İranlı Schindler, Abdol-Hossein Sardari

İranlıların yahudi vatandaşlarına arka çıkmalarının çarpıcı bir örneği: Yeni yayınlanan bir kitap, yüzlerce İranlı Yahudi ve onların torunlarının, İkinci Dünya Savaşı döneminde Paris’te diplomat olan bir İranlı sayesinde hayatta kaldıklarını iddia ediyor. “In The Lion’s Shadow” adlı kitap Abdol-Hossein Sardari’nin İranlı Yahudilerin Nazilerden kaçmalarını sağlarken kariyerini nasıl riske attığını anlatıyor.

Nelly BAROKAS Kültür
18 Ocak 2012 Çarşamba

Eliane Senahi Cohanim, ailesi ile Fransa’dan kaçtığında yedi yaşında bir çocuktu. Bindikleri trenin Nazilerce kontrol edilmek üzere durdurulduğunda, kolunun altında en sevdiği bebeği ile uzandığını ve uyur numarası yaptığını anımsıyor.

“Babamın uzattığı pasaportlara, sonra da bize dikkatlice baktılar. Çok çok korkmuştuk” sözleri ile kaçtıkları günü anlatan Eliane Senahi Cohanim’in ailesi, Paris ve civarında yaşayan çok sayıda İranlı Yahudi ailelerinden biriydi. Baba George Senahi tekstil ticaretinde ünlü bir sima olup, ailesi ile birlikte Paris’in 25 km yakınında Montmorency’de oldukça gösterişli bir evde yaşayan bir İranlıydı.

Naziler Fransa’yı işgal ettiklerinde Senahi Ailesi güvende olmak için Tahran’a dönmenin yollarını aramaya başladı. İran’ın Paris’teki diplomatik genç bir temsilcisi olan Abdol-Hossein Sardari, Senahi’lere ve çok sayıda İranlı Yahudi’ye yardım elini uzattı. Nazi işgali altındaki Avrupa’dan kaçabilmeleri için bu kişilere pasaportlar ve her türlü seyahat belgelerini temin etti.

Günümüzde 78 yaşında bir büyükanne olan Eliane Senahi Cohanim; “Sınırlarda babam korkudan titriyor, bize belli etmemeye çalışıyordu. Babam güçlü bir kişiydi, ailesine her şeyin yolunda gideceğine dair güvence veriyor, aile bireylerini sakinleştirmeye çalışıyordu” demekte.

Bankacı eşi Nasser Cohanim ile 30 yıldır California’da yaşayan Eliane, hayatını ve erkek kardeşi Claude’un hayatını kime borçlu olduklarını gayet iyi biliyor. Çünkü babası George Senahi, Abdol-Hossein Sardari sayesinde Avrupa’dan kaçabildiklerini yaşamı boyunca dile getirmiş.

Eliane, Paris’te yaşamakta olan amcalarının, büyükanne, büyükbaba ve tüm akrabalarının İranlı diplomatın yardımı ile hayatta kaldıklarını, Abdol-Hossein Sardari’ye ulaşamayanların Naziler tarafından katledildiklerini anlatmakta.

NAZİ PROPAGANDASI

“In The Lion’s Shadow” adlı kitabın yazarı Fariborz Mokhtari, onu bekâr, yaşamayı seven ve birden kendini Paris’teki İran Elçiliği’nde yüksek düzeyde diplomatik bir görevde bulan bir genç olarak tanımlamakta.

Savaşta resmen tarafsız kalmasına rağmen, iki ülke arasındaki güçlü ticaret hacmi nedeniyle İran, Almanya ile ilişkilerine devam etmekteydi. Bu düzen Hitler’in işine geliyordu. Nazi propagandası İranlıları Ari ırktan, ırk açısından Almanlar kadar saf bir ulus olarak ilan etti.

Bu arada İranlı Yahudiler Paris’te taciz ediliyor, zulüm görüyor, muhbirler tarafından ele veriliyorlardı. Bazı durumlarda, hastanelerde dünyaya gelen Yahudi bir bebek sünnet edildiğinde muhbirler hemen Gestapo’ya haber vermekteydi. Anneler Yahudi İşleri Ofisi’ne bebeklerinin doğduğuna dair bilgi vermek, kıyafetlerinin üzerine sarı yıldızı takmak ve Yahudi olduklarına dair mühürlü kimlik belgelerini yanlarında taşımak zorundaydılar.

Ancak Abdol-Hossein Sardari, 2000’den fazla İranlı Yahudi’nin Nazi ırkçı kanunlarından muaf tutulması için nüfusunu ve Almanlarla ilişkisini devreye soktu. İran Yahudilerinin, Avrupa Yahudileri ile herhangi bir kan bağının bulunmadığını ileri sürdü, bu konuda onları ikna etmeye çalıştı. Böylece birçok İranlıya verdiği yeni pasaportlar sayesinde, Tahran’a dönmek üzere Avrupa’yı boydan boya geçmelerine olanak sağladı.

1925’te İran’daki rejim değişikliği ile yeni kimlik belgeleri ve pasaportlar gündeme gelmişti. Oysa yıllardır Avrupa’da yaşayan İranlı Yahudiler bu yeni belgelere sahip değillerdi. Ayrıca İranlı olmayan kişilerle evli olanlar eşleri veya çocukları için İran pasaportu alamıyorlardı.

İngiltere ve Rusya’nın 1941’de İran’a saldırmasının ardından Abdol-Hossein Sardari’nin insancıl çabası giderek daha da zorlaşmaya, tehlike arz etmeye başladı. İttifak Kuvvetleri ile bir anlaşma imzalayan Tahran, Sardari’ye bir an evvel ülkesine dönmesi emrini verdi.

ARİ IRK

Diplomatik dokunulmazlığını ve temsil yetisini kaybetmesine rağmen Sardari, Fransa’da kalmaya ve kendi güvenliğini tehlikeye atma pahasına İranlı Yahudilere yardım etmeye devam etti. Nazilere bir dizi bildiri ve raporla kabul ettirmeye çalıştığı hikâye; Pers İmparatoru Cyrus’un Yahudi sürgünleri Babil’de serbest bıraktığı, onların da evlerine döndükleriydi.

Burada söz konusu kişi, İranlı Yahudileri kurtarma adına yaşamını değiştiren, hayatını ve kariyerini riske atan, maddi kaynaklarını tüketen Müslüman bir İranlı. Serdari, bir kısım İranlının Musa Peygamber’in öğretilerine merak saldığını söyledi, Musa’nın takipçileri olan bu İranlı Musevileri “Djuguten” olarak tanımladı, onların Yahudi ırkına ait olmadıkları konusunda Nazileri ikna etmeye çalıştı.

Berlin’de bu konuda araştırmalar sürdürüldü, arı ırk uzmanları İran’daki bu mezhep ile ilgili görüşlerini dile getirdiler. Yani Sardari’nin bu uyduruk buluşu hakkında çalışmalar yaptılar. Nazi uzmanlar içinden çıkamadıkları bu durum hakkında kaçamak cevap vermeyi yeğlediler, araştırmalarında daha fazla veriye ihtiyaç duyduklarını söylediler.

TEK BAŞINA VE FAKİR

1942 yılının Aralık ayında Abdol-Hossein Sardari’nin iddiaları Nazilerin Yahudi İşleri Sorumlusu Adolf Eichmann’a ulaştı. Yazar Fariborz Mokhtari’nin “In The Lion’s Shadow” kitabında Eichmann’ın Sardari’nin iddialarını “Yahudilerin bir şeyleri kamufle etme amaçlı olağan girişimleri” şeklinde değerlendirerek reddettiği aktarılıyor. Fakat 100 bin Yahudi’nin ölüm kamplarına sürülmekte olduğu bir dönemin Fransa’sında Sardari inatla Yahudi ailelerin Paris’i terk etmesi yönünde yardımlarına devam ediyordu.

Sardari’nin düzenlediği pasaport sayısının 500 ile 1000 arası olduğu belirtiliyor. Yazar, her bir pasaportun iki veya üç kişi için düzenlendiği göz önüne alındığında, 2000 kişinin yaşamının kurtarılmış olabileceği sonucuna varıyor.

Abdol-Hossein Sardari yaşamı boyunca hiçbir övgü beklemedi, yaptıklarının insani bir görev olduğunu söyledi. İran devriminin ardından elçilik görevi ile ilgili emekli aylığını ve Tahran’daki mal varlığını yitiren İranlı diplomat, 1981 yılında, Londra’nın güneyinde Croydon’da, tek başına yaşama veda etti.

Abdol-Hossein Sardari, 2004 yılında bu insani fedakârlığı nedeniyle Los Angeles’te Simon Wiesenthal Merkezi’nde düzenlenen bir törenle gıyabında onurlandırıldı.

Fariborz Mokhtari, halen hayatta olanların tanıklıklarına yer vererek onun öyküsünü daha geniş kitlelerin bilgisine sunmanın İran ve İranlılar hakkında yaygın olan önyargıların bertaraf edilmesine yardımcı olacağını vurguladı.

“Burada İranlı hemşerisini kurtarmak için yaşamını, kariyerini, malvarlığını ve her şeyini riske atmış Müslüman bir İranlı ile karşı karşıyayız. O; ‘Ben Müslümanım, o Yahudi gibi bir fark gözetmedi” şeklinde konuşan Mokhtari, Abdol-Hossein Sardari’nin öyküsünün, genel kanının aksine İranlıların hoşgörülü olabildiklerine en güzel örneği oluşturduğunu söyledi.

ABDOL-HOSSEİN SARDARİ

(1895-1981)

Sardari’nin bir mensubu olduğu Katar Kraliyet Ailesi, 1925’te İran üzerindeki kontrolünü kaybetti. 1936’da Abdol-Hossein Sardari Cenevre Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu, 1940’da İranlı bir diplomat olarak Paris’te göreve başladı. Görevi süresince yüzlerce İranlı Yahudi’nin Fransa’dan kaçmasına yardımcı oldu. Uzun yıllar sevgilisi olmuş Çinli opera sanatçısı Tchin-Tchin ile evlenmek üzere izin aldı, ancak Çin’deki ihtilal sırasında kız kayıplara karıştı. Savaş döneminde pasaport çıkarma işlemleri ile ilgili olarak emirlere uymama ve zimmete para geçirme suçlaması ile 1952’de Tahran’a çağrıldı. Adını temize çıkarmasının ardından Londra’ya taşındı. İran devriminden sonra 1978’de emeklilik maaşı kesildi. Yahudi kuruluşları tarafından onurlandırıldığını göremeden 1981 yılında yaşama yapayalnız veda etti.