Vasili Grossman

Hem Nazizmin, hem Komünizmin hışmına uğrayan bir sessiz kahraman tanıdım bugünlerde.Hayatı, özgürlük arayışıyla anlamlandırmaya çalışan duyarlı bir yürekle ‘buluştum’. Sonunda yenilse de, milyonların yüreğinde taht kurmuş bu mütevazi insanın hikâyesi karanlığa meydan okuyor.

www.twitter.com/basyazar

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
22 Şubat 2012 Çarşamba

Bazen hayatımızın rutini arasında hiç beklenmedik bir anda sessiz bir kahramanın hikâyesine rastlamak, bıçak gibi deler yüreğimizin en sert bölümünü bile. Onu okuduğunuzda o insan olursunuz; onun yerine geçip onun hayatını, acılarını, hüznünü yaşarsınız. Ve işte o zaman, hayatı hep ıskalanmış açıdan, aslında doğru yönde anlamlandırmaya çalışırsınız. Zira dünyanın ve insanların, sadece kendinizden ve küçük, vasat ve çoğu değersiz çevrenizden oluşmadığını görürsünüz. İşte o an, ilk kez tanıdığınız bir uzak diyarlar insan kardeşiniz için yaşadığı büyük mezalim karşısında içiniz sızlar, acı çeker ve giderek gözyaşı dökmeye başlarsınız.

Tarihin farklı zamanlarında ve değişik bölgelerinde yaşamış Kevin Carter, Bruno Bettelheim, Jean Amery, Truman Capote, Stefan Zweig, Salvatore Allende, Paul Celan, Irene Nemirovski, Sabine Spielrein, Primo Levi ve bunlar gibi, Tanrı’nın özel ama çok acı çekmiş ünlü kullarının hayatlarını incelemek demek, insanoğlunun trajedisini anlamak demek. Bu kahramanların hikâyelerinin insanın insana yapabileceği zulmün tarihini barındırdığını anlamak demek. Ve giderek, insanın içine bu kadar gaddar kötülüğün nasıl girdiğini sorgulamak demek, beyhude de olsa…

Bugünlerde yine böylesi bir kahraman tanıdım: Vasili Grossman. Bir Ukrayna Yahudisi. Birçok benzer edebiyatçı gibi, ölümünden sonra ünlü olmuş bir sessiz kahraman; kötülüğe karşı kendi çabasıyla direnmiş lâkin mücadeleyi kaybetmiş mağdur bir parlak beyin.

Hitler, Stalin ve Kruşçev dönemlerinde, tarihe, yani yaşama en keskin gözlerle, en acılı yürekle, en vurucu isyan sözcükleriyle tanıklık etmiş bir yazar. Faşizmin ve komünizmin koşut şeytani uygulamalarını bizzat yaşayıp bunu, tek silahı olan yazıya dökmeye çalışmış olan bir alçak profil direnişçi.

Seküler bir Ukraynalı Yahudi ailesinin özenle yetiştirdiği, Yosif Solomonoviç Grossman. Zamanla, Vasili Semyonoviç Grossman

Tüm hayatı boyunca, insanlığın özgürlüğü sorunsalını kafasına takmış bir özel insan:

“Bana göre, hayat sadece özgürlükle tanımlanabilir. Yaşam özgürlüktür. Özgürlük yaşamın en temel ilkesidir. Aslında, hayat özgürlükle köleliğin hudududur.”

“Bir insan öldüğü zaman özgürlük alanından kölelik alanına doğru yol alır. Yaşam özgürlüktür. Ölmek ise, özgürlüğün kademeli olarak inkârıdır.”(1)

Hayatı böylesine özgürlükle özdeşleştiren Grossman özgür olamamanın tarihini yaşamıştır kendisi de, ölümüne değin. Zira, kötülükle uğraşmış, onu yakalamış ama yenilmiştir acı şekilde, son tahlilde.

Oysaki, 1917 Rus Devrimi’ni o da zamanın idealist gençleri gibi büyük bir coşkuyla karşılayacak ve özgürlüğün bu devrim sayesinde insana ulaşacağına inanacaktı. Çok sonraları ise şöyle yazacaktı günlüğüne: “1917’de özgürlüğe giden yol, Rusya’nın önüne kadar gelmişti, fakat Rusya, Lenin’i seçti”...

Kimya mühendisliği okumuş olmasına rağmen, 2. Dünya Savaşı ile birlikte gazeteci, yazar olmayı tercih etmiş, Nazilerle Rusların ünlü Stalingrad Savaşı’nda bir Rus gazetesi adına muhabirlik yapmıştı. Savaşın sonuna kadar cephede ve daha sonra Rus askerleri ile birlikte girdiği ‘Varşova Gettosu’ ile Treblinka ve Majdanek ölüm kamplarında gördükleri karşısında adeta dili tutulacak ve insanın insana reva gördüğü zulüm meselesinde herkesin halen cahil olduğu teşhisini koyacaktı.

1941’de annesinin, Nazilerin Ukrayna’da işlediği büyük Yahudi katliamlarında öldüğünü öğrendiğinde kahrolacak, onu Moskova’ya getirmeyi bir türlü ikna edememenin suçluluk duygusuyla yaşayacaktı ölümüne kadar. Yazılarında hep annesinin ölüme giderken halini ve celladını tahayyül eden emsalsiz acılı sözlerine yer verecekti.

Grossman, savaştan sonra Stalin’in antisemitizmi karşısında adeta hareketsiz kalır, Holokost notları Stalin tarafından Rusları ilgilendirmediği için yasaklanır. Uzak bir köyde eşiyle mutsuz hayatına döner. Stalin’in ölümü ve ‘ılımlı’ Kruşçev’in başa geçmesiyle umutlanır, lâkin Sovyet toplumunu incelediği ve savaş gözlemlerini aktardığı büyük eseri ‘Yaşam ve Yazgı’ Sovyet yönetimi tarafından adeta ‘tutuklanır’. Grossman’ın evi basılır ve eserin tüm kopyalarına Kruşçev’in adamları tarafından el koyulur. Üstelik kendisine bu eserin ancak 300 yıl sonra serbest kalabileceği söylenir ironik olarak.

Grossman, mutsuz ve acılar içinde hiçbir eserinin basıldığını göremeden 1964’te ücra evinde kanserden hayatını yitirir.

Lâkin, hayat o kadar da kötülüğün egemenliğinde olmadığını gösterir bizlere. Yazdığı iki büyük eseri arkadaşları tarafından büyük gizlilikle yurtdışına kaçırılır ve 1988’de ABD’de basılır. Glasnostla birlikte Rusya’da da 2000’e doğru basılır. Avrupa Grossman’ı, ‘20. yüzyılın yeni Tolstoy’u olarak kabul eder. Stalin ve Kruşçev’in kemikleri mezarlarında sızlar...

“Zulme bahane bulan bir vicdan asla tedavi edilemeyen bir vicdandır.”

“Her gün, her saat yıllar boyunca; insan, insan kardeşinin haklarını korumak için mücadele etmeli. Lâkin, eğer kara zamanlar umutsuzluk taşıyorsa, insan; insan olarak kalmayı tercih ettiği sürece, ölümden korkmamalıdır!”(2)

Selam olsun sessiz kahramanıma...

(1), (2)  Bu sözler, yazarın ‘Life and Fate’ eserinin orijinalinden çevrilmiştir. Ayrıca, eserin Türkçe çevirisi Ocak 2012’de Can Yayınları tarafından ‘Yaşam ve Yazgı’ adıyla yayınlanmıştır. Can Yayınları’nı, bu büyük yazarı Türkiye’ye tanıttığı için kutlarım.