40 filmlik mini-festival FİLMEKİMİ’nin bilançosu çok olumlu: FİLMEKİMİ'NIN TOP TEN'İ

Filmekimi programındaki 40 filmin yarısı çok kaliteli yapımlardı. Geride kalan 8 günlük bu mini-festivalin bilançosunu çıkarmaya çalıştığımızda, sunduğu kusursuz sinema şöleniyle, İKSV’nin çok iyi bir iş çıkardığı neticesine varıyoruz.

Viktor APALAÇİ
19 Ekim 2011 Çarşamba

“Filmekimi’nin en iyi 10 filmi” listesini yaparken çok zorlandık. Listenin başına Dardenne Kardeşler’in insan sevgisi dolu “Bisikletli Çocuk” filmini oturttuk. Sımsıcak hümanizmasıyla “Umut Limanı”, otobiyografik çalışmasıyla Valerie Donzelli’nin “Yaşam Savaşı”, bağımsız sinemanın müthiş çıkışı “Martha Marcy”, Sean Penn’in Nazi avcılığına soyunduğu “Olmak İstediğim Yer” listesinin ilk beşini oluşturuyor

Filmekimi programındaki 40 filmin yarısı çok kaliteli yapımlardı. Geride kalan bu mini-festivalin bir bilançosunu çıkarmaya çalıştığımızda, sunduğu sinema şöleniyle, İKSV’nin çok iyi bir iş çıkardığını söylemek mümkün.

Bu sayfada listesini gördüğünüz “Filmekimi’nin En İyi 10 Filmi”nin seçimini, yaparken çok zorlandık. Listenin başına, bu yıl Cannes’da Nuri Bilge Ceylan ile Jüri Büyük Ödülü’nü paylaşan Jean – Pierre ve Luc Dardanne’ın “Bisikletli Çocuk / Le Gamin Au Velo”sunu koyuyoruz. Kendisini çocuk yurduna terkeden sorumsuz bir babanın arayışına çıkan, anne sevgisinden mahrum büyüyen 12 yaşındaki yeni yetme Cyrill’in insanın içini acıtan öyküsünü Dardenne Kardeşler sevgiyi ilk kez keşfeden bir çocuğun psikolojisi ekseninde anlatıyorlar.

İkinci sıraya Finli sinema dehası Aki Kaurismaki’nin “Umut Limanı / Le Havre” adlı başyapıtını oturtuyoruz. Sımsıcak hümanizmasıyla, sevgiye, dostluğa, yardımlaşmaya adanmış, hayata dair çok ince ayrıntılar sunan Kaurismaki bu filmiyle yine evrensele ulaşmayı başarıyor.

Göçmen hakları üstüne bir çığlık olarak kabul edilebilecek “Umut Limanı”, emekçilerin dayanışmasını sergileyen, Avrupa’nın göçmen konusundaki duyarsızlığı dile getiren, hudutsuz hümanizmasıyla insanlık dersi veren, iyimser, sosyal ve şiirsel, bir fabl.

FİLMEKİMİ’NİN EN BÜYÜK SÜRPRİZİ

Filmekimi’nin en büyük sürprizi Fransız sinemasından geliyordu. Oyuncu – yönetmen Valerie Donzelli ile aktör kocası Jeremie Elkaim’in senaryosunun müştereken yazdıkları “Yaşam Savaşı / La Guerra est Declaree”de oğulları Gerome’un başından geçenleri anlatıyorlar.

18 aylıkken beyninde bir tümör çıkan, sonraları kanser tedavisi gören Gerome’un hayata tutunma savaşını, gerçek anne-babası, sahicilik ve inandırıcılıkla dolu bir dille beyaz perdeye taşıyorlar.

Biricik varlıkları olan çocuklarının yakalandığı amansız bir hastalığı yenmek için genç çiftin ilan ettiği savaşı, yönetmen Donzelli, melodrama kaçmadan anlatma becerisini gösteriyor. Yaşamın acımasız, beklenmedik karmaşıklığıyla karşı karşıya kalan genç bir çiftin, birbirlerine yaslanarak verdikleri büyük mücadele, filmde canlı ve dinamik bir tarzda anlatılıyor.

Donzelli samimi uslübuyla, ustalıklı mizanseniyle filmi için seçtiği nefis müzikleriyle, insanın yüreğine hitap eden dokunaklı bir sinema diliyle, takdir topluyor.  Cannes Eleştirmenler Haftası’nın açılış filmi olan, büyük beğeni kazanan, dakikalarca ayakta alkışlanan “Yaşam Savaşı” Fransa’yı 2012 Oscar Ödülleri’nde temsil ediyor.

Dördüncü sırada, Amerikan Bağımsız Sineması’nın Filmekimi’ndeki en başarılı temsilcisi olan, Sean Durkin’in ilk yönetmenlik denemesi filmi “Martha Marcy May Marlene” var. Yönetmenine 2011 Sundance’de En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandıran bu film, sinema sanatına ikinci bir Michael Haneke’nin geldiğini müjdeliyor.

Tedirgin ve rahatsız edici uslubuyla, gerilin temposu hiç düşmeyen boğucu atmosferli sinema diliyle, Sean Durkin, Haneke’yi rakipsiz kılan özelliklerin çocuğuna sahip olduğunu kanıtlıyor.

“Martha Marcy...” Haneke’nin 1997 tarihli başyapıtı “Ölümcül Oyun / Funny Games”i akla getiren müthiş bir film. Bulaştığı tarikattan ve karizmatik tarikat liderinden kurtulmak için çabalarken hayatı altüst olan, yeni evli ablasından yardım isteyen Martha’nın insanın içini acıtan, çıkışsız hayat öyküsünü izledik. Bu çok iyi yazılmış, çok iyi işlenmiş, çok iyi oynanmış müstesna filmin Oscar adayları arasına gireceğine eminim. Senarist – yönetmen Sean Durkin, Martha rolünde Elizabeth Olsen, tarikat liderini oynayan John Hawkes Oscar adaylığını hak ediyorlar.

“Top Ten” listemizin 5 numarası, Sean Penn’in ‘one man show’ yaptığı “Olmak İstediğim Yer / This Must Be The Place”. İtalyan Paolo Sorrento’nun bu ilk İngilizce filminde, babasına Auschwitz’de işkence eden Nazi subayının izini bulmak için İrlanda’dan ABD’ye giden emekli rock starının öyküsü anlatıyor. Sağlıksız bir baba – oğul ilişkisi ve Yahudi soykırımı gibi iki ağır temayı ustalıkla birleştiren film, matem, intikam, arayış temalırını ustalıkla bir araya getiriyor. 

İLGİNÇ KEŞİFLER

Filmekimi’nin en zengin senaryolu, en zeki filmi olan “Oyunun Sonu / Margin Call” Amerikan Bağımsız Sineması’ndan geliyordu. J.C. Chandor’un senaryosunu yazıp yönettiği film, 2008’de ABD’de patlayan finans krizinin Wall Street’te Lehmann Brothers’i andıran bir yatırım bankasındakileri nasıl etkilediğini 24 saatlik bir zaman diliminde anlatıyor. Kevin Spacey, Jeremy İrons, Paul Bettany ile, tansiyonu hiç düşmeyen bir gerilim filmi izledik.

İskoç yönetmen Lynn Ramsey’in “Kevin Hakkında Konuşmalıyız / We Need to Talk About Kevin”i Tilda Swinton’un muhteşem performansı ile öne çıkan kaliteli bir film. İstemdışı doğurduğu bir erkek çocuğun psikopat bir yeniyetmeye dönüşmesi ve onu yetiştirme savaşı veren zavallı bir annenin öyküsü.  Her filmiyle tartışma yaratan İtalyan yönetmen Nanni Moretti“Habemus Papam” ile eleştiri oklarını Papalık makamı ve Vatikan’a çeviriyor. Yetersizlik hissi yaşadığı için papalık görevini üstlenmeyi reddeden Papa rolündeki Michel Piscoli’nin doyumsuz güzellikteki yorumu eşliğinde bir kara mizah şaheseri.

Başrol oyuncusu Jean Dujardin’e Cannes’da En İyi Aktör Ödülü’nü getiren Michel Hazanavicius’un “Artist”i sessiz film çağına saygı duruşunda bulunuyor. Sessiz sinemanın son günleriyle, sesli sinemaya geçişte uyum sağalayamayan ünlü bir aktörün yaşadığı dramı film, kahkaha ile gözyaşı arasında gidip gelen bir melodram kalıpları içinde anlatıyor.

İsveç sinemasından gelen hoş bir sürpriz, Andreas Ohman’ın Oscar adayı filmi “Aşkın Formülü Yok / Simple Simon”du. Asperger sendromu olan Simon hastalığı yüzünden aşk ve duygu hakkında hiçbir şey bilmemektedir. Ağabeyinin sevgilisinden ayrılmasına sebep olan Simon, ona yeni bir sevgili bulmayı kendisine görev edinir. İnce bir mizah yüklü, doyumsuz güzellikte, keyifle izlenen bir film.

DÜŞ KIRIKLIĞI YARATANLAR

Hitler’e ve Nazizm’e olan sempatisini dile getirdiği Cannes Film Festivali’nde “persona non grata” (istenmeyen adam) ilan edilen Lars Von Trier’in “Melankolia”sı Filmekimi’nin en büyük düş kırıklığı yaratan filmi oldu.  Dünyaya doğru ilerleyen Melankolia adlı gezegen ile dünyanın sonu hakkında yazdığı bir kıyamet senaryosu ile herkesi sarsmayı deneyen Danimarkalı sanatçı, Cannes’da sebebiyet verdiği skandal, “Melankolia”yı Filmekimi’nin en çok merakla beklenen filmi yapmıştı.

Başrollerdeki (Cannes’dan En İyi Kadın Oyuncu Ödüllü) Kirsten Dunst ve Charlotte Gainsbourg’un muhteşem performanslarına rağmen, depresyondan bir türlü kurtulamayan, aykırı, provokatif Lars Von Trier’in karamsar atmosferi, Filmekimi izleyicilerinin içini kararttı.  Cannes’da bu yıl Belirli Bir Bakış bölümünün  Jüri Ödülü’nü kazanan Andrei Zvyagintsev’in “Elena”sı, düşkırıklığı yaşatan bir başka filmdi. “Dönüş” ve “Sürgün” gibi seviyeli filmlerinden tanıdığımız Rus usta, “Elena”da tutarsızlıklar ve mantıksızlıklarla dolu, zayıf senaryosunun kurbanı oluyor. Günümüz Rusya’sında ahlak ve fedakarlığı sorgulamaya soyunan film, yaşlı bir adamla evlenen bir hemşirenin öyküsünü anlatıyor. Kalp krizi geçiren kocasının ilaçlarına bol miktarda Viagra katarak ölümüne yol açan, polisin şüphesini çekmeyen (!) Elena’nın yaptıklarının yanına kâr kalır. Kocasından kalan serveti, gününü bira içmekle geçiren, işsiz güçsüz, aylak oğluna verir.  Festival Direktörü Azize Tan, programdaki 40 film içinde izlenmesi gereken en önemli filmin İranlı Cafer Panahi’nin “Bu Bir Film Değil” olduğunu söyledi. Ev hapsinde tutulan rejim muhalifi yönetmenin 20 yıl süreyle film yapması yasaklandı. Arkadaşı ve meslektaşı Mojteba Mırtahmash’la evinde geçirdiği bir günü filme aktardığı “Bu Bir Film Değil”, bir kekin içinde saklı bir USB bellekle İran’dan Fransa’ya kaçırıldı ve Cannes’da gösterildi. Bu olay Mirtahmash’un da pasaportunun el konulmasına yurt dışına çıkışının kısıtlanmasına yol açtı.

Filmekimi’nin en iyi 10 filmi

1. BİSİKLETLİ ÇOCUK – Luc ve Jean Pierre Dardenne

2. UMUT LİMANI – Aki Kaurismaki

3. YAŞAM SAVAŞI – Valerie Donzelli

4. MARTHA MARCY MAY MARLENE – Sean Durkin

5. OLMAK İSTEDİĞİN YER – Paolo Sorrentino

6. OYUNUN SONU – J. C. Chandor

7. KEVİN HAKKINDA KONUŞMALIYIZ –Lynn Ramsey

8. HABEMUS PAPAM – Nanni Moretti

9. ARTİST – Michel Hazanavicius

10. AŞKIN FORMÜLÜ YOK – Andreas Öhman