Depresif bir melankolik

‘İstenmeyen Adam’ ilan edilip, Cannes’dan kovulan ilk yönetmen olarak festival tarihe geçen Lars Von Trier’in filmi eleştirmenleri ikiye böldü. Cannes jürisi, depresyondan kurtulamayan, aykırı provokatif yönetmenin inişe geçtiğini söyleyen eleştirmenlere katıldı. ABD Film Eleştirmenleri, Yılın En İyi Filmi seçtikleri “Melankoli”yi, dünyanın sonu hakkında bir başyapıt olarak karşıladı.

Viktor APALAÇİ
18 Ocak 2012 Çarşamba

Kitleleri kışkırtmadaki ısrarını sürdüren Von Trier, hayranlıkla nefret arasında tepki alıyor. Bir gezegenin dünyaya yaklaşma sürecini korkuyla yaşayan iki kız kardeşin öyküsünü anlatan film şaşırtmayı, sarsmayı hedefliyor.

Filminin Cannes’daki basın toplantısında Hitler’e ve Nazizm’e olan sempatisini dile getirerek bir skandala imza atan, festival yönetimi tarafından ‘Persona non grata-istenmeyen adam’ ilan edilen, festival tarihine “Cannes’dan kovulan ilk yönetmen” olarak adını geçiren Danimarkalı Lars Von Trier, olay filmi “Melankoli / Melancholia” ile eleştirmenleri ikiye böldü.

Kimi eleştirmenler, depresyondan bir türlü kurtulamayan, aykırı, provokatif yönetmenin inişe geçtiğini söyledi. Kimileri, “dünyanın sonu hakkında” bir başyapıt olduğunu iddia ettikleri “Melankoli”yi, her filmiyle olay yaratan Von Trier’in dehasının bir ürünü olarak karşıladı.

64. Cannes Film Festivali’nin Robert de Niro başkanlığındaki jürisi, birinci şıktaki eleştirmenlere katıldı.

İlk önce Avrupa Film Akademisi Yılın En İyi Avrupa Filmi, sonra ABD Ulusal Film Eleştirmenleri Birliği, “Melankoli”yi yılın En İyi  Filmi seçerek, ikinci şıkkı tercih eden eleştirmenler arasında yer aldığını ilan etti.

İki kızkardeşin öyküsünü anlatan film, Melankolia adı verilen bir gezegenin, güneşin arkasında görülmediği yerden çıkıp, dünyaya yaklaşma sürecini anlatıyor. Evliliğe adım atmaya hazırlanan Justine (Kirsten Dunst) kıyamet gününü aklından çıkaramayan, depresyonda bir genç kadındır. Güya normal olan ablası Claire (Charlotte Gainsbourg) varlıklı gökbilimci kocasıyla (Keifer Sutherland) görkemli şatolarında Justine’in şatafatlı düğün törenine ev sahipliği yapmanın heyecanını taşımaktadır.

Psikolojik gerilimli bu kıyamet filminde, doğaüstü ile, iletişime geçmiş karakterleriyle, parmaklarından ışık saçan, histeri komasına girmiş geliniyle, misafirlerle damadın düğün evini terketmeleriyle, Lars Von Trier’in, bir önceki filmi “Antichrist”te olduğu gibi, izleyicilerini şaşırtmayı, sarsmayı hedeflemekte ısrarcı olduğunu gösteriyor.

Konusu İsveç’in görkemli bir şatosunda geçen film iki bölümden oluşuyor. “Justine” başlıklı ilk bölümde, kocasını boşamış, feminist (Charlotte Rampling) ile çapkın babanın (John Hurt) en az kızları Justine kadar eksantrik, aykırı ve sorunlu kişiler olduklarına tanık oluyoruz. Parti ilerlerken Von Trier’in bildik aile arızaları ortaya çıkmaya başlar.

Ölümü beklemek zor şey

“Claire” başlıklı ikinci bölümde, fiyaskoyla neticelenen düğün gecesinin ardından, ablasının evine yerleşen depresyondaki Justine”i ve dünyaya doğru ilerlemekte olan “Melankolia” adlı gezegeni kaygıyla izleyen ablası Claire var.

Başarılı bir reklamcı olan Justine’in bir meslektaşıyla müstakbel damadı aldattığı, para ve gücün temsilcisi nikah şahidi patronuna (Stellan Skarsgard) hakaret ettiği, düğün törenini mahvettiği sekanslar çok başarılı.

Hüzünlü, bunalımlı, ağır ve boğucu atmosferli filmiyle, Lars Von Trier bir “dünyanın sonu” yorumu yapıyor.

Bu yönüyle “Melankoli”, büyük usta Stanley Kubrick’in “2001: A Space Odyssey” (1968) başyapıtını anımsatıyor. Film ilk bölümündeki düğün sahnesi, Luchino Visconti’nin “Leopar / İl Gattopardo” (1968) ve Thomas Vinterberg’in ilk dogme filmi “Kutlama / Festen”i (1998) akla getiriyor.

Filmin görselliği, sıra dışı sanat yönetimi, atmosfer yaratmadaki becerisi her türlü övgünün üstünde. Wagner’in “Tristan ve Isolde” müziği eşliğinde izlediğimiz, Brügel tablolarını akla getiren, Alman romantizminin etkisini taşıyan filmin ilk sekiz dakikası çok etkileyici. Yarattığı karamsar, tedirgin edici atmosfer ile, Von Trier’in izleyicinin içini karartmakta hedefine ulaştığını teslim edelim.

Hayranlık ile nefret arasında tepki alan sanatçı, kitleleri kışkırtmadaki ısrarını bu filmde de sürdürüyor. Şişkin egosuyla, nihilist üslubuyla, eleştirel, aykırı ve sivri karakteriyle, Von Trier kurulu düzene meydan okumada kararlı gözüküyor.

Hitler Hayranı Danimarkalı

Geçirdiği ağır depresyondan bir türlü kurtulamayan, bu depresyonun izlerini senaryolarına yansıtan Lars Von Trier’in kadın düşmanı ve provokatif bir yönetmen olduğu söylenebilir.

Ama bu, Danimarkalı sanatçının, senaryolarında depresif kadın karakterleri çizmede gösterdiği başarıyı gölgeleyemez.

İki yıl önce (yine eleştirmenleri ikiye bölen) “Antichrist / Deccal”de çocuğunu kaybetmenin travmasını yaşayan kadın kahramanı, makasla vajinasını kesiyordu. Bu rolde (kendisini aşan) Charlotte Gainsbourg, Cannes’da En İyi Aktris Ödülü’nü kazanıyordu.

Lars Von Trier’in “Melankoli”de kendisi için yazdığı rolde Charlotte Gainsbourg, kendisini seven kocası ve çocuğuyla refah içinde yaşayan, ancak dünyaya yaklaşan bir gezegenin kaygısıyla dengesini kaybeden, abla Claire rolünde harikalar yaratıyor. Ancak jüri, iki yıl önce ödüllendirilen Gainsbourg yerine, En İyi Aktris Ödülü’nü, kız kardeşini oynayan Kristen Dunst’a veriyordu. 29 yaşındaki aktris oyunculuk kariyerini üç yaşından beri sürdürüyor.

Cannes’da “Melankoli” filminin basın konferansında, Hitler hayranı bir Nazi olduğunu söyleyerek bir skandala sebebiyet veren Lars Von Trier’in yanında, Yahudi asıllı Gainsbourg ve Dunst oturuyordu.

Annesi Yahudi olan yönetmeni, kaldığı otelde Yahudi karısı bekliyordu.

Basın konferansında şok yaşayan iki aktris, söylediği sözler için özür dilememesi durumunda, gece yapılacak galaya Von Trier ile birlikte gitmeyeceklerini ilan ediyorlardı.

Yönetmenin sebebiyet verdiği skandal yüzünden büyük zarara uğrayacaklarını hisseden filmin yapımcıları, Lars Von Trier’in aynı gün özür dilemesini sağladılar. Ancak festival yönetimi, ırkçı söyleminden dolayı Danimarkalı sanatçıyı affedemeyeceklerini, “istenmeyen adam” (persona non grata) ilan ettikleri Von Trier’in festivalin Kapanış Galası’na kabul edilmeyeceğini belirtti.

İsveç-Alman kökenli genç aktris Kristen Dunst ödülünü alırken, jüriye filminin festivalden çıkarılmadığı için müteşekkir olduğunu söyledi.

Lars Von Trier’in bundan böyle projelerini gerçekleştirebilecek yapımcıları bulmakta zorlanacağı, yeni filmlerinin uluslararası festivallere davet edilmesinin uzak ihtimal olduğu bir gerçek. Hele, skandal karşısında tepkisini dile getirirken, “burası ırkçı söylemlerin açıklandığı bir arena değildir” diye tavır koyan Cannes Film Festivali direktörü Thierry Fremaux’nun Von Trier’i bir daha Cannes’da görmek istemeyeceği çok açık.

Halbuki Danimarkalı yönetmen şöhretinin büyük bir kısmını Cannes’a borçlu. Katıldığı dokuz yarışmanın beşinden ödülle ayrılan Von Trier, 2000’de “Karanlıkta Dans / Dancer In The Dark” ile Altın Palmiye, 1996’da “Dalgaları Kırmak / Breaking The Waves” ile Jüri Büyük Ödülü, 1991’de “Europa” ile Jüri Ödülü kazandı. (Kendisine Altın Palmiye vermediği için, kendisinden sadece beş santim kısa olan Jüri Başkanı Roman Polanski’ye “cüce” diyerek hakaret etmişti).

Yine Cannes’da geçen yıl aldığı olumsuz tepkilere cevap olarak, parmakları üzerine yaptırdığı ‘F.ck’ kelimeli dövme ile poz verdi ve kendisini dünyanın en iyi yönetmeni olarak ilan etti.

Yapılan bir araştırmada, dünyanın en mutlu insanlarının yaşadığı ülke olarak seçilen Danimarka’da, Von Trier altı yaşından beri bir melankolik olarak yaşadığını söylüyor. Yahudi ismi taşıyan dört çocuğunu Yahudi değerleriyle büyüttüğünü ileri sürüyor.

Kurucuları arasında olduğu Dogme akımının en haraketli günlerinde din değiştirip Katolik oluyor.

Orta yaş bunalımı geçirdiğini ve beyninin biraz hasarlı olduğunu kabul eden Von Trier, dilinin freni olmadığını, tüm düşüncelerini süzgeçten geçirmeden, nereye varacaklarını hesaplamadan söylediği için, kendisini “köyün delisi” ilan ediyor.

Senaryolarını yazdığı “Dogville”, “Manderlay” ve “Karanlıkta Dans”ın konuları Amerika’da geçmesine rağmen, uçağa binmekten korkan Von Trier hayatında hiç ABD’ye gitmedi.