdirmek amacıyla kurulmuş olan ödenekli tiyatrolar aynı zamanda bir eğitim yuvası olarak çalışarak klasik ve modern tiyatronun önemli yapıtlarını izleyiciye sunmak ve bu yolla kültür yozlaşmasını engellemek için çaba göstermek zorundadır. Gişe kaygısı ve özel tiyatrolar gibi gün be gün yaşam savaşı vermek zorunluğu olmayan bu kuruluşlar, bir yandan ucuz bilet politikası ile tiyatroyu seyirciye ulaşılır kılmak, diğer yandan da ödeneksiz tiyatroların göze alamayacağı büyük prodüksyonları sahnelemek durumundadır.

Tüm zamanların en çok oynanan yazarı William Shakespeare’in oyunları bu büyük prodüksyonların en önemlileri arasında yer alır. Türk tiyatrosunun batılı anlamda kurucusu kabul edilen Muhsin Ertuğrul, 1958’de başrejisörlüğüne getirilmiş olduğu İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda, Shakespeare’in 400. doğum yıldönümü nedeniyle 1964 yılında beş sahnede beş Shakespeare oyunu sahneletmiş ve birçok yeni sahnesini açtığı Şehir Tiyatroları’nda “Her yıl 1 Ekim’de Shakespeare ile perde” geleneğini başlatmıştı.

Cumartesi gecesi oyundan çıkınca merak edip internete girdim: Turneleriyle beraber on dokuz ilde perde açan Devlet Tiyatroları’nın programında bir tek Shakespeare bile yok! On bir sahnede hizmet veren İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın repertuarında birkaç yıl önce sahnelemeye başladıkları bir Romeo ve Jülyet var ama o da uzunca bir süredir oynanmıyor.

Semaver Kumpanya, yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım ve devlet ya da belediye tiyatrolarının yapmak zorunda olduğu işlevleri büyük bir sorumluluk duygusuyla on yıldır yüklenmeye çalışan bir kuruluş. 2002 yılında Işıl Kasapoğlu önderliğinde kurulan ve hiçbir sponsor, finansör desteği olmadan, ucuz bilet satarak geniş kitlelere açılma yolunu seçmiş olan topluluk, bir yandan eğitim merkezi olarak çalışıyor, bir yandan Karina Cheres önderliğinde kuklalar ve kukla oyunları yaparak bu geleneği yaşatma uğraşı veriyor, bir yandan da salonunu sanat merkezi olarak kullanıyor. (Bir kitap kurdu için zengin bir tiyatro kütüphanesi olarak çalışan fuayesine girmek bile heyecan verici bir zevk.)

Bilmem Işıl Kasapoğlu’yu tanıtmaya gerek var mı? Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra Sorbonne Ünivesitesi Tiyatro Bölümü’nden 1981’de mezun olan, Paris’te birçok yönetmene asistanlık ettikten sonra 1983’de kendi tiyatrosu Théatre a Venir’i kuran, yurt içinde ve dışında aralarında yarım düzineden fazla Shakespeare olan 100’e yakın oyun sahneleyen Kasapoğlu, halen Genel Sanat Yönetmeni olduğu Semaver Kumpanya’yı kurmadan önce 1997’de İzmit Şehir Tiyatrosu’nu kurmuş ve ilk oyun olarak Türkiye’de ilk kez özgün metnine sadık kalarak oynanan ve yaklaşık yedi saat süren bir Hamlet sahneye koymuştur.

İtalya’da Türkçe oyun sergilemesiyle bir ilki gerçekleştiren, ilk kez devlet sahneleri dışında opera sahneleyen Semaver Kumpanya, bu yıl da iki sene önce Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde büyük ses getirmiş olan, Sinan Fişek’in Beş Perdelik Manzum Maganda Faciasıadı altında William Shakespeare’den uyarladığı Titus Andronicus’u Türkiye’de ilk kez Işıl Kasapoğlu’nun yönetiminde sahneliyor.

‘Maganda Titus’un öyküsünü ve 1991’de Işıl Kasapoğlu ile neden böyle bir uyarlamaya kalkıştıklarını bakın Sinan Fişek nasıl anlatıyor: Shakespeare’in bu ilk -ve en ilkel- ağlatısındaki şiddetin aşırı dozu (sayısız cinayet, sakatlama, tecavüz, evlat katli, yamyamlık, işkence vb.), namus, iktidar, intikam hırslarının ve genelde tüm duyguların çiğliği, yapıtın Tükçe’ye çevrilmekten çok, grotesk bir fars olarak yeniden yazılmasını adeta çağrıştırıyordu (...) Işıl Türkiye’ye döndüğünde oyunu çeşitli tiyatrolara götürdü ama dilinin aşırılığı, kadronun kalabalıklığı, efektlerin karmaşıklığı yüzünden alıcı bulamadı (...) Işıl, ilk yazılışından neredeyse yirmi yıl sonra, bu faciayı Semaver Kumpanya’nın yetenekli kadrosuna yüklemeye karar verdi.

Gerçi Titus Andronicus’tada, Shakespeare’in bütün oyunlarında olduğu gibi hiç eskimeyen, evrensel bir mesaj var: Şiddetin bulaşıcılığı ve intikamın, kan davasının sonu gelmez kısır döngüsü. İnsanlık intikamdan ve intikamın yarattığı şiddetten kurtulamıyor. İntikam alındıkça kan dökülüyor.  Kan döküldükçe intikamı alınacakların sayısı artıyor. Daha çok kan dökülüyor. Daha çok kan döküldükçe. Şiddetin dozu giderek artıyor...

Fişek, artık intikamın kan dökülmeden “hukuk”tarafından alındığı günümüzde, siyasal şiddetin doğurduğu sürekli şiddeti izleyiciye aktarabilmek için, zaten inandırıcı olmayan öyküyü sürreel ve neredeyse fantastik bir boyutta anlatmayı ve biraz da acemice yazılmış ağlatıdaki traji-komik öykünün trajik değil ama absürd boyutunu öne çıkarmayı yeğlemiş.

Bu “uyarlama” duygusal boyutta Shakespeare’in anlatısına taban tabana zıt olmasına karşın, oyunun ana temasını bire bir verebilmesiyle yazara beklenmedik şekilde sadık kalıyor. Öykünün mekân olarak yeraltı dünyasına kaydırılması, duyguların dibine kadar yaşandığı, sonuna kadar açığa vurulduğu bu dünyada hem kullanılan dilin, hem de karakterlerin aşırılığını neredeyse normalleştiriyor.

Cem Yılmazer’in dekor ve ışık tasarımı, Tomris Kuzu’nun gelişmiş bir bilgisayar oyunundan fırlamış gibi duran, ancak fantastik görünümlerine karşın karakterlerin aynası gibi duran olağanüstü kostümleri ve aksesuarları, Nevin Köksal’ın her biri benzersiz bir heykele benzeyen silâhları ve Alper Maral’ın sert müziği yaratılan bu dünyayı her türlü zamandan ve boyuttan kopararak etkileyici bir distopyaya dönüştürüyor.

Işıl Kasapoğlu, metindeki aşırı şiddeti bilinçli olarak sahneye en üst düzeyde taşıyor. Bir kere oyundaki tüm önemli karakterlerin ‘elleri kanlı’. Lady Macbeth’inki gibi, ne kadar yıkanırsa yıkansın çıkmayacak gibi bir kan bu. Zaten oyunun başında savaştan dönen askerlerin dışında kimsenin bu kanı yıkamaya niyeti de yok! Şiddetin dozu giderek artarken Kasapoğlu, işkenceleri, boğazlamaları, tecavüzleri, cinayetleri, kesilen el ve kolları “grand-guignol tarzı dehşetengiz”  boyutlarından çıkararak Kill Bill’vari grotesk bir güldürü gibi kullanıyor.

Ve bu bağlamda, sadece şiddetin şiddeti doğurması değil, finaldeki katliama kahkahalarla gülen izleyicinin şiddet karşısındaki kendi umarsızlığı da dolaylı olarak eleştiriliyor.

Oyuncu kadrosu kalabalık, oyun boyunca 22’si öldürülen 25 kadar karakter var. 

Semaver Kumpanya’nın yerleşik kadrosu büyük ama yine de bazı oyunculara birden fazla kişiyi oynatarak ekip on beş kişiye indirgenmiş: Saturninus: Asil Büyüközçelik, Bassanyus, Emilius, Köylü: Mustafa Kırantepe, Titus Andronicus: Serkan Keskin, Marcus Andronicus: Nadir Sarıbacak, Lucius: Sabahattin Yakut, Quintus: Emre Kılıçoğlu, Martius, Genç Lucius, Publius: Ümit İlban, Mutius: Uğur Senkeri, Alarbus: Mehmet Şeker, Demetrius: Fatih Dönmez, Kiron: Volkan Muzaffer Sarıöz, Aron: Sarp Aydınoğlu, Tamara: Sezin Bozacı, Lavinia: Şebnem Hassanisoughi, Dadı: Merve Dağlı

Kadro on beş kişiye inice bazı oyuncular birkaç kez öldürülme fırsatını yakalıyor! Finalde selâma çıktıklarında sahneye zar zor sığıyorlar.

Serkan Keskin, Nadir Sarıbacak, Sezin Bozacı, Sarp Aydınoğlu,Asil Büyüközçelik ve Şebnem Hassanisoughi metindeki rollerinden dolayı doğal olarak öne çıksalar da her zamanki gibi toplu oyunculuk çok iyi.

Titus Andronicus, büyük bir tiyatro olayı. Değil Kocamustafapaşa’ya, Kocaeli’ne kadar bile gitmeye değer. Ulaşımı öyle zor değil. Taksim ve Eminönü’nden hareket eden 35 no.lu otobüs veya Taksim’den kalkan dolmuşlarla ulaşılabiliyor. Özel aracınızla gidecekseniz (0212)585 59 35’den sorun, çok güzel tarif ediyorlar.

Oyundan çıktığımda ekibe söylediğimi size de tekrarlıyayım: Shakespeare, ama oyunu ilk yazdığı yılların acemi Shakespeare’i değil, King Lear dahil bütün önemli başyapıtlarını yazmış olan Shakespeare, gelip Beş Perdelik Manzum Maganda Faciası’nı izleseydi büyük keyif alır ve bizim gibi ayakta alkışlardı.

Hepinize iyi seyirler.