Sokakların hikâyesi

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
19 Ekim 2011 Çarşamba

Aklınızın erdiği zamanlarda ilk oturduğunuz evin bulunduğu sokağı düşünün.

Hepimizin bir sokağı vardı. Ve bu sokak, belki de yaşamımızdaki en önemli mekânlardan biri olmuştu.

Kimi dar, loş, kalabalık; kimi tenha, şık, aydınlık...

Kimi tırmandığımız ağaçlarla, kimi top oynadığımız arsalarla dolu bu sokaklar bize çok şey öğretmişti.

Sokak çocuğu olmak, bir yetenekti biz küçükken.

Sabah kahvaltıdan sonra anneden erkenden koparılan izinle topaçlarımızı ceplerimize tıkıp, elimizde toplar, misket kavanozları veya iplerimizle fırladığımız sokaklarda yaşıtlarımızla aynı dili konuşmayı öğrenmiştik.

Kavga etmeyi, barışmayı, paylaşmayı, sayışmayı, grup olmayı, seçmeyi, seçilmeyi, oyun kurmayı, hayal etmeyi, hayata hazırlanmayı öğrenmiştik.

Aşık olmuş, sevinmiş, üzülmüş; en sağlam dostlukları orada kurmuştuk.

Demircinin, tabakçının, eskicinin, yoğurtçunun, macuncunun, sütçünün hatta çamaşırsuyu satan amcanın kim olduğunu, nasıl bağırdığını; simidin kaç lira olduğunu, suların damacanalara nasıl doldurulduğunu orada öğrenmiştik.

O zamanlar bizim sokağımızda yabancılar yoktu.

Okul servisleri yoktu.

Bakkal amca da tanıdıktı, eczacı abi de, kuruyemişçi abla da...

Her sokağın adı, her adın bir hikâyesi vardı.

Her sokakta oturan aksi, yaşlı bir amcayla, şişman, sevimli bir teyze;  giyimine hayran olduğumuz bir abla ve yakışıklılığına bayıldığımız bir abi vardı.

En moderinden en müzelik olanına kadar kimin olduğunu adımız gibi bildiğimiz arabalar oradaydı.

Çiçeklerini koparmanın yasak olduğu en güzel bahçeler oradaydı.

Akşamüstlerine saklanmış en güzel oyunlar, en güzel gülüşler, dizlerimize açılacak en acıtıcı yaralar oradaydı.

Gülüşler, gözyaşları, sevinçler, heyecanlar, ümitler; kısacası gelecek denen her neyse, o oradaydı.

Misketlerimiz orada kayboldu.

Abiler oradan askere gittiler.

Orada sevdik ilk bebekleri. Anne baba olmanın provasını orada yaptık çocuklara göz kulak olmakla.

Orada yardım ettik büyüklere, pide kuruklarına orada girdik. Büyüklerin pazar filelerini orada taşıdık.

Sınav sonuçlarımızı orada söyledik birbirimize, oaradn gelin çıktı çoğumuz, oradan uğurladık sevdiklerimizi son yolculuklarına.

Orada büyüdük.

Biz büyüdük, sokaklarımız kayboldu.

Bahçeleri ve içlerindeki küçük evleri müteahhitler aldı, yerlerine kocaman apartmanlar yaptı.

Komşudan limon istemeler, yaptığın tatlıdan birazcık da ona götürmeler, bayramları beraber kutlamalar, hastalara gece yarısı aniden koşturmalar geçmişte kaldı.

Ağaçları tanımayan bir nesil geldi bizim yerimize. Komşusu kim, bilmeyen...

Eskiden sokak çocuğu mu olacaksın, diye bize kızardı annelerimiz; şimdiyse bir sokak olsa da çocuklar azıcık oynasa, hayatı tanısa diyenler aldı onların yerini.

Sokak, hayatın kendisiydi.

Sokalarımızın hikâyeleri, bizim hikâyelerimizdi.

İster Kuledibi’nde ister Nişantaşı’nda; ister Yeşilköy’de ister Göztepe’de olsun o sokaklar hep bize aitti.

Sokaklarmız,  babamızın eve dönüşünü beklediğimiz köşeler, belli saatlerde girmek zorunda olduğumuz kapılar, çocukluğun en güzel anılarının saklı olduğu bahçeler demekti.

Sokaklar, özgür çocukluklar demekti.

Bazen biri bana adresimi sorduğunda dudaklarımdan gayri ihtiyari eski sokağımın adı dökülür.

Babamı özlerim.

Annemin gençliğini özlerim.

Savunmasız; ama cesur, hayalleri kocaman, en süslü defterlere en güzel yazıları yazmaya çalışan, okuldan koşa koşa eve gelen küçük kız çocuğunu özlerim.

Ne zaman eski semtimden geçsem, çocukluğumu saklayan o sokaktan bir kere geçerim.

Ben sokağımı hâlâ çok severim.

Sizin sokağınız neresi?