Rosenbergler Ölmemeli

Geçtiğimiz hafta Şehir Tiyatroları Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde Alain Decaux’nun yazdığı, Orhan Alkaya’nın yönettiği ‘Rosenbergler Ölmemeli’ adlı oyunu seyrettim. Yıllar önce Dostlar Tiyatrosu’nda Ayla Algan ve Genco Erkal’ın sahneye koydukları insanlık tarihinin bu ibret verici, yüz karası ayıbının kitabını okudum, filmini izledim. Her seferinde isyan ettim, Ethel ve Julius Rosenberg için sessizce ağladım.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
1 Şubat 2012 Çarşamba

ABD vatandaşı olan Ethel ve Julius Rosenberg, Yahudi ailelerin çocukları olarak dünyaya geldiler. Ancak onlar antisemitizmin değil McCarthy’ciliğin kurbanı oldular. ABD senatörü Joseph McCarthy’ye göre sağcı olmayan herkes komünistti, vatan haini ve casustu. 

Bir teknisyen olan Ethel’in öz kardeşi David Greeenglass, Los Alamos atom tesislerinde uranyum çaldığı gerekçesi ile 1950 yılının 15 Haziran gecesi tutuklandı. İftira, şantaj, tehditlerle alınan ifadesi sonucunda Rosenbergler aleyhine tanıklık yapmaya zorlandı. Rosenbergler Sovyetler Birliği’ne atom bombası ile ilgili bilgi sızdırmak ve ABD’ye ihanet etmekten suçlandılar.

Davalarını üstlenen Avukat Emanuel Bloch, Rosenbergler’in hesaplarına Sovyetler Birliği tarafından 70 ABD doları yatırıldığı, kendilerine bir sandalye ve saat hediye edildiği gibi gülünç ve uyduruk delilleri tek tek çürütmesine rağmen 29 Mart 1951’de jüri kararını verdi. Ölüm cezanın hafifletilmesi için hem ulusal, hem de uluslararası platformlarda büyük bir kampanya başlatıldı, elli bin imza toplandı, yürüyüşler düzenlendi.

Pablo Picasso, L’Humanité dergisinde; “Saatler önemli. Dakikalar önemli. İnsanlığa karşı bu cürmün işlenmesine izin vermeyin!” çağrısında bulunurken Jean Paul Sartre, Albert Einstein, Bertold Brecht, Jean Cocteau, Frida Kahlo gibi pek çok aydın tepkilerini ortaya koydular. Papa XII. Pius, ABD Bakanı Eisenhower’dan infazın durdurulmasını talep etti.

ABD Yüksek Mahkemesi önce temyiz başvurusunu kabul, sonra da McCarthy’nin baskısı ile bu kararı iptal etti. Rosenberg’ler aynı günün akşamı, 19 Haziran 1953’de, geriye iki küçük oğlan çocuğu bırakarak, Şabat’ın girişinden sonra, California açıklarındaki ünlü Sing Sing Adası’nda elektrikli sandalyede can verdiler.

İnsanlık tarihinin bu kara lekesi 60 yıl geride kaldı. Bugün artık ABD özgürlük, adalet ve insan hakları yönünden çok yol aldı diye düşünebilirsiniz. Ben ise dünyanın her köşesinde McCarthy’ler var oldukça ideallerine inanan, yürekli kişilerin her daim hain bir kurşuna hedef olabileceklerine, ya da ömür boyu hapiste çürüyebileceklerine inanıyorum.

 Türkiye’de ne zaman anti-demokratik kampanyalar ya da siyasi-ideolojik cadı avları gündeme gelse sol kesim hemen 1950’li yıllarda Amerika’da yaşanan McCarthy dönemine atıfta bulunur ve bu dönemin ünlü bir davası olan Rosenbergler Davası’nı zikreder” diye bir saptamada bulunmuş Fikret Ertan ta 13.Mart.2004 tarihli Zaman Gazetesi’nde. Yazarın bu iddiası günümüzde geçerli değil ki oyun İstanbul Belediyesi’ne bağlı İstanbul Şehir Tiyatroları’nın repertuarında yer alıyor.

Rosenbergler gerçekten suçsuz muydu? Eski Sovyetler Birliği Başkanı Nikita Krusçev anılarında; Stalin ve Molotov’dan Rosenbergler’in atom bombasının üretiminin geliştirilmesinde çok önemli yardımları dokunduğunu öğrendiğini yazar. Soğuk Savaş sonrasında, 1996 yılında, Sovyet ajanı Aleksandr Feklisov da gazetecilere Rosenbergler’in atom casusluğu yapmadıklarını; ancak birtakım askerî sırları KGB’ye verdiklerini ileri sürer. Buna karşılık Sovyetler’de ilk atom bombasını üreten Boris Brokhovich, Rosenbergler’in boşu boşuna elektrikli sandalyeye gönderildiklerini belirtir.

Amacım bir tiyatro eleştiri yazısı yazmak değil, ne tarihi sorgulamak,  ne de yılların bir ‘mitos’unu yıkmak. Ancak oyunun sahnenin altıya bölünerek özgün bir şekilde aktarılması ve akıcılığı beni oldukça etkiledi.

Oyunun yönetmenliğini üstlenen Orhan Alkaya hepimizin çok yakından tanığı bir sima, ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’nin balıkçısı… (Karcı Holding’in sahibi). Alkaya, 12 Eylül Darbesi sürecinde sıkıyönetim kanunu ile görevden alınan binlerce kamu çalışanı arasında yer aldı. 2008-2009 yıllarında İBB Şehir Tiyatroları ‘seçilmiş’ Yönetim Kurulu Üyeliği ve Genel Sanat Yönetmenliği yaptı.

Alkaya, ‘Rosenbergler Ölmemeli’ oyununda, kendisinin de yer aldığı farklı bir proje için 1976’da bestelenmiş bir müziği kullandı. O tarihte Melih Cevdet Anday’ın ‘Anı’ şiirini Tarık Öcal bestelemiş, partisyonunu Timur Selçuk yapmıştı. Alkaya, yıllar sonra notaları almak için Tarık Öcal’ı aradığında; “Notalar bende yok, şu anda uğraşamam da, çünkü ölüyorum, şarkı senindir, istediğin gibi kullan” yanıtını aldı. Sonra da Tarık öldü. 

Alkaya, notalar için şarkının en iyi yorumcusu Esin Afşar’a başvurduğunda kendisinden ; “Benim yapabileceğim bir şey olursa hemen ara  cevabını aldı, ancak olacak iş mi, kısa bir zaman aralığında Esin Afşar da öldü.

Alkaya ‘Rosenbergler Ölmemeli’nin tanıtım broşüründe şöyle yazar: “O ilk günden bir Timur kalmıştı bir de ben. Timur, aramızda adı ‘Kod adı Milonga’ olan şiirimi besteledi. Şaşırtıcı ama ikimiz yaşıyoruz ve ‘dışarıda’yız.”

Geçmişi ve günümüzü değerlendirirken oyundan benim kadar etkileneceğinize eminim.