Bu hafta ağımıza takılanlar...

Türkiye'de Yahudilere yönelik soykırım çok kolay telaffuz ediliyor, oysa Batı geçmişteki acıların gölgesinde 'Holocaust' demeden önce en az iki-üç kere düşünüyor. Haksız da değiller, şakaya gelmeyecek, öyle tartılmadan referans verilecek bir konu değil. Her şeyden önce çok fazla insan öldü...

ORAY EĞİN

İzak BARON Diğer
5 Ekim 2011 Çarşamba

BİR ADIM İLERİ İKİ ADIM GERİ ŞEKLİNDE TEZAHÜR EDEN İSRAİL İLE İLİŞKİLERDE ARADA BÖYLE "KAYIKÇI KAVGALARI" DA OLMASA ŞU HARİCİYE DENEN KURUM ÇOK TATSIZ TUZSUZ BİR ŞEY OLURDU...

İlk olarak, 2009 Davos Zirvesi'nde İsrail Devlet Başkanı Şimon Perez'e yaptığı "One Minute" çıkışı ile Erdoğan, Arap ve Müslümanların çoğunluğunun kalbine girmişti.

Geçen yıl yaşanan Mavi Marmara saldırısında İsrail'in dokuz sivili katletmesi ile İsrail-Türkiye ilişkileri iyiden iyiye gerilmişti ancak Arap halklarının önderi olmuştuk.

Osmanlı gibi yeniden "ağabeyiydik" Ortadoğu'nun. Geçtiğimiz günlerde katliamın Birleşmiş Milletler'de (BM) soruşturulması ve hazırlanan Palmer Raporu'nun ardından Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu beş maddelik bir yaptırım paketi açıkladı.

Bu restleşme ile iyice gönülleri fethetmiştik. Artık Erdoğan hayatını Arapların şanını yüceltmeye ve Filistin davasını savunmaya adayan Mısırlı lider Cemal Abdül Nasır gibi algılanıyordu.

Gerçi bizim iliştirilmiş gazetecilerimizin PR çalışması da olabilir bu benzetme pek emin değilim... Zira Nasır iki kutuplu bir dünyada bağlantısızlar hareketinin lideriydi, Süveyş Kanalı'nı millileştirmişti, ulusalcı ve yer yer solcu bir liderdi. İsrail'e, İngiltere'ye, Fransa'ya, Amerika Birleşik Devletleri'ne "kafa tutabiliyordu".

Erdoğan ve Nasır'ın yaşadıkları dönem ve karakterleri çok farklı; elma ile armudu karşılaştırmak gibi.

İkili arasındaki tek benzerlik Filistin davasına sahip çıkmak gibi görünüyor, ancak bu da sadece retorik. Erdoğan son iki-üç yıllık süreçte perdenin önünde İsrail'e heyheylenmesine rağmen perdenin arkasında Türkiye'yi İsrail'e "kalkan" yapmayı amaç edinmişti.

Malatya'ya kurulacak radar sistemi ile İran'dan gelecek saldırılara karşı İsrail'i koruyacaktı. Hatırlarsınız Erdoğan, canlı yayında yaptığı "One Minute" şovundan birkaç gün sonra da "benim sinirlendiğim kişi Şimon Perez değil sözümü kesen moderatördü" diyerek bizleri siyasi çevikliğine hayran bırakmıştı.

Bir adım ileri iki adım geri şeklinde tezahür eden İsrail ile ilişkilerde arada böyle "kayıkçı kavgaları" da olmasa şu hariciye denen kurum çok tatsız tuzsuz bir şey olurdu...

Hem Avrupa'da yaşanmakta olan kriz nedeni ile güvenli bir liman arayan Arap sermayesi bu popülist çıkışlarla Türkiye'ye çekilebilirdi.

M.Utku Şentürk

http://www.bianet.org/bianet/dunya/132986-turkiyeden-yeni-osmanli-olur-mu

İSRAİL İLE OLASI BİR ÇATIŞMADA TÜRKİYE’YE HANGİ ARAP ÜLKESİNİN ALENİ VE AÇIK ASKERİ DESTEK VERECEĞİNİ MERAK ETMEK DE ELDE DEĞİL

İsrail ile olası bir çatışmada Türkiye’ye hangi Arap ülkesinin aleni ve açık askeri destek vereceğini merak etmek de elde değil. Başta Körfez ülkeleri olmak üzere, kilit bazı Arap ülkelerinin bugün ABD ile sıkı bir ittifak ilişkisi içinde bulunduklarını da unutmamak lazım.

Uzun lafın kısası, Türkiye’nin bugüne kadar yansıtmaya çalıştığı yapıcı “yumuşak güç” söyleminin yerini “kaba güç” söylemine devrediyor olması ülkemiz açısından sağlıklı bir gelişme değildir. Burada Türkiye’nin Kürt sorunu nedeniyle içerde yaşadığı sıkıntıları da bir kenara itmek mümkün değil.

Yapılması gereken ise Türkiye’nin diplomasiyi ve uluslararası hukuku sonuna kadar zorlamasıdır. Ülkeler arasında ilişkilerde elbetteki sözün bittiği bir yer vardır. Ünlü savaş bilimcisi Carl von Clausewitz’in dediği gibi savaş bile sonuçta diplomasinin başka araçlarla güdülmesidir.

Fakat henüz o noktada değiliz. Bu aşamada savaş söylemine bu kadar kolay bir şekilde yönelmek bu nedenle bizce yanlıştır.

Semih İdiz

http://dunya.milliyet.com.tr/savastan-soylemi-yanlis/dunya/dunyayazardetay/28.09.2011/1443977/default.htm

"BUNLAR GEÇECEK. DURUM SÜRGİT KÜSLÜĞÜ KALDIRMAZ. TÜRKİYE'DE HARİKA ANILARIMIZ VAR. NE GÜZEL DOSTTUK! YİNE OLACAĞIZ."

İsrail heyetinin başkanı profesörle tatlı tatlı sohbet ediyoruz. Kültür ilişkilerinin sürdürülmesi ve sıkılaştırılması gerektiğinde mutabıkız. "Her ülkeyle" dedikten sonra soruyorum: "Başbakanınız size kızmasın?" Onun hakkında iltifat sayılamayacak şeyler söyledikten sonra gözlerimin içine bakarak konuşuyor:

"Bunlar geçecek. Durum sürgit küslüğü kaldırmaz. Türkiye'de harika anılarımız var. Ne güzel dosttuk! Yine olacağız." Keyifleniyorum.

Refik Erduran

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/refik_erduran/2011/09/28/donuste-limon-cilesi

İLİŞKİLERİN ÇOK ZOR OLDUĞU O 3 YILLIK DÖNEMDE ANKARA'DAYDIM. ÇOK AMA ÇOK ZORDU. NEREDEYSE HİÇBİR ŞEY YAPAMIYORDUK

İlişkilerin seviyesi ilk kez düşürüldüğünde Chicago'daydım. Şubat 1981'de beni oradan çağırdılar elçinin yerine geçmem için ikinci katip olarak. İlişkilerin çok zor olduğu o 3 yıllık dönemde Ankara'daydım. Çok ama çok zordu. Neredeyse hiçbir şey yapamıyorduk. Sadece bayrağı tutuyorduk. Yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Ziyaretler yoktu. İsrail'den Türkiye'ye Türkiye'den İsrail'e resmi ziyaretler gerçekleşmiyordu. Sportif ilişki yoktu, kültürel ilişki yoktu. Çok az bir ticaret vardı. Kimseyi kolayca göremiyordum. Sadece bir kişiyi görebiliyordum dışişleri bakanlığında. İsmi Ümit Pamir'di. Diğer bakanları üst düzey isimleri göremiyordum. Neredeyse hiçbir şey yapamıyordum. Akademisyenlerle, basınla veya Ankara'daki diğer diplomatlarla görüşebiliyordum ama neredeyse hiçbir şey yapamıyordum. Askeri ilişki yoktu, askeri ateşe yoktu, ticari ateşe yoktu.

Bir değişiklik olsa bile İsrailliler ile Filistinliler arasındaki uçurum çok fazla. İsrail politikasında ciddi bir değişiklik için seçim sonuçlarında ciddi, dramatik bir şekilde değişikliğe ihtiyacınız var. Eğer merkez sol merkez sağa karşı kazanırsa, eğer farklı bir sonuç görürsek o zaman değişiklik olabilir. Ama yeni bir seçim olana kadar yeni bir politika göremezsiniz. Bu şekilde değişmeyecek. Suriye veya Lübnan gibi yerlerde veya bölgede dramatik değişiklikler olmalı.

Alon Liel

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1184744&title=israilin-eski-ankara-elcisi-liel-turkiye-ile-iliskiler-filistine-bagli

NETANYAHU-LİEBERMAN İKİLİSİNİN YÖNETTİĞİ, MAVİ MARMARA’DA ÖLDÜRDÜĞÜ İNSANLAR İÇİN ÖZÜR DİLEMEYE YANAŞMAYAN İSRAİL BÖYLE BİR ÜLKE...

Şu sıralarda adının en fazla anıldığı ülke herhalde bizimki, ancak İsrail hakkında en temel bilgilerden bile mahrumuz: Nasıl bir ülkedir, insanları ne yer, ne içer, neye inanır? İsrail’deki maddi açlık ve sefalet şaşırtınca, gözümü biraz da ülkede yaşanan düşünce sefaletine çevirdim. İşte size İsrail’in önde gelen gazetelerinden Ha’aretz’de karşıma çıkan Jonathan Lis imzalı haber... Bu yılın şubat ayında yayımlanan haberden ülkenin önde gelen aydınları ve ödül sahibi edebiyatçılarının bir başhahamın görevden alınması için gösteri yaptıklarını öğreniyoruz.

Gösteriye yol açan ne yapmış Kiryat Arba kenti başhahamı? Bir kitaba destek vermiş...

Herhalde şaşırmışsınızdır aydın ve sanatçı kimlikli insanların kitap-destekçisi bir din adamına karşı gösteri düzenlemesine... Şaşırmayın. Başhaham Dov Lior’un destek çıktığı ‘Torat Hamelech’ adlı kitap Yahudi olmayanların kendi şeriatlarına göre hangi şartlarda öldürülebileceklerini tartışmaya açıyormuş...

‘Torat Halemech’ adlı “Yabancıları öldürebilirsin” tezli kitabı da Yitzhak Shapira ve Yosef Elitzur adlarında iki haham kaleme almış...

Sadece yabancıları değil, ‘davaya ihanet eden’ Yahudileri öldürmeye de fetva veren biriymiş başhaham. El-Halil kentinde camiye girip namaz kılanları öldüren Goldstein adlı katil için “Holokost’un azizlerinden daha aziz biri” dediği gibi, Başbakan Yitzak Rabin’e suikast düzenlenmesine de fetva vermiş...

Akıl alır gibi değil, ama gerçek... Başhaham katle fetva verdiği halde makam odasının kapısını çalıp “Ne hakla?” diye soran çıkmamış...

İşe bakın: Her dört kişiden biri aç; başhaham “Yahudi olmayanlar öldürülebilir” fetvası veriyor...

Netanyahu-Lieberman ikilisinin yönettiği, Mavi Marmara’da öldürdüğü insanlar için özür dilemeye yanaşmayan İsrail böyle bir ülke...

Taha Kıvanç

http://www.stargazete.com/politika/yazar/taha-kivanc/israil-in-maddi-ve-manevi-sefaleti-haber-385426.htm

PİPES TÜRKİYE’YE BAKTIĞINDA BİR ‘HAYDUT DEVLET’ GÖRÜRKEN, PASSİG ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE TÜRKİYE’NİN YILDIZININ PARLAYACAĞINI, HADAR İSE TÜRKİYE’DEKİ İKTİDARIN DOĞRU İŞLER YAPTIĞINI YAZIYOR. İLGİNÇ BİR ÜLKE İSRAİL...

Leon T. Hadar Kudüs’teki İbrani Üniversitesi’ni bitirmiş bir gazeteci. Yıllarca Jerusalem Post gazetesini New York’ta temsil etmiş. Şimdilerde Huffington Post sitesinde yazıyor. Son yazısında özellikle İsrail’de ve Lobi’nin etkili olduğu başka ülkelerde yaygınlaştırılan “Mavi Marmara sonrası Türkiye’de eksen kayması yaşanıyor” tezine farklı bir bakış getiriyor.“Ne eksen kayması, Türkiye kendisi için en doğru eksende ve doğru işler yapıyor” tezini işliyor Hadar... Vaktiyle Stalin’in Rusya’da yaptıklarına bakıp “Büyük Pedro olsa bunları onaylamazdı” demesinden hareketle “Atatürk AKP’nin yaptığını onaylamazdı” diyesiymiş birileri; Hadar Türkiye’yi ve Ak Parti’yi doğru analiz edip “Hadi oradan” diyor bu iddianın sahiplerine...Okuyalım: “Erdoğan’ın takip ettiği dış politikanın pek çok yönünü Atatürk de onaylardı. NATO’da kalırken komşularla stratejik bağları güçlendirmek, AB üyesi olmak için çaba gösterirken Türkiye’nin Ortadoğu’daki ekonomik durumunu güçlendirmek, İran’ın nükleer programıyla ilgili ‘Dediğini dinlerim, ama doğruluğunu kendim de araştırırım’ yaklaşımını benimsemek, İsrail’le ortaklığın devamını Filistinlilere iyi davranışına bağlamak Atatürk ve kendisinden sonra gelen lâik politikacıların ‘real-politik’ dış politikalarına bayağı uyuyor.”  Hadar’ın Türkiye’deki gelişmeleri çok yakından izlediğinin işaretleriyle dolu kapsamlı makalesinin bütününü okumayı tavsiye ederim. Şu son paragrafı özellikle: “Türkiye’nin uzun erimli çıkarları coğrafi yakınlık, ekonomik yarar ve uygarlık mülâhazalarına dayanır; bu da komşularıyla ilişkilerin iyi olmasını gerektirir. Bundan dolayı, Ankara’da hangi hükümet işbaşında bulunursa bulunsun, Arap Dünyası’yla savaş halinde olmaya devam ettiği sürece Türkiye’nin İsrail’le tam bir ittifak içerisinde bulunması imkânsızdır. İsrailliler bundan hoşlanmayabilir. Fakat Atatürk bunu onaylardı.”Pipes da, Prof. Passig de, Hadar da İsrail ile yolları bir biçimde kesişen aydınlar... Ancak, Pipes Türkiye’ye baktığında bir ‘haydut devlet’ görürken, Passig önümüzdeki dönemde Türkiye’nin yıldızının parlayacağını, Hadar ise Türkiye’deki iktidarın doğru işler yaptığını yazıyor. İlginç bir ülke İsrail...

Taha Kıvanç

http://www.stargazete.com/yazar/taha-kivanc/israil-in-bu-yuzu-de-var-haber-385927.htm

İSRAİL HALKI İLE ARAMIZDA BİR SORUNUN BULUNMAMASINA RAĞMEN, DİPLOMATİK İLİŞKİNİN İKİNCİ KATİP DÜZEYİNE İNDİRİLMESİ VE DİPLOMATİK İLİŞKİNİN TEKRAR ESKİ DÜZEYİNE GELEBİLMESİ İÇİN, TAZMİNAT ÖDEME VE ÖZÜR DİLEME KOŞULLARINA, GAZZE'DEKİ ABLUKANIN KALDIRILMASI KOŞULUNUN DA İLAVE EDİLMESİNİ ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR

Türk Ulusu olarak hepimizi üzen Mavi Marmara gemisine yönelik ölümlü İsrail saldırısı nedeniyle, Sayın ERDOĞAN'ın, İsrail Devleti’nden, Mavi Marmara saldırısında ölenler için tazminat talep etme ve özür dileme isteklerinde haklı olduğu yadsınamaz ise de, bu olayı, temcit pilavı gibi, ulusal ve uluslararası arenada sürekli diline dolaması, bugünkü İsrail yönetimin gelip geçici olmasına, İsrail halkı ile aramızda bir sorunun bulunmamasına rağmen, diplomatik ilişkinin ikinci katip düzeyine indirilmesi ve diplomatik ilişkinin tekrar eski düzeyine gelebilmesi için, tazminat ödeme ve özür dileme koşullarına, Gazze’deki ablukanın kaldırılması koşulunun da ilave edilmesini anlamak mümkün değildir.

İsrail, Gazze’deki ablukayı kaldırmayacağına göre, Sayın ERDOĞAN, İsrail ile Türkiye ilişkilerinin düzelerek tekrar eski seviyesine gelmesi için, tazminat ve özür dileme koşullarına, Gazze’deki ablukanın kaldırılması koşulunu da kasten ilave etmek suretiyle, Mavi Marmara ve Gazze sorunu edebiyatına ve bu iki sorundan dolayı kendisine ve partisine siyasal rant elde etme gayretlerine devam edeceğini göstermiştir.

Sayın ERDOĞAN; şayet, uluslararası arenaya yönelik çıkışlarında samimi ise, asıl amacının, kendisine ve partisine rant elde etmek değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük bir devlet olduğunu cümle aleme göstermek ise, söyleyeceklerini söylemiş ve görevini yapmıştır. Şimdi serinkanlıkla, karşı tarafın veya tarafların hamlelerini bekleyip görmeli ve artık, doğrudan ülkemizin iç ve dış sorunlarına eğilerek, ardı arkası kesilmeyen şehit haberleriyle sarsılan halkımızın acısını dindirecek ve onlara güven verecek olan somut icraatlarını, bir, bir yürürlüğe sokmalıdır.

Güner Yiğitbaşı

http://www.hakimiyetimilliye.org/index.php/hm-yazarlari/guner-yigitbasi/1080424-erdogan-artik-tc-basbakani-oldugunu-hatirlamalidir-guner-yigitbasi.html

TÜRKİYE'DE YAHUDİLERE YÖNELİK SOYKIRIM ÇOK KOLAY TELAFFUZ EDİLİYOR, OYSA BATI GEÇMİŞTEKİ ACILARIN GÖLGESİNDE 'HOLOCAUST' DEMEDEN ÖNCE EN AZ İKİ-ÜÇ KERE DÜŞÜNÜYOR

Erdoğan'ın yabancı gazetecilerde şaşkınlıkla karşılanan sözlerini tercümeye dair herhangi bir tartışma doğmaması için Yeni Şafak'tan okuyalım:

'İsrail tarihteki Yahudi soykırımının arkasına sığınıp her zaman dünyada kendilerini mağdur, mazlum konumunda gösteriyor. Onun hesabını gitsinler Almanlardan sorsunlar. Sormuşlar Almanlardan, Almanlar da bunun diyetini onlara ödediler. Hala da Almanya İsrail'e diyet ödüyor.'

Amerikalıların ağzının açık kalmasına neden olan bu sözlerin üzerinde bizde hiç durulmadı. Ne de olsa 'politik doğruculuk' konusunda pek idmanlı değiliz.

Türkiye'de Yahudilere yönelik soykırım çok kolay telaffuz ediliyor, oysa Batı geçmişteki acıların gölgesinde 'Holocaust' demeden önce en az iki-üç kere düşünüyor. Haksız da değiller, şakaya gelmeyecek, öyle tartılmadan referans verilecek bir konu değil. Her şeyden önce çok fazla insan öldü...

Aslında Yahudilerin etkisinin baskın olduğu Amerikan elitinin öfkesi daha çok Obama'ya. Hem içeride İsrail'in haklarını savunuyor gözüküp, hem de Ortadoğu ülkeleriyle kurduğu aşırı toleranslı politikadan hoşnut değiller.

Başkan'ın bir öyle, bir böyle oynayarak seçim yatırımı yapmasından hoşnut değiller. 'Masaya yumruğunu vursun' minvalinde pek çok yazı çıkıyor basında.

İşin ilginci Türkiye-İsrail çatışmasında iki tarafın liderleri kaybetmiyor. Erdoğan bu politikayla Ortadoğu'da müthiş popülarite sağlıyor. Benjamin Netanyahu da İsrail'de benzer şekilde koltuğunu sağlamlaştırıyor.

Olan Barack Obama'ya oluyor. Neydi o söz; taraf olmayan bertaraf olur işte...

Oray Eğin

http://www.aksam.com.tr/filler-ve-cimenler-3979y.html

NETANYAHU'NUN PARTİSİNDEN BİR GRUP MİLLETVEKİLİ BM GENEL KURULU ÖNCESİNDE LUBEVİÇLİ HAHAM MENACHEM MENDEL SCHNEERSON'UN NEW YORK'TAKİ MEZARINI ZİYARET EDİP FİLİSTİN'İN BAĞIMSIZLIK TALEBİNİN BM'DE REDDEDİLMESİ İÇİN DUA ETMİŞLERDİ

Netanyahu konuşmasında Siyonizm'i ırkçılık olarak yaftalamış olan BM'nin "utanç verici" kararlarını da, İsrail'le alakalı 27 Güvenlik Konseyi kararından yirmi birinin Ortadoğu'daki "tek gerçek demokrasi olan İsrail'i" kınamasını da eleştirdi. Kendisinden iki gün önce konuşan Ahmedinejad'ın konuşması sırasında salonu terk etmeyenleri fırçaladı. Ne var ki barış mesajlarıyla süslenmiş konuşması bir hayli alkış aldı. Konuşmasının sonuna doğru bir Türkçe kelime de kullandı Netanyahu, belki de bilmeden. "Ortadoğu'da dediğimiz gibi 'Let's walk duğri' (Haydi dosdoğru yürüyelim)" dedi. Türkçeden Arapçaya geçmiş duğri kelimesini doğru telaffuz edemedi ama -duğli dedi- bu da alkış almasına mani olmadı.

Sorun şurada ki BM Genel Kurulu'nda yapılan her konuşma barış mesajlarıyla biter zaten. Ahmedinejad da Kayıp İmam'ın gelip yeryüzünü savaşlardan arındıracağını anlatır her konuşmasında. İlginç olan, Netanyahu'nun da bu konuşmasında mesihçi geleneğin en güçlü temsilcisi olan Lubeviçli Haham'a atıfta bulunmasıydı. Dahası Netanyahu'nun partisinden bir grup milletvekili BM Genel Kurulu öncesinde Lubeviçli Haham Menachem Mendel Schneerson'un New York'taki mezarını ziyaret edip Filistin'in bağımsızlık talebinin BM'de reddedilmesi için dua etmişlerdi.

Lubeviçli Haham ile benim hiçbir alıp veremediğim yok. Aksine insana olan sevgileriyle, yumuşak sesleriyle, Yahudiliğin dinden uzaklaşmış evlatlarını geri kazanmak için dünyanın dört bir tarafına gönderdikleri "muhacirleriyle" bir hayli sevecen geliyor bana Haham Schneerson'un takipçileri. Ama bana öyle geliyor ki Netanyahu, Lubeviçli Haham'ın sözünün neyi işmam ettiğini tam idrak edememiş: "Sen pek çok yalanlar evinde çalışacaksın ve sen de onlardan birisin aslında."

Siyasi iktidar adına dini, din adamını, dindarların saygı duyduğu müesseseleri kim kullansa rahatsız eder beni. Başbakan Erdoğan'ın Ortadoğu'ya laiklik tavsiye eden sözlerini duymamış mı Netanyahu, nedir?

Kerim Balcı

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1185217&title=lubevicli-haham-ve-binyamin-netanyahu

SİZ BU ÜLKENİN MUSEVİ VATANDAŞLARINDAN -"VATANDAŞ" OLMAK DA ŞART DEĞİL YA- BİRİSİ OLSAYDINIZ, HÜKÜMET BAŞKANININ SİZİN GÜVENLİĞE İLİŞKİN ENDİŞELERİNİZİ BU SÖZLERLE YATIŞTIRMAYA ÇALIŞMASINDAN MEMNUN OLUR MUYDUNUZ?

Başbakan'ın geçen gün New York'ta yaptığı konuşmaların birinde "emanet" meselesini tekrar hatırlatmasına şahit olduk. Şu sözleriyle: "Benim ülkemde Musevi vatandaşlarım var. Ben kendileriyle görüşmeler yaptım. Asla bir endişe içinde olmayacaksınız, herhangi bir şey duyduğunuz, hissettiğiniz anda muhakkak haberimiz olsun, zira sizler bize emanetsiniz, bu topraklarda bizim güvenliğimiz altındasınız. Kimseden size herhangi bir yanlış yapılmasına izin vermeyiz. İsrail yönetiminin yanlışını biz ülkemizde yaşayan Musevi vatandaşlarımıza asla ödetmeyiz. Niye? Çünkü bizim adaletimizin gereği budur. Bizim aldığımız siyasi terbiyenin gereği budur. Bu sadece bugün için değil ha... Tarihten gelen bizim yetişme tarzımız bu, yaklaşımımız bu."

Birçok kalemden övgü alan bu sözler -doğrusu- benim açımdan yine "problemli". Niçinini anlatmak için önce "empati" yapmayı deneyelim: Siz bu ülkenin Musevi vatandaşlarından -"vatandaş" olmak da şart değil ya- birisi olsaydınız, hükümet başkanının sizin güvenliğe ilişkin endişelerinizi bu sözlerle yatıştırmaya çalışmasından memnun olur muydunuz? Olmazdınız herhalde. Madem ki sürekli olarak yurt bildiğiniz bu ülkenin yönetim sisteminin demokrasi olduğu ilan ediliyordu, o halde hükümetin temel hak ve özgürlüklerinize ilişkin ek bir "teminat" vermesine bir anlam veremezdiniz herhalde... "Müslüman" vatandaşlara ilişkin dile getirilmeyen bu "teminat"ın sizler için verilmesi sizi insan ve vatandaş hakları açısından "farklı" bir konumda kabul edildiğiniz yolunda bir şüpheye düşürmez miydi?

Başbakan'ın sözlerinin devamında bu "teminat"ı "Bu sadece bugün için değil ha... Tarihten gelen bizim yetişme tarzımız bu" cümleleriyle pekiştirmesi kafanızı daha da karıştırırdı herhalde. Çünkü bu son sözler size ister istemez "tarihi", yani imparatorluk dönemini hatırlatacaktı.

Bakın "hoşgörü" meselesi yine karşımıza çıktı... Dikkat ederseniz "tahammül"den değil "hoşgörü"den söz ediyorum. Çünkü gerçekten de Osmanlı'nın "millet sistemi", tahammül üzerine değil hoşgörü üzerine inşa edilmişti. Ancak şunu unutmadan: Bir tür, yani zamanındaki diger uygulamaları arasında parıldasa da sonuç olarak "muhafazakar ve ataerkil bir toplum"un hoşgörüsüydü bu. Demek ki "teminat-emanet-zimmet" kavramları üzerine kurulu bu hoşgörüyü Türkiye'nin de ulaşmak istediği bugünün liberal (başkası olmadığı için onu anmak zorundayız) demokrasisine taşımak –iyi niyet belirtisinin dışında- yerinde bir "taşıma" değildir. Çünkü bu topraklarda "tarihte" karşımıza çıkmış ve devlet tarafından "teminat" altına alınmış olan hoşgörü, zamanının bir icabı olarak "bireysel vicdan özgürlüğü"nü tanımayan türdendi..

Toparlayacak olursak: Benim düşüncem, gayrimüslimler söz konusu olduğunda sıkça dile getirilen bu "emanet-teminat" söyleminden vazgeçmenin zamanının çoktan geldiği yönünde. Bu konu çerçevesinde "tarihten gelen"leri de bir kenara bırakmanın zamanıdır artık. Çünkü dünya çok değişti, özgürlük denince bugün çok daha başka şeyler aklımıza geliyor, "eşitlik" ilkesi o derece güçlendi ki ("kimlik siyaseti"nden yana olsak da) iyi niyetle de olsa toplumun bir kesiminden"farklı" olarak söz edilmesi artık iyi şeyler çağrıştırmıyor.

Ayrıca unutmayalım ki, bu ülkedeki toplumun çok önemli bir bölümü yakın zamana kadar gayrimüslimdi. Dolayısıyla, "tarih"te arayıp bulduğumuz "emanetler"i hatırlatmak yerine bu cemaatleri oluşturanların sayılarının nasıl olup da bugünkü seviyeye düştüğü üzerine düşünmek çok daha yerinde ve yararlı bir uğraş olmaz mı? Hem de "emanetlerin" içinde en parlaklarından birisi olan Hrant'ın katlinde rolleri olan kimilerinin hâlâ "emanet altında"

tutulmaya çalışıldığı bir ülkede.

Kürşat Bumin

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=29141&y=KursatBumin

ŞU ANDA İSE 'ÖZÜR DİLESEK BİLE BU ERDOĞAN'A YETMEZ, BİZİ TAMAMEN AŞAĞILAMAK İSTİYOR' DİYE İKNA OLMUŞ DURUMDALAR

Özür dilenmesi İsrail'de insanları incitir bence. İsrailliler Mavi Marmara gemisi tarafından saldırıya uğradıklarına inanıyorlar. Sanırsam, gemide barışçıl olanlar kadar, olmayan insanlar da vardı. İsrailliler, askerlerin yasal olarak doğru yaptıklarını düşünmekle beraber insanların ölmesi karşısında büyük bir şok ve üzüntü yaşadılar. Şok, çünkü bunu yapan askerler son derece profesyonel, sevilen ve saygı duyulan askerler ve 'Hayatları tehlikede olmasa kimseyi vurmazlardı' diye düşünüyor. Ama özür konusundaki bu ısrar 'Erdoğan bize diz çöktürmek istiyor' diye algılandı ve aşağılandıklarını düşündüler. Şu anda ise 'Özür dilesek bile bu Erdoğan'a yetmez, bizi tamamen aşağılamak istiyor' diye ikna olmuş durumdalar. Bu nedenle hükümetin aşırı kanadı yol alıyor.

Ben onun o kadar ırkçı olduğundan pek emin değilim. Biliyorsunuz Rusya doğumlu. Rus tarzı, güç üzerine bir düşünce tarzı var. 'Eğer benim arkadaşımsan, seni seviyorum. Değilsen, senden kurtulmam lazım' gibi bir yaklaşımı var. Ama çok akıllı birisi ve çok iyi bir demagog. Ama size şunu söylemem gerek: İsrail'de Erdoğan da böyle görülüyor. Yani, 'Lieberman'ın partneri' gibi görülüyor.

Evet, evet. Pek çok kişi Erdoğan'ın İsrail karşıtı olduğunu ve Yahudileri sevmediğini düşünüyor. Ama mesela bu Cumhurbaşkanı Gül veya diğer siyasetçiler için böyle değil. Ben sadece insanların hissettiklerini söylüyorum. Biz buradaki grupla çalışarak, bu tarz süreçleri anlamaya çalışıyoruz. Ğerçekten Yahudi karşıtı mı? Unutmayalım ki, Erdoğan Gazze öncesinde İsrail Başbakanı'nın yakın arkadaşıydı.  O zaman Yahudi yanlısıydı da, şimdi Yahudi karşıtı mı oldu? Ben onun Yahudi karşıtı falan olduğunu düşünmüyorum. Belki de birisini sevmediğiniz zaman içinizde bu hissi olduğundan daha fazla büyütüyorsunuz.

Robi Friedman

http://www.aksam.com.tr/israille-kriz-kisisel-incinmeyle-basladi--69664h.html

ÇÜNKÜ BABAM ORTAKÖYLÜ VE ÇOK GÜZEL TÜRKÇE KONUŞURDU AMA SINIFTA ADIMI 'ESTHER' DİYE SÖYLEDİKLERİ ZAMAN UTANIRDIM

Kendimi yabancı hissederdim. Türkçeyi aksansız konuşurdum. Çünkü babam Ortaköylü ve çok güzel Türkçe konuşurdu ama sınıfta adımı 'Esther' diye söyledikleri zaman utanırdım. Hiçbir zaman gerçek bir Türk vatandaşı olamayacağımı hissederdim. Ailem her zaman bayramlarda Müslüman komşularımızı davet ederdi. Aramızda problem yoktu ama her zaman kendimi biraz yabancı hissetim. Bazı insanların hayatı hep böyle kendilerini yabancı hissetmeleri üzerine oluyor. Ben ama bunu pozitif olarak alıyorum, duyarlılıklarımı artırdığı için.

Demokratik bir memlekette askerlerin bir vapurdaki aktivistleri öldürmesine izin yoktur. İsrail askerleri bunu kontrol edebilirdi. İsrailliler bir provokasyon yaptı ve bu provokasyon da ilişkilerin bitmesine yol açtı. Zannedersem, İsrail'de bir kriz var. Ama bu ekonomik kriz değil. İsrail ekonomisi de Türkiye gibi oldukça iyi durumda. Ama iki memlekette de milliyetçilikleri yüzünden 'Biz en büyüğüz, hiçbir zaman kendimizi alt ettirmeyiz' şeklinde bir problematik sendrom var. Her iki memleketin de aynı profili var. Ben her İsrail'e gittiğimde memleket her yıl daha dindar oluyor. Eskiden koyu Yahudileri görmemek için Tel Aviv'de otururduk, ama artık koyu dindarlık Kudüs'ten Tel Aviv'e de geldi. Eski mankenler, şarkıcılar, hepsi çok çok dindar oldu. Yahudilerde çarşaf yoktur, ama saçlarını göstermez, kafasına peruk takar... tamamen koyu dindarlık.. İki memlekette de aynı problemleri görüyoruz. Tahammül azalıyor.

Esther Benbassa

http://www.aksam.com.tr/krizin-adi-buyukluk-sendromu--69904h.html

TÜRKİYE’DE NASIL HERKES AKP’Lİ DEĞİLSE, TÜRKİYE SİYASETEN DE NASIL HOMOJEN DEĞİLSE, İSRAİL DE ÖYLE DEĞİL

Televizyonlarda hayretle izlemeye devam ediyoruz. Dinci ilahiyatçıların ve imamların safsataları, yalancı politikacıların beyanatları, sonradan görme sosyetiklerin şarlatanlıkları yetmiyormuş gibi, bir de Nostrodamus edasıyla kehanette bulunan komplo teorisyenleri türedi. 3. Dünya Savaşı’nın nerede ve nasıl çıkacağı hakkında bile bilgi sahibi bu sözde araştırmacılar, akademisyenler, yazarlar ve gazeteciler! Türkiye-İsrail gerginliğini, bırakın Türkiye-İsrail savaşına, 3. Dünya Savaşı’na kadar getirdiler. Bu arada BBC’nin bundan haberi yok, CNN’in bundan haberi yok, Euro News’un bundan haberi yok, Al Jazeera’nın bundan haberi yok, Amerikan istihbarat örgütü CIA’in de bundan haberi yok, ama dünyanın yüzü aşkın ülkesinden birisi olan Türkiye’de bir araştırmacının, yazarın, gazetecinin, akademisyenin bundan haberi var! Bravo sizlere! Türkler gerçekten de üstün vasıflara sahip insanlarmış. Kimsenin göremediğini onlar görmüş! 

Merkez sağ ve aşırı sağ koalisyonundan oluşan İsrail’in şu andaki mevcut hükümetini ve onların Filistin politikasını savunmak olanaklı değil. Başka bir ilkellik de orada yaşanıyor. HAMAS’tan, Hizbullah’tan, Müslüman Kardeşler’den, İran ve Suudi Arabistan yönetimlerinden hiçbir farkı yok. İlkellik ve vahşet bağlamında onlarla aynı potada ve kategoride. Ancak konuyu İsrail diye genellemek son derece sakıncalı. Türkiye’de nasıl herkes AKP’li değilse, Türkiye siyaseten de nasıl homojen değilse, İsrail de öyle değil. İsrail’de, İran’dan, Suudi Arabistan’dan ve Arap ülkelerinin tamamından farklı olarak, özgür basın var, parlamento var, çok partili serbest seçim var, nitelikli bir üniversite ve akademi camiası var, laik bir düzen var, sendika var, örgütlü bir muhalefet var. Daha geçenlerde yüzbinlerce İsrail vatandaşı hükümetin ekonomi politikalarını protesto etmek için sokaklara döküldü. Türkiye’de bile 12 Eylül’den sonra o çapta ve nitelikte bir miting gerçekleşmemiştir. Merkez sol İşçi Partisi, aydınlar, bazı yazarlar, üniversite öğretim üyeleri, öğrenciler İsrail’in mevcut yönetiminden bunalmış durumdalar, İsrail’in dış politikasını eleştiriyorlar. Bazı anketlere göre İsrail halkının yaklaşık yüzde 70’i bağımsız bir Filistin devletini destekliyor. İsrail’i daha önce yöneten hükümetler, işgal ettikleri toprakların bir kısmından çekildiler, Sina’dan çekildiler, Güney Lübnan’dan çekildiler, Gazze’den çekildiler, Filistin ile (HAMAS ile değil) barış müzakereleri yürüttüler. Umarız gelecekteki İsrail hükümetleri de Batı Şeria’dan ve Doğu Kudüs’ten çekilirler, Gazze ablukasına ve ambargosuna son verirler, Batı Şeria ve Gazze’de kurulacak olan bağımsız Filistin devletini tanırlar ve dünyanın bu belalı bölgesi de huzura kavuşur.

Türkiye ile İsrail arasındaki olası bir savaşa gelince, böyle bir savaş her iki ülke için de facia ile sonuçlanır. Bunu dış politikadan, stratejiden, askeri istihbarattan anlayan herkes bilir. Ruh ve akıl sağlığını yitirmiş olan hezeyan içindeki kompleksli, ezik, köktendinci, aşırı milliyetçi gruplar Türkiye’yi bir faciaya sürükleyemez, sürüklememelidir. Bugün ABD ve Avrupa Birliği bile İsrail’in etki alanından çıkamazken, Türkiye’nin İsrail ile savaşan ülke konumuna düşmesi, Türkiye’nin dünyadan tamamıyla dışlanmasına, İran, Kuzey Kore, HAMAS, Hizbullah, Müslüman Kardeşler, Taliban kategorisine girmesine neden olacaktır. Askeri olarak bakacak olursak da, Türkiye’nin de İsrail’in de askeri gücü ortada. Türkiye’nin asker sayısı daha fazla olabilir, ancak iki ülke arasında ortak bir sınır olmadığına ve Türkiye’nin şu anda Suriye ile de arası bozuk olduğuna göre bu hiçbir anlam ifade etmez. Bugünkü koşullarda iki ülke arasındaki savaş karada cephede değil, havada ve denizde gerçekleşecektir; yani askeri hedeflerin, stratejik noktaların ve son çare olarak yerleşim bölgelerinin bombalarla, füzelerle vurulması biçiminde. Bu durumda da kim nükleer güce sahipse o öteki tarafa daha fazla zarar verir. Dünyada nükleer silahlara ve güce sahip olan ülkeler ise şunlar: ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Pakistan, Hindistan, Kuzey Kore ve İsrail.

Örsan K.Öymen

http://www.t24.com.tr/orsan-k-oymen/kose-yazisi.aspx?author=68&article=4189

NE OLURSA OLSUN, HER KÖTÜLÜĞÜN ABD’DEN (VEYA SİYONİZMDEN) KAYNAKLANDIĞINI VARSAYAN KİTLE PSİKOLOJİSİ, YAYGINLIĞINI YİTİRMİŞ DEĞİL

Her kötülüğün arkasında ABD’yi aramak’, (‘klasik sol düşünce’ içinde de, ‘klasik İslamcı düşünce’ içinde de, ‘Kemalist düşünce’ içinde de) güçlü bir toplumsal zemini olan bir alışkanlık... Her kötülüğün arkasında Yahudiliği (ya da Siyonizmi) gören anlayış da aynı derecede güçlü köklere sahip... İslami kesim, son dönemde, bu yaklaşımlardan biraz uzaklaşıyor olabilir. Bazı sol gruplar içinde ise Yahudi düşmanlığı yükselişte. Ne olursa olsun, her kötülüğün ABD’den (veya Siyonizmden) kaynaklandığını varsayan kitle psikolojisi, yaygınlığını yitirmiş değil.

Oral Çalışlar

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1064987&Yazar=ORAL%20%C3%87ALI%C5%9ELAR&Date=01.10.2011&CategoryID=98

TÜRKİYE'NİN 1990'LARDA İSRAİL'E YAKINLAŞMASINDA; FİLİSTİN BARIŞ SÜRECİNİN ETKİSİ OLDUĞU GİBİ, ANKARA'NIN PRAGMATİK İHTİYAÇLARI DA ROL OYNADI

Türkler ile İsrail veya Yahudiler arasındaki ilişkiler, İsrail-Arap veya Hıristiyan-Yahudi ilişkilerine göre çok daha komplekssiz ve normal ilişkiler. Zira tarihimizde ne savaş meydanında Yahudiler eliyle yaşanmış bir hezimet ne de holokost türü bir olay var. Aksine Türkler tarihe baktığında, İspanya'da soykırımdan kaçan 200 binden fazla Yahudi'ye dünyada kucak açan tek milletin kendisi olduğunu görüyor. Cumhuriyet dönemindeki kısa süre hariç, tarih boyunca Yahudilerin en sorunsuz yaşadığı ülkelerden biri olmuş ülkemiz.

Bu arka plana bakıldığında dikkat çeken en önemli iki nokta, ilişkilerin Filistin'le ilgili gelişmelere çok bağlı olduğu ve tarafların pragmatik bakışlarının oynadığı rol. Nitekim Türkiye'deki dönüşümü anlayan ender isimlerden biri olan İsrail'in eski Büyükelçisi Alon Liel, ilişkilerin düzelmesinin büyük oranda Filistin'e bağlı olduğunu, ancak İsrail kamuoyunun bunu anlamadığını düşünüyor. Cihan Haber Ajansı muhabiri İbrahim Varlık'a kapsamlı bir röportaj veren Liel, Erdoğan'ın Suriye konusunda "mükemmel iş yaptığı"; Türkiye'nin Ortadoğu için iyi bir model olduğu görüşünde. Liel, Ergenekon davası ve ordunun siyasî gücünü kaybetmesinin ilişkilerin bozulmasında etkisi olduğu kanaatinde.

Aslında Türkiye'nin 1990'larda İsrail'e yakınlaşmasında; Filistin barış sürecinin etkisi olduğu gibi, Ankara'nın pragmatik ihtiyaçları da rol oynadı. Güney komşularının PKK'ya verdiği destekle başa çıkmaya çalışan Türkiye, 1995'te Suriye ile Yunanistan askerî eğitim anlaşması imzalayınca, bunu dengelemek için İsrail'le benzer anlaşmalar imzalamıştı. Hem Washington'daki Rum ve Ermeni lobilerini dengelemek hem de terörle mücadelede kullanacağı mühimmatı elde etmek için İsrail kritikti.

Ancak 2000'de Ariel Şaron'un iktidar döneminde Aksa İntifadası'nın başlaması, ilişkilerin bir bacağını zayıflattı. Daha sonra Gazze ve Lübnan'a yapılan saldırılar ise bu bacağı kırdı. Suriye ile ilişkilerin normalleştirilmesi; Öcalan'ın yakalanmasıyla başlayan ateşkes ve AK Parti iktidarıyla güçlenen komşularla barış ve demokratik dönüşüm süreci ilişkilerin pragmatik bacağını da olumsuz etkiledi. Alon Liel'in dediği gibi, ilişkilerden umudu kesen İsraillilerin çoğu bunlara kafa yormuyor, ama bu arka planı görmeden ilişkilerin geldiği noktayı anlamak zor. Veya Gaby Levi gibi yanlış anlamak çok muhtemel.

Abdülhamit Bilici

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1185733&title=israilin-yanilgisi

TÜRKİYE’YE GÜÇ TEHDİDİNDE BULUNMAK, MEŞRUİYETİNİ KENDİNE BİLE AÇIKLAYAMADIĞI ASKERİ TEŞEBBÜSLERE GİRİŞMEK, SADECE KRİZ ÇIKSIN DİYE TARTIŞMALI SULARA GEMİ GÖNDERMEK HİÇ YAKIŞMIYOR

Görünen o ki Türkiye’de eli kalem tutan, ağzı laf yapan pek çok insan dış politikadaki değişimden rahatsız. Yanlış anlaşılmasın, kimsenin İsrail’in özür dilememesi gerektiğini ya da GKRY’nin benimsediği çözümsüzlük siyasetinin doğru olduğunu savunmuyor.

İsrail tabii ki hata yaptı. Yaptığı hatanın siyasi, hukuki ve mali bedelini de mutlaka ödemek zorunda. Benzer şeyleri GKRY için de söylemek mümkün. Türkiye de bunları sağlamak için meşru zeminde hareket etmek, gerekirse kimlikleri tespit edilen İsrail askerleri hakkında dava açmak zorunda.

Ama Türkiye’ye güç tehdidinde bulunmak, meşruiyetini kendine bile açıklayamadığı askeri teşebbüslere girişmek, sadece kriz çıksın diye tartışmalı sulara gemi göndermek hiç yakışmıyor. Dışişleri Bakanı Garanti Antlaşması’nın bize bu hakkı verdiğini söylemesi ise doğrusu beni bile tatmin etmiyor.

Mensur Akgün

http://www.stargazete.com/yazar/mensur-akgun/itidal-cagrisi-haber-386220.htm

YAHUDİ KOMŞUNUZ VAR MI? VARSA ŞANSLISINIZ. ÇÜNKÜ İBRANİ TAKVİMİNDEKİ KUTLANACAK BAYRAMLAR, ÜZERİNDE DÜŞÜNÜLECEK GÜNLER ARKA ARKAYA GELİYOR. BU DA YAHUDİ DOSTLARINIZ YA DA KOMŞULARINIZ VARSA; KURULACAK RENKLİ SOFRALARA, KALABALIK DOST SOHBETLERİNE, KEYİFLİ AKŞAMLARA ORTAK OLMANIZ DEMEK...

Yahudi komşunuz var mı? Varsa şanslısınız. Çünkü İbrani takvimindeki kutlanacak bayramlar, üzerinde düşünülecek günler arka arkaya geliyor. Bu da Yahudi dostlarınız ya da komşularınız varsa; kurulacak renkli sofralara, kalabalık dost sohbetlerine, keyifli akşamlara ortak olmanız demek... Hepimiz alışık olduğumuz düzene kendimizi o kadar kaptırıyoruz ki yanıbaşımızdakinin ne yaptığı hakkında hiçbir fikrimiz olmuyor. Oysa adı ne olursa olsun, bayramın, yeni yılın yüreklere verdiği huzur, bağları güçlendirmesindeki etki hep aynı... İbrani takvimine göre Tişri ayı başladı. Tişri ayının ilk ve ikinci günü yılbaşıdır. Roş Aşana adı verilen yılbaşında, her zamankinden daha özenli ve daha farklı yiyeceklerle donatılmış Seder sofraları kurulur.

Roş Aşana bayramının ilk ve ikinci gecesinde sinagoga gidilir. Eve gelindikten sonra Kiduş adı verilen bir dua okunur. Bu geceye özel olarak Allah’a şükredilir. Yenecek ekmeğin şekere veya bala batırılması en önemli gelenektir. Böylece bütün bir yılın tatlılıkla geçeceğine inanılır. Seder sofrasında mutlaka olması gereken yiyecekler vardır. Bunlar; elma tatlısı, pırasa, kabak, pazı, hurma balık ve kuzudur. Her yiyecek için, onu yemeden önce ayrı bir dua okunur. Yeni yılın, tatlı geçecek; düşmanlıkların sona erdiği bir yıl olması, yeni yılda tüm olumsuzlukların bertaraf edilmesi ve onların yerine iyiliklerin gelmesi için dua edilir.

Seder sofrasının en son yemeği olan kuzu etinin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Kuzunun başından alınan bir parça et, özellikle aile resine servis edilir, bu da aile reisinin yaşamının uzamasını ve ailenin köle olarak değil, hür olarak yaşamasını dilemek anlamına gelir. Dini olan bu ritüel, dünyadaki tüm Yahudileri aynı gecede aynı sofranın başında toplayan büyük bir manevi güce sahiptir.

Tülay Gürler Kurtuluş

http://pazarvatan.gazetevatan.com/haberdetay.asp?hkat=1&hid=17718&yaz=Güncel

Netten okuyun

NECDET KENT KİMDİR?

http://www.sabah.com.tr/fotohaber/gundem/necdet-kent-kimdir

Türkiye Lahey'de kazanabilir mi? – MEHMET MERDAN HEKİMOĞLU

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&Date=29.09.2011&ArticleID=1064744&CategoryID=132

Kısaca İsrail donanması...- FİKRET ERTAN

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1184880&title=kisaca-israil-donanmasi

Azerbaycan’da İsrail rüzgârı – SEVİL NURİYEVA

http://www.stargazete.com/yazar/sevil-nuriyeva/azerbaycan-da-israil-ruzgari-haber-385693.htm

Bir Gazetecinin İsrail’le Olan Özel İlişkileri – SİNAN TAVUKÇU

Sedat Sertoğlu, Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin en sert olduğu, ilişkilerin en düşük seviyede olduğu dönemlerde bile, İsrail’in dostluğunun ve yardımının devam ettiğini öne sürer. Nitekim, Abdullah Öcalan yüzünden Türkiye ile Suriye savaşma noktasına gelmeden önce İsrail, Suriye Ordusu’nun son durumu ile ilgili bütün bilgileri ve uydu fotoğraflarını gizli bir özel tim ile Ankara’ya getirip, Genelkurmay’a vermiştir. Sedat Sertoğlu’na göre, aralarında 20 yıllık dostlarının da bulunduğu Yahudi lobisinden Türkiye hep iyilik görmüştür. Yahudi lobisi için Türkiye’nin İsrail’le dost olması hayati derecede önemlidir. Yahudi lobisi’nin etkinliğini ve lobi üzerindeki kendi tesirini anlatmak üzere bir hatırasını nakleder. İsrail’de Begin’in başbakan olduğu sıralarda, Washington’dan Türkiye aleyhine bir karar çıkmak üzeredir. Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Kamuran Gürün kendisin arayarak yardım ister. Sertoğlu, Begin’in çok yakınındaki arkadaşı Uri Dan’ı devreye sokarak Amerika’daki Yahudi lobisini harekete geçirir ve bu olumsuz kararı önlemeyi başarır.

Yıl 1991’dir ve Türkiye’de Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dır. Aynı yıl Madrid’de, ABD’nin girişimiyle İsrail, Suriye, Lübnan ve Ürdün heyetlerinin iştirakiyle Filistin meselesi görüşülecektir. Bu sırada, Patron (Turgut Özal’a böyle denilmektedir) Cengiz Çandar aracılığı ile Sedat Sertoğlu’ndan özel bir talepte bulunur. Cengiz Çandar, “Patronun senden bir ricası var. İsrail Delegasyonu ile konuşmanı istiyor. Patron, burada bir anlaşmaya varılırsa Filistin-İsrail görüşmelerinin Türkiye’de yapılması için senin İsraillilerle konuşmanı arzu ediyor. Onun bu mesajını Şamir’e iletmen gerekiyormuş.” der. Sedat Sertoğlu zor da olsa Bibi (Benjamin Netanyahu) ’ye ulaşmayı başarır ve Cumhurbaşkanının mesajını iletir. Ertesi gün Bibi, “Haber iyi. Bizim başbakan teklife olumlu bakıyor. Ankara ve İstanbul olabilir. Ama benim sana dün söylediğim gibi Washington faktörünü unutmayalım.” diyerek, hem olumlu cevabı hem de endişesini ifade eder. Ancak, insiyatifi elinden kaçırmak istemeyen ABD, toplantıların Türkiye’de yapılmasına hayır der.

http://www.haber10.com/makale/25562/

Markette Dış Politika – ÖZCAN TİKİT

http://www.haberturk.com/yazarlar/ozcan-tikit/674207-markette-dis-politika

Yüreklerde Çizik Değil, Takip Edilesi İzler - DOLLY MİZRAHİ

Bembeyaz ve beline dek uzanan saçlarını taradım... Özenle örgüsünü tamamlayıp ensesinde topuz yaptım...İnci severdi ..İki sıra inci kolyesini boynuna taktım...Adını gururla taşıdığım yaşlılığım ; tıpkı kendisine benzediğim babaannem bana gülümsedi..“ Corason”( kalbim ) dedi gözünde yaşlarla. “Sen her zaman sevgi dolu oldun. Hayatında yaptığın seçimlerin hepsinde mutluluğu ve gerçek anlamı bulmanı dilerim. Yaptığın hiçbir şey ..Tanrıya ve kendine olan inancınla bu hayatta iyi bir şeylere hizmet etmekten daha önemli değildir...Ve ne kadar değerli olursa olsun hiçbirşey ailenden ve bana verdiğiniz ufak torunlarımdan daha paha biçilmez olmayacaktır”..

http://www.gazetemen.com/yureklerde-cizik-degil-takip-edilesi-izler-37185n.htm

Sultanlar ve rakamlar – BURAK BEKDİL

http://www.hasturktv.com/yahudilik/2893.htm

Bir zamanlar İstanbul’da Yahudiler ve Yasantılari - YAZAN VE ÇİZEN, ROZ KOHEN, ST. LOUİS – USA

http://www.kinaliada.net/index.php?katnews-rozkohen

Netten izleyin

ELİEZER ABRAVAYA-SÜMBÜL TİCARET-GALATA

http://www.youtube.com/watch?v=EGKNLDLSQlA

KAREN ŞARHON KABAK TARİFİ

http://www.youtube.com/watch?v=kM64HxlIGn0&feature=share

KAREN ŞARHON - OLİVİER DESPRETZ - YEMEĞİN YOLCULUĞU

http://www.youtube.com/watch?v=coiDecVMgQs

MOR KARBASİ

http://vimeo.com/28099240

IN SEARCH OF TURKEY'S JEWS - 1984 TO 89 - PHOTOGRAPHS BY LAURENCE SALZMANN

http://www.youtube.com/watch?v=cD4EhBN3Rsw&feature=youtube_gdata_player

izmirproject turk

http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=uwfWBCBjJqs

Netten izleyin – Ladino

http://vimeo.com/20387140

http://vimeo.com/20388550

http://vimeo.com/20397192

http://vimeo.com/20397651

http://vimeo.com/20398024

http://vimeo.com/20409222

http://vimeo.com/20643545

http://vimeo.com/20643858

http://vimeo.com/20869311

http://vimeo.com/20873060