Kendi Everest’ine tırmanırken…

Köşe Yazısı
7 Aralık 2011 Çarşamba

Tana ESKİNAZİ ALALU


Yaptıklarımızı anlatmak ile yapmak arasında öyle büyük bir fark, öyle savaşlar, gayretler, cefalar yaşanıyor ki…

Nasuh Mahruki’nin ‘Kendi Everest’inize Tırmanmak’ adlı kitabını okudum bu hafta sonu.  Kendisini geçen hafta Akmerkez’de  Apple Store’da görmüştüm. Cuma günü de, birbirimize kitap tavsiye ettiğimiz bir arkadaşım Mahruki’nin kitabını tavsiye edince hemen alıp okudum.

 Düşünsenize Mahruki, birçok dağa tırmanmış, kendi hayatını tehlikeye atacak riskler almış, fiziğini, tekniğini ve psikolojisini mükemmelleştirmek için hep çalışmış, halen de çalışıyor. Bununla da kalmamış AKUT’u kurarak birçok insanı kurtarmış ve kurtarılmasına da sebep olmuş, yardım etmiş. Gerçekten çok saygı duyulacak bir kişi. Yaptıklarını kişisel gelişimin adımları olarak anlatırken, nasıl da herkesin yaptığı bilenen şeylermiş gibi geliyor insana. Ancak ne kadar detay, ne kadar özveri, ne kadar çaba gerektiriyor. Kim bilir bu yolda giderken kaç kişinin bilgisinden faydalandı, kaç tane hata yaptı, ne tecrübeler edindi.  Gerçekten iyiye ulaşmak için ilerlerken, kendimizi aşmaya çalışıp ‘kendi  Everest’imize çıkarken’ ne çok şey oluyor değil mi?

Diğer taraftan yine bu hafta sonu ‘Tehlikeli İlişkiler’ adlı filme gittim. Bildiğiniz gibi film Carl Jung’un bir danışanını psikanalizle tedavi ederken ona âşık olmasını konu ediyor. Ancak orada önemli bir ayrıntı var. Bir konuşma terapisi, serbest çağrışım,  rüya analizi, seksüalitenin yaşam üzerindeki etkisi ve bilinç altının ifadesi olarak başlayan bu terapi şekli, Dr. Sigmund Freud tarafından ortaya atıldı.  Bu terapi şekliyle Jung, kendi danışanını tedavi ederken, bir taraftan kendisi ile de uğraşmak zorunda kaldı. Tüm çabalarına rağmen, mükemmelliğe doğru giderken danışanına âşık oldu. Kendi dalında çok iyi olmak için ilerlerken bir yerden sonra üstadı Dr. Freud’dan daha farklı düşünmeye başladı. Freud’la her şeyi sekse bağlamanın doğru olmadığı konusunda zıtlaştı. Bu da Jung’u sisteminin kendinden sonraki temsilcisi ve kendisinin fikrine tamamıyla katılmasını isteyen Freud’da küskünlük yarattı. Jung ise kendi anlamlandırmasını yaptıkça Freud ile kendini aynı seviyede gördü. Böylece Freud ve Jung arasında ilişkiler gerildi. Tabii bu filmde gösterilenler haricinde Jung’un hayatında daha birçok şey oldu. Tüm bunları yaşarken çok yoğun bir depresyona girdi.

Bir başka mükemmelliğe giderken yaşanan farklı bakış açısı hikâyesi örneğini bu sene Chadd Konferansı’nda (Çocuk ve Yetişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Konferansı’nda) yaşadık.  

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’nun iki ünlü hocası,  Prof Dr. Russell Barkley ve Dr. Edward Hallowell, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’na iki farklı pencereden baktıkları ve birbirleri ile hem fikir olmadıkları konusunu açığa kavuşturdular. Genelde Profesör Barkley, ‘Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’ teşhisi almış insanların, beynin yönetici işlevlerinin yeterince etkin çalışmamasından zarar gördüğü konusunda insanları uyarır. Dr. Edward Hallowell ise bu bozukluğu yaşayanların çok yaratıcı oldukları bakış açısını savunur. Biri “üstesinden gelin, potansiyelinize ulaşın” derken, diğeri “zarar görmeyi nasıl azaltırsınız” diye bakar. Halk arasında ise bu birbiriyle zıtlaşan iki düşünce adamı gibi görülseler de, bu en son toplantıda iki hocanın da birbirine çok saygı duydukları açıklığa kavuşturuldu. Prof. Barkley’nin sayısız araştırmalarla kanıtlanmadığında bu rahatsızlığın olumlu yanını çok vurgulamayacağı ancak bu rahatsızlığın nasıl ve ne oranda yaşandığının herkese göre değiştiğini kabul edip, kimi yerde insanları olumlu yönde etkileyebileceği üzerinde durdu. Dr. Hallowell de bu kişilerin kendine inanan birilerini bulunca çok çaba sarf edip kendi Everestlerine tırmanabileceğinden bahsetti. Bu gerçekten de beni çok etkileyen bir konuşmaydı.

 Her ikisi de hem fikir oldukları ve ayrı düşündükleri noktaları paylaştı. Çok profesyonelce yapılan kıymetli bir konuşmaya tanık olduk, anlayacağınız.

Varmak istediğim yer şu: Nasuh Mahruki’nin yani Everest Dağı’na tırmanan ilk Türk dağcının deyimiyle ‘en iyi beni’ ararken, başarıyı istemek, çok yönlü olmak, kendi yolunuzu izlemek, tutkularınızın peşinden gitmek, doğru adımlar atmak, kendinizi tanımak, zararlı ve faydasız alışkanlıklardan uzaklaşmak, şartlanmalardan uzaklaşmak, düşünceleri özgürleştirmek, kendinizi keşfetmek, kendinizi ifade etmek, girişimci, hazırlıklı, disiplinli, cesaretli ve tedbirli olmak, riskleri, bilgiyi ve krizleri yönetmek, belki kelimelerle basitçe ifade ediliyor, ancak bunları gerçekleştirmek o kadar kolay olmuyor. Tüm bunları yaparken sorumluluklarınızı da unutmayın diye de ekliyor.

Farklı bakış açıları, farklı tecrübeler, farklı doğrular, anlamlandırmalar ve hatalar. Evet, kolay değil. Bazen yapmak istediklerimiz için çok büyük bedeller ödemek zorunda kalıyoruz. Hele Nasuh Mahruki’nin mesleğinde bazen bir hatayı canı ile de ödeyebilir. Ancak buna rağmen durmuyor. İyi yaptığı şeyi yapıyor ve bunun için de çok çalışıyor. Yüksek dağlara bir seferde değil, adım adım tırmanıyor. Gayret ve zorluklarla mücadele bazen çok can yakabiliyor, ancak zor elde edilen her şeyin kıymeti özgüvenin yükselmesi ile ödüllendiriliyor. Kendinizde güzel bulduğunuz tarafları daha çok yaşadıkça zirveye biraz daha yaklaşıyorsunuz.  Nasuh Mahruki, Ahmet Telli’nin şu mısraları ile bitiriyor kitabını:

 Hayır! Yetmiyor aşkları/ Ayrılıkları ve büyük/ Serüvenleri anlatmaya/ İyi bir şiir bile bazen.

Ama ben yine de hep/ Anlatıp durdum ne varsa / Ve neyi yaşamışsam/ Dövüşmesini bildiğim kadar.