Bu hafta ağımıza takılanlar

Gerçekten de hep söyleriz, 1947 tarihli BM planı gerçekçi ve adil bir plandı. O topraklarda bir Yahudi, bir de Arap devleti kurulmasını, İngilizlerin Osmanlı'nın elinden alarak sömürge yaptıkları ülkenin bu şekilde ‘kardeş payı edilmesini’ öngörüyordu.

ENGİN ARDIÇ

İzak BARON Diğer
2 Kasım 2011 Çarşamba

Yahudiler sıcak baktılar, o dönemde başka çareleri yoktu. Araplar şiddetle reddettiler. Savaşa tutuştular ve yenildiler. 1948 yılında İsrail bağımsız devlet oldu ama 63 yıl sonra bile ortada henüz somut bir Filistin Arap Devleti yok.                                                  

PEKİ, İSRAİL NEDEN ŞİMDİ ‘EVET’ DEDİ? GEÇEN 5 YILDAN FARKLI OLARAK BUGÜN NE DEĞİŞTİ DE İSRAİL BAŞBAKANI NETANYAHU KOALİSYONDAKİ AŞIRI SAĞ PARTİLERİ KARŞISINA ALMAYI GÖZE ALARAK HAMAS’I MUHATAP ALIP ANLAŞMA YAPTI?

Peki, İsrail neden şimdi ‘evet’ dedi? Geçen 5 yıldan farklı olarak bugün ne değişti de İsrail Başbakanı Netanyahu koalisyondaki aşırı sağ partileri karşısına almayı göze alarak Hamas’ı muhatap alıp anlaşma yaptı? Hâlbuki Hamas, 2006’dan beri 1400 Filistinlinin serbest bırakılması karşılığında Şalit’i salıvereceğini söylüyordu. İsrail hükümetleri ilk önce buna yanaşmadı, Şalit’i kurtarma ve kaçıranlara ders verme amacıyla Gazze’ye operasyonlar düzenledi. Bu saldırılarda yaklaşık 1600 Filistinliyi katletti. Ne zamanki anlaşma şartları İsrail’in lehine döndü, o zaman masaya oturdu. Tavır değişikliğinde İsrail hükümetinin karşı karşıya kaldığı bazı iç ve dış baskılar da büyük rol oynadı.

İç unsurların başında, birkaç aydır güçlenerek artan hükümet karşıtı protestolar geliyor. Hayat pahalılığını ve uygulanan ekonomi politikalarını eleştiren geniş kitleler, koalisyon hükümetine zarar vermeye başlamıştı. Şalit’in kurtarılması için hükümete karşı oluşan baskı da artmıştı. Netanyahu, Şalit’i geri getirerek hükümet karşıtı tansiyonu düşürmeyi hedefledi.

Dışa bakan yönüyle de Tel Aviv, takas anlaşmasıyla üzerindeki ABD baskısını hafifletmek istedi. Washington, barış masasından kaçan, ABD’ye rağmen işgal topraklarına yeni yerleşim alanları oluşturan Netanyahu hükümetine karşı tavrını sertleştiriyordu. Dahası, Hamas ile anlaşarak hem BM’de Filistin’i tanıma yönünde oluşan tavrı hem de Filistin lideri Mahmud Abbas ile El Fetih yönetimini zayıflattı. İsrail dönem dönem Hamas’a ya da El Fetih’e yarayacak adımlar atarak Filistin iradesinin bir el altında toplanmasını önlüyor. İsrail’in 1980’lerin sonunda Hamas’ın kurulmasında dolaylı rol oynaması, bu politikanın gereğiydi. İsrail, Hamas üzerinden Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat’ın milliyetçi-laik gücünü dengeledi.

Mesut Çevikalp

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/newsDetail_getNewsById.action?newsId=30812

HER HALÜKÂRDA VAN OLAYINDAN SONRA GEREK TÜRK, GEREKSE İSRAİL YETKİLİLERİNİN BEYANLARI, YARDIM JESTİ SAYESİNDE İKİLİ İLİŞKİLERİN DÜZELECEĞİ SİNYALİNİ VERMİYOR

Türkiye’ye bu kez yardım gönderen ilk ülkeler arasında en çok dikkatini çeken İsrail oldu. Bu ilginin nedenini anlamak zor değil. Türk-İsrail ilişkileri bozuk ve gergin.

Van’daki deprem, İsrail Cumhurbaşkanı Peres ve Başbakan Netanyahu’nun Türk mevkidaşlarını arayıp her türlü yardıma hazır olduklarını bildirmelerine vesile oldu. Nitekim Ankara dış destek çağrısı yaptığı anda İsrail dev uçaklarla prefabrik evler, ısıtıcılar vs. sevkiyatını başlattı.

Bu jest ilişkileri düzeltmeye yönelik bir “diplomatik” manevra olduğu fikrini akla getirebilir.

Deprem ve benzeri doğal afetlerin, ilişkileri bozuk ülkeleri yakınlaştırdığı görülmemiş bir şey değil. Fazla uzaklara ve gerilere gitmeye gerek yok. 1999 depreminden sonra Türk-Yunan ilişkilerinin izlediği seyir, bunun en canlı örneği.

O olayda Yunanistan’ın Türkiye’ye yardım elini uzatmasıyla erimeye başlayan buzlar, yerini giderek ısınan bir havaya bıraktı. Bu bakımdan 1999 depremi Türk-Yunan ilişkilerinde bir dönüm noktası sayılıyor.

Kuşkusuz bu, her olayda aynı sonucun alınabileceği anlamına gelmiyor. Her halükârda Van olayından sonra gerek Türk, gerekse İsrail yetkililerinin beyanları, yardım jesti sayesinde ikili ilişkilerin düzeleceği sinyalini vermiyor. Aksine Davutoğlu ile Lieberman’ın birleştiği nokta, depremzedelere yardım ile siyasi ilişkilerin “birbirinden ayırt edilmesi” gerektiğidir.

Yani daha açık bir deyişle, iki hükümet te, “Mavi Marmara” sonrası dönemdeki pozisyonlarını koruyor ve yardım jestinin bir yumuşamaya yol açabileceğine inanmıyor.

Yunanistan ile durum farklıydı. O zaman Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile Yunan mevkidaşı Yorgo Papandreu, iki ülke arasındaki ilişkilerde yeni bir sayfa açmak konusunda aynı irade ve kararlılığı paylaşıyorlardı... Deprem bu yöndeki diplomatik atak için bir fırsat olmuştu...

Sami Kohen

http://dunya.milliyet.com.tr/deprem-ve-diplomasi/dunya/dunyayazardetay/28.10.2011/1456056/default.htm

ABD, İSRAİL VE TÜRKİYE'Yİ BİRBİRİNE YAKIN TUTMAK İSTİYOR Kİ, İRAN'DA GERÇEKLEŞECEK BİR TEHLİKEYİ BASTIRABİLSİN

İsrail kabinesi evet Türkiye'den özür dilemedi ama Van'daki depremde yardım teklifinde bulunan ilk ülke de o oldu. Özür dilemek İsrailliye zor geliyor maalesef... İsrail hükümetinin özür dilemesi gerekirdi. Çünkü İsrail, toprakları üzerinde güzel olan neyi tecrübe ettiyse bunu Türkiye sayesinde; Türkiye'yle beraber yaşadı. Dolayısıyla bu tutumuyla çok yanlış bir hamle yapmış oldu.

Osmanlılar zamanında İsrail'le ilişkiler çok iyiydi. İlişkilerin düzelebilmesi için önce iki ülke halkının ön yargılarından kurtulması gerekiyor. Adolf Hitler'in 'Kavgam' kitabında geçen kötü İsrail algısının son bulması zamanla yavaş yavaş olacak!

İsrail ile Türkiye'nin pek çok ortak noktası olduğu gibi ortak tehdidi de var. Dolayısıyla ben düzeleceğine inanıyorum. Mesela İran; hem Türkiye hem de İsrail için ortak bir düşman. Ayrıca Amerika'nın da bu iki ülke üzerinde baskısı var. ABD, İsrail ve Türkiye'yi birbirine yakın tutmak istiyor ki, İran'da gerçekleşecek bir tehlikeyi bastırabilsin. Diğer yandan Obama'nın 2012 itibarıyla orduyu tamamen çekecek olması daha büyük bir probleme neden olabilir.

Prof. Ofra Bengio

http://www.ensonhaber.com/israilli-profesorden-kurt-sorununa-cozum-onerisi-2011-10-28.html

CEHENNEMİN ORTASINDA ALEVLER İÇİNDE… AMA YANMAYAN BİR CENNET

Bu ülkenin insanlarında enteresan bir enerji var. Rutin hayatın herhangi bir gününde iş çıkışı çocukları alıp cadde kenarlarındaki koşu parkurlarında koşmak, bisiklete binmek veya sahile gidip denize girmek hayatın çok önemli bir parçası. Hafta sonlarını fırsat bilip şehir hayatından uzaklaşmak, doğaya çıkıp yürüyüş, tırmanış aktiviteleri yapmak, çadır kurup tatili doğayla iç içe geçirmek İsrail insanlarının yaşam felsefesi haline gelmiş durumda. Çoğumuzun yaşam felsefesine oldukça uzak olan bu hayatları şaşkınlıkla gözlemlerken aklımdan devamlı aynı sorular geçiyor: Nasıl bir psikoloji insanların hayatlarını bu kadar dolu dolu yaşamalarına olanak verir? İş hayatında yaşanan stresler, geçim derdi, gençlerin hayatta bir yerlere gelme kaygısı ve tüm bunların sonucunda oluşan “yorgunluk” nasıl olur da geri planda bırakılıp hayattan keyif alma gayesi daima en önde tutulur? Biliyorum ki; hayat felsefesini bu şekilde oluşturmuş insanlar var aramızda; fakat tüm toplumun aynı düşünceyle hayatını sürdürmesi hayata bambaşka bir anlam kazandırıyor. İşte başından beri anlatmaya çalıştığım, geldiğimden beri bana hissettirdikleri duygular, havaalanında farkında olmadan gülümsememe neden olan dürtü de onların bu anlayışının yaydığı pozitif enerjiydi aslında. Bu konuyla ilgili bir arkadaşım bana şöyle diyordu: Burada işe gidip geldiğim günlerde bile kendimi “tatilde” hissediyorum. Sanırım bu her şeyi açıklıyor.

….

Yıllar önce bir yazımda şöyle yazmıştım: “Krizler patlak verdiğinden beri çoğumuzu bir şekilde İsrail’e gitme telaşı içinde görmekteyiz. Özellikle gençler hayatlarını yeni kurma aşamasında olduklarından dolayı, “Sonra düzeni bozmak zor olacak, gidilecekse şimdiden gidilsin.” düşüncesinde.” Bunları yazarken İsrail’e “aliyah yapmak”(göç etmek) ile İsrail’e “kaçmak” arasında fark olduğunu ve o dönemdeki gidişlerin samimiyetiyle ilgili şüphelerimin olduğunu vurgulamaya çalışmıştım. Şimdi bunu yeniden değerlendirmekte fayda var.

İsrail’e aliyah yapmış birçok arkadaşım var, bazıları çok yakın arkadaşım. Orada bulunduğum zamanlarda şunu gördüm ki; doğru sebeplerle giden kişilere İsrail gerçekten güzel bir hayat vaat ediyor. Fakat aynı şekilde şunu da gördüm ki; önceki hayatlarındaki boşlukları İsrail’e giderek doldurmaya çalışanlar için hayat aynı zorluklarıyla devam ediyor. Çünkü İsrail kesinlikle çoğumuzun sandığı gibi kucağını açmış sizi bolluk içinde yaşatmak veya cevabını bilmediğiniz soruların cevaplarını vermek için beklemiyor. Bilakis, sebeplerin ne olduğunu çok iyi bilen ve cevabın da İsrail olduğunu önceden keşfedenler için bekliyor. Bu açıdan hala aynı düşünceler içinde olduğumu söyleyebilirim.

İsrail’de hiç aklımdan çıkmayan bir şey vardı. Buradaki insanlar kendi dünyalarında günlük hayatlarının rutinlerini yerine getirirken dışarıda siyasi ve dini meselelerde her gün yeni bir kıyamet kopuyordu aslında. Bugün bir olay olmadıysa yarın olacaktı, çünkü orta doğu bölgesine kin, nefret gibi duygular çökmüştü bir kere. Dışarısı kaynıyordu; fakat İsrail içinde hayat her zaman normaldi ve her gün yeni bir “tatil” günü olarak kayda geçiyordu. Dışarısı kuraklıktan kavrulurken İsrail’de bataklıktan okaliptüs ormanları elde ediliyor, kuşların göç yolları üzerinde yapay göller oluşturularak ornitoloji enstitüleri kuruluyor, laboratuarlarda yeni tohumlar geliştiriliyordu. Dışarısı yanarken burada bambaşka şeylerle uğraşıyordu insanlar. Sözün özü… Cehennemin ortasında alevler içinde… Ama yanmayan bir cennetti İsrail.

http://pozometre-gundem.blogspot.com/#!/2011/10/bilmedigimiz-israel.html

SONUÇTA REEL POLİTİK, AKP’Yİ İSRAİL’LE STRATEJİK İŞBİRLİĞİNİ YÜRÜTMEYE ZORLAYACAK. SADECE ŞİMDİYE KADAR İSRAİL’E ÇATARAK BÜYÜK PRİM KAZANAN HÜKÜMET, BU İŞBİRLİĞİNİ YERALTINA ÇEKEREK GÖTÜRMEYE ÇALIŞACAK

Friedman diplomasinin ezop diliyle şunu söylüyor: “Şu anda İsrail’le ilişkilerde görünürlülük, Türkiye’nin diğer alanlardaki konumu itibariyle işine gelmiyor, yoksa ilişkiler bir şekilde yürüyecek”.Bu açıklama ben de flash back etkisi yarattı.

Zira İsrail’in kuruluşundan, ilişkilerin tam anlamıyla normalleştiği 1990’ların başına kadar Türk – İsrail işbirliği görünürde son derece sınırlı idi. Ama görünürde…

Türkiye,  Arap İsrail çatışması ve Filistin konularında uluslararası tüm platformlarda İsrail karşıtı bir tutum sergiledi. Ancak perde arkasında, başta istihbarat ve askeri alan olmak üzere, resmi söyleme ters orantılı sıcak bir işbirliği yürütüldü.

Zaten bu temel olmasa 1990’larda normalleşmeyi takiben iki ülke arasındaki ilişkilerin çok kısa bir sürede tepe noktayı görmesini başka türlü açıklayamazdık.

Şimdi anlaşılan Türk – İsrail ilişkileri yeniden “yeraltına” giriyor. Sorun şu ki eskiye oranla gizliliği sağlamak çok daha zor.

Füze kalkanı meselesi daha şimdiden ilişkileri “gizliden ve derinden” götürmenin öyle kolay olmayacağını gösterdi.

Baştan söylemekte fayda var. Başta CHP olmak üzere hükümetin muhaliflerinin iddia ettiği gibi Türkiye’nin NATO (ABD) radarlarına ev sahipliği yapmayı kabul etmesinin ardındaki temel neden İsrail’in İran füzelerinden korunması değil. Bir kere İsrail’de benzer bir radar sistemi mevcut ve İsrail gibi güvenliği konusunda paranoyak raddede hassas olan bir ülkenin, 27 üyeli NATO’ya sırtını dayaması söz konusu olamaz.

Türkiye’nin ise füze savunma sistemi yok.  Hâlbuki Ortadoğu kaynaklı füze tehdidine en fazla maruz olan ülkelerin de başında geliyor. Hükümet resmen kabul etmese de İran füzeleri Türkiye’nin güvenliği için çok önemli bir tehdit kaynağı. Dolayısıyla, Türkiye, Amerikan radarlarının başta kendi güvenliğini sağlamak için kabul etti.

Gelelim bu radardan sağlanacak bilgilerin İsrail’le paylaşılmaması meselesine.

Evet, İsrail’in kendi sistemi var. Ancak bu kendi sistemini pekiştirecek ekstra verilere sırtını döneceği anlamına gelmiyor.  ABD ile İsrail sisteminin birbirine uyumlu olduğu bir sır değil.

NATO’nun füze savunma sistemi derken, aslında Amerika’nın sisteminin NATO’ya entegre edilmesinden bahsediyoruz.  Yani, sistemin bütünüyle NATO’ya devredilmesi söz konusu olmadığı gibi bazı bölümlerinde ABD’nin ayrıcalıklı konumu muhafaza edilecek.

Yani ortada gri bir alan var. İşte AKP hükümeti bu gri alana gözlerini kapıyor.

Zira İsrail’le işbirliği, tek yön değil çift yön çalışıyor. Türkiye’deki radarlardan alınacak veriler İsrail’in işine yararken, İsrail’deki radarlardan alınan veriler de NATO ülkelerinin işine yarayacak.

Bu yüzden NATO Genel Sekreteri Arders Fogh Rasmussen, geçenlerde Türk gazetecilere yaptığı açıklamada, İsrail’in İttifak karargâhında temsilcilik açma isteğinin, (Türkiye’nin yeşil ışık yakmamasına karşın) henüz rafa kaldırılmadığını söyledi.

Zira Amerika’nın desteği ile geliştirilecek olan NATO füze savunma sisteminin, Adana, Atina, Amsterdam, Madrid ve Paris’e yönelik aynı anda gerçekleşecek bir saldırıyı ne ölçüde karşılayabileceği net değil. Bu durumda, sisteme uyumlu bir destek, NATO üyesi olmayan bir ülkeden de gelse, sırt çevrilecek bir destek değil.

Sonuçta reel politik, AKP’yi İsrail’le stratejik işbirliğini yürütmeye zorlayacak. Sadece şimdiye kadar İsrail’e çatarak büyük prim kazanan hükümet, bu işbirliğini yeraltına çekerek götürmeye çalışacak.

Barçın Yinanç

http://yenitan.com.tr/tr/34/authorID/42/articleID/197-ISRAIL-ILISKILERI-YERALTINA-INECEK-BARCIN-YINANC-YENITANDA

BİR TARAF KENDİNE YENİ BİR YEŞUA ARAYIP İLLE "VAADEDİLMİŞ TOPRAKLAR" HAYALİ KURDUĞU, ÖBÜR TARAF DA "İSRAİL'İ YOKETMEYE AZMETTİĞİ" SÜRECE BU KAVGA DÖVÜŞ BÖYLECE SÜRER GİDER...

İşte bizzat Mahmut Abbas baklayı ağzından çıkardı: "Asıl hatayı 1947 yılında, toprakların paylaştırılmasını reddetmekle yaptık!"

Mahmut Abbas, Filistinli Arap lideri, kişiliği ve otoritesi tartışılamaz bir adam. FKÖ kurucularından...

Şimdi de, kâğıt üzerinde de olsa Filistin Devleti'nin başkanı.

Gerçekten de, hep söyleriz, 1947 tarihli Birleşmiş Milletler planı, gerçekçi ve adil bir plandı.

O topraklar üzerinde bir Yahudi, bir de Arap devleti kurulmasını, İngilizlerin Osmanlı'nın elinden alarak sömürge yaptıkları ülkenin bu şekilde "kardeş payı edilmesini" öngörüyordu.

Sınırlar fazla girintili çıkıntılıydı ama nüfus kaydırmaları yapılarak bu sorun daha sonra, ellili yıllarda çözülebilir, iki devlet de daha "kompakt" hale getirilebilirdi.

Yahudiler buna sıcak baktılar, o dönemde başka çareleri yoktu.

Araplar şiddetle reddettiler.

Savaşa tutuştular ve yenildiler. 1948 yılında İsrail bağımsız devlet oldu ama altmış üç yıl sonra bile ortada henüz somut bir Filistin Arap Devleti yok.

Araplar ne zaman yeniden savaşmaya kalksalar gene yenildiler, 1956'da, 1967'de ve 1973'te...

Klasik savaşın sökmeyeceğini görünce teröre yöneldiler, zaman zaman çok can acıtıyorlar ama onların da canı çok yanıyor.

Ve de bu işin sonu yok gibi görünüyor. Güvercinler anlaşacaklar belki iki taraftan ama iki tarafın da şahinleri bırakmıyorlar.

Sorunun çözülmesi için iki taraflı kesin karar şarttır:

İsrail, Arapların da bir bağımsız devlete hakları olduğunu kabul edecek, kutsal kitabındaki coğrafya bütünlüğüne ulaşmaya çalışmaktan vazgeçecek, gerçekçi olacak. Öncelikle, David ya da Salomon döneminde değil, milat hesabıyla yirmi birinci yüzyılda yaşadıklarını idrak edecekler. (Arthur Koestler onları uyarmıştı... "Din devleti kurmayın, laik devlet kurun, sonra başınız çok ağrır" demişti...)

Bütün Arap ve Acem dünyası, yani İslam dünyası da, İsrail'in "varolma hakkını" kabul ve teslim edecek, Türkiye'nin en başından yaptığı gibi...

Bir taraf kendine yeni bir Yeşua arayıp ille "vaat edilmiş topraklar" hayali kurduğu, öbür taraf da "İsrail'i yok etmeye azmettiği" sürece bu kavga dövüş böylece sürer gider...

Başka bir çözüm yolu da yoktur. Ne İsrail devleti Arap unsurunu yok edebilir, de de İslam dünyası İsrail devletini ortadan kaldırabilir.

Engin Ardıç

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2011/10/31/filistin-yazisi

Netten okuyun

Türkler ve Yahudiler – AHMET ALMAZ

http://www.platinhaber.com/turkler-ve-yahudiler--210yy.htm

İsrail ile kriz, Yahudi düşmanlarına bahane oldu – SABAHAT TUNCEL

Türkiye ile İsrail devletleri arasında yaşanan siyasal kriz, Türkiye’ basınındaki Yahudi düşmanlarının seslerini yükseltmesine “fırsat” yarattı. İsrail devletini Yahudi kimliği ile bir ve eş tutan pek çok yazıda, bu kimliğe biriktirilmiş nefretin propagandası yapıldı. İsrail’den yola çıkıp Yahudi toplumuna yönelen sözel saldırılarda, hakaretlerde ve hedef göstermelerde bulunuldu.

http://www.durde.org/2011/10/sebahat-tuncel-medyanin-dili-uzerine-meclis-arastirmasi-istedi/

Terörist ve tatlısu teröristleri üzerine – BURAK BEKDİL

http://www.hasturktv.com/arsiv/3004.htm

İsrail gezi günlüğü – BURCU SOYDAN

http://pozometre-gundem.blogspot.com/search/label/yahudi#!/2011/10/israil-gezi-gunlugu.html

İsrail devlet politikası: "Bibi'nin dünyası" – PINAR AKYASAN

İsrail garip bir ülke... Sokaklar korku dolu, insanların bakışları endişeli. Bu insanların çoğu "aliyah" yaparak yani yükselerek dünyanın farklı coğrafyalarından Arz-ı Mev'ud'e (Vaat edilmiş Topraklar) dönmüş, bu toprakların sahipleri olmuşlar. 1,5 milyonunu Arapların oluşturduğu 7 milyonluk İsrail, hâlâ aliyah yapacak genç Yahudiler arıyor, gençlere ülkenin göz alıcı yerlerini gezdirecek turlar düzenliyor. Kudüs'te Tel Aviv'de yirmili otuzlu bu gruplara her adımda bir rastlamak mümkün. İsrail'e göç edenler/dönenler yani 'Aliyah yapanlar' kimlik kartı alıyor, ismini İbranice olarak değiştiriyor, devlet tarafından ayarlanmış İbranice bir dil kursuna başlıyor, ikinci bir aile sahibi oluyor ve 6 ay devlet tarafından misafir ediliyor.

Bu ülkeye bu şekilde gelenler, elbette bir gün geldikleri gibi gitmekten korkuyorlar. Bu korkuyu en kesif hissedenler ve hissettirenler buraya "hem yükseleyim hem de iyi bir hayat yaşayayım" diyerek gelenler. Geçtiğimiz aydan itibaren "sosyal adalet" diye sokaklara dökülen ve sayısı 400 bin kişiyi bulan protestolar dizisi bunun bir göstergesi. Görünen o ki Netanyahu namı diğer Bibi halkını kızdırmış. Talep açık, halk ev, gıda, akaryakıt, eğitim fiyatlarından şikâyet ediyor, "Hani buranın taşı toprağı altındı" diyor.

http://pinarakyasan.blogspot.com/2011/08/israil-devlet-politikas-bibinin-dunyas.html

Aşkın sıradanlığı – İSMAİL CEM ÖZKAN

Yahudiler öteki ilan edilmiştir, iktidara gelecek olan partilerinde aynı zamanda hedefi konumundadır. Yahudiler aslında Avrupa’da insan olarak kabul edilmeleri henüz yenidir, yerli halkın yanında yaşamış ama onların hep kölesi, işçisi ya da hayvanı olarak görülmüşlerdir. Avrupa kıtasında köklü bir Yahudi düşmanlığı geleneği vardır, her türlü ayaklanmada, toplumsal sorunda Yahudiler hedefe konur ve hesapsızca öldürürlerdi. Çünkü hiçbir şekilde onların ölümleri sorgulanmamış ve hesap dahi sorulmamıştır. Tarih Avrupa kıtasında Yahudi cinayetleri ile doludur. Hatta Protestan dinin doğumunda bile Yahudi düşmanlığını görebilirsiniz, çünkü filler kavga ederken hep en alta kanlalar ezilmişlerdir, Yahudilerde Avrupa’nın hep en altında olanları temsil etmiştir.

Ah bir zengin olsam diye bir şarkı vardır, bir zamanlar bizim dilimizden düşmezdi, şimdilerde onun filmleri değişik kanallardan yayınlar ama hiç merak edipte onların yaşadığı dramı incelediniz mi? Olay Rusya’da geçmiş olması genel olarak en alttakilerin yaşadığı gerçeğini saklamıyor. Avrupa’nın ya da dünyanın neresinde olursa olsun en altta gözüken ve savunulamayan hakların kaderi ne yazık ki ortaktır, her türlü acıya, eziyete, sürgüne, soykırıma uğrayanların sesleri tarih sayfaları için kaybettirilmiştir. Kazananlar tarihi hep kendileri yazmıştır, o yüzden tarihi yazanlar yok ettiklerini adam yerine koymadıkları için bahsetme gereği bile duymamışlardır. Hitler rejimi eğer bugün yaşıyor olsaydı, Aşkın Sıradanlığı adlı eser yazılabilinir miydi? Elbette yazılamazdı ama aynı senaryoya uygun aşklar yaşanmaya devam ederdi, bugünde dünyanın herhangi bir yerinde yaşanmaya devam ediyor.

http://www.acikgazete.com/yazarlar/ismail-cem-ozkan/2011/10/31/askin-siradanligi.htm?aid=43997

Anılar

İstanbul'un Romano'larıROZ KOHEN

Vitali ile Baruh'un akraba olup olmadıklarını merak ediyordum. İnternet üzerinden bir haberleştiğim kuzenimle yazışınca, Vitali'nin bir Romano ile evlenmiş halanın oğlu olduğu anlaşıldı.

Vitali'nin ömrü Kuzkuncuk'ta geçmiş. 1930'lu yıllarda ve daha sonraki otuz yılda Kuzkuncuk'ta yerleşik bir Yahudi cemaati vardı.

Vitali hiç evlenmemiş; ama genç yaşta dul kalmış olan annesine bakmayı üstlenmiş. Her türlü işi yapar, uzun saatler çalışırmış. Kendi halinde iddiasız, çekingen bir kişi olup, aile fertleri tarafından hor görülürmüş. Tahsili yokmuş; ama Fransızca konuşurmuş. İyi niyetli; ama biraz da saf, kimseye yük olmak istemediklerinden anne-oğul kıt kanaat geçinirlermiş. Vitali iş bulduğunda, o zamanlar Kuzkuncuk'taki Reji Sigara Fabrikası'nda da çalışmış.

http://www.kanalkultur.com/kks/Yazarlar/Roz-Kohen/roz-kohen-istanbulun-romanolari.html

Edirne’de İspanyolca- Musevice Yayınlanan La Boz Dela Verdad -Hakikatin Sesi Gazetesi’nden

http://www.edirnetarihi.com/edirnede-ispanyolca-musevice-yayinlanan-la-boz-dela-verdad-hakikatin-sesi-gazatesinden.html

Netten seyredin

Tarihte İsrail ve Yahudilik

http://ortanindogusu.net/?p=520

Yahudilerin Tarihi (İLBER ORTAYLI İLE TARİH DERSLERİ) – 1

http://www.youtube.com/watch?v=Ka8pJYa3cls&feature=related

Yahudilerin Tarihi (İLBER ORTAYLI İLE TARİH DERSLERİ) – 2

http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=e2HTJAb7gH0