2012, sevgilim olur musun?

Kişisel hayatlarımızdaki depremlerin veya gökkuşakların varlığını genelde sadece yaşayanlar bilir. Kara kutular, uçaklar ve insanlar için vardır.

2011, insanın kendisi için ‘deja vu’lerle geçti.

Ya 2012’de ne olacak?

twitter.com/basyazar

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
28 Aralık 2011 Çarşamba

Kişisel hayatlarımızdaki depremlerin veya gökkuşaklarının varlığını genelde sadece yaşayanlar bilir. Kara kutular, uçaklar ve insanlar için vardır.

2011, kimileri için belki son yılların en mutlu, en huzurlu veya en yaratıcı veya en ufuk açıcı, hatta aşkı tattırıcı bir yıl olabilmiştir. Kimileri içinse de, en mutsuz, en başarısız, en karanlık veya aşksız ya da aşkın ihanetine uğrattığı bir yıldır belki de. En çok aşk mağdurlarına üzülürüm lâkin. Zira aşkın, aslında egonun kılık değiştirmiş bir hali olduğunu ıskalamışlardır muhtemelen.

Nietzsche’nin dediği gibi, “bir insan başkasını, kendini sevdiği için sever.”

Bence aşk, böyle biline, ey okur...

Anlayacağınız 2011, kişisel dünyalarda hep ‘deja vu’yü yaşatmıştır piyesin oyuncularına. Lâkin dışarıda öyle oyunlar oynanmıştır ki, iki bin on bir büyük olasılıkla tarihe geçecek bir yıl yaşatmıştır insanoğluna.

Tarihin en azılı ve muamma teröristlerinden Bin Ladin’in mağaralarda bulunup öldürülmesinden tutun da yine dünyanın en kendine özgü kanlı diktatörlerinden Kaddafi’nin linç edilmesine kadar önemli kilometre taşlarının örüldüğünü gördü bu yıl sokaktaki oyuncu. Ezberler bozuldu ve özellikle Arap ülkelerindeki haklar dünyaya ‘Arap Baharı’nı estirmeye çalıştılar, Kahire’den Şam’a; Tunus’tan Sana’ya kadar. Twitter’in 140 karakterli mapushanesinden kaçıp meydanlara indi on binlercesi. Lâkin bu ülkelere baharın nasıl geleceği de hep bir soru işareti olarak kaldı hafızalarda. Demokrasi arayışı yolunda kimileri, demokrat olmayanların çoğunluğu karşısında aslında azınlıkta kaldıklarını fark ettiler, kara bulutların dağıldığı yanılsamasından sonra. Kolay mıydı hemen demokrasi, hemen ifade özgürlüğü, hemen dinin etkisinden arınmış özgür yaşam?...

Ve sonra 2011, kapitalizmi duvara çarptırdığı için gelişmiş ülkelerde de orta sınıfın, “ben de zenginlikten pay almak istiyorum” başkaldırısına tanıklık etti New York’ta, Atina’da, Londra’da, Santiago’da, Madrid’te, Tel Aviv’de veya Moskova’da. Kendilerini, “kaybedenler kulübü”nden saydıkları için refahın onlara da uğramasının derdine düştüler. Ama kapitalizmin özünü anlamamışlardı olasılıkla. Bu düzende, kim kime karşılıksız bir bardak suyu veriyordu ki?

Bütün bunlara rağmen, insanlığın bitmediğini de gösterenler vardı 2011’de. Yoshimoto Sugihara’yı duymuş muydunuz hiç? Japonya’nın uğradığı deprem ve tsunami felâketinden sonra nükleer atıkların çevreye sızması karşısında kendini kobay olarak kullandırtan Japon hemşirenin tavrı insanlık için gayet olağandışı bir umut kırıntısı değil midir? Onunla birlikte, sızıntı olan nükleer tesislere, hayatlarını mutlak tehlikeye atarak girip deneyler yapan isimsiz Japon kahramanlar, 2011’in “yılın adamı” ödülüne lâyık değil midirler?...

Türkiye’de ise 2011, ekonomide başarı görüntüsüne, terörde büyük kayıplara, Van depremine ve meşhur ‘şike’ meselesine tanıklık ettirdi yerli oyunculara. Türkiye-İsrail ilişkilerinde tarihin en dip noktasını yaşatırken, antisemitlerin kendisine minnettar kaldığı bir yıl olarak hafızalara kazıldı, 2011.

Bütün bunların yanında 2011, çok önemli bir sosyolojik vakaya da tanıklık etti. ‘Şike’ iddialarından dolayı yerlere düşenlere, ayaktakilerin hatırı sayılır bir çoğunluğunun tekme atmak için kuyruğa girdiklerine de şahit oldu 2011. Bilinçaltının hangi derinliklerindeki, hangi karanlık ve habis tutkuların, insanı çözümlemek adına nasıl da görkemli bir litmus testi araçları olarak görülebileceğine de tanıklık etti 2011.

Velhasıl, iki bin on bir tarihe geçmiştir son tahlilde.

***

ABD’nin yaşayan en önemli yazarı Jonathan Franzen, 2011’de ödül almış bir makalesinde, insanın en eski, en derin ve ortak sorunu olan yalnızlığı incelerken, bir tür yalnızlığa düşerek intihar eden arkadaşı, yazar David Foster Wallace’den yola çıkarak okurlarına ilginç mesajlar veriyor. Franzen, yalnızlığı fiziki olarak da benliğinde ve beyninde hissetmek için bir Robinson Cruseo deneyi yapıp Pasifik’te çok uzak bir adaya üç ay boyunca yerleşiyor, salt arkadaşını anlamak adına. Sonunda, arkadaşını, herkesi terk ederek  kendisine yapılan aşk ve sevgi yatırımlarına ihanet etmekle suçlarken, kendi “adalarında” ömür boyu hükümlü insanlara seslenir: “Yalnızlık insanı çok yaralıyor, onu uç noktalara taşıyıp felâkete neden oluyor. Çıkın, terk edin adanızı”

2012, işte yalnızlıktan kurtulmak için atacağınız adımları bekliyor sanırım.

Başkaları için de nefes almaya başladığımız gün yalnızlaşmanın sonu gelecektir, bir daha var olmayacakmışcasına.

2012, sevgilim olur musun?