Sevmenin zamanı

1990’lı yılların başında Lizi’nin gazetemiz için derlediği “Türkiye’de Aydınların Gözüyle Yahudiler”, Şalom’da henüz kimsenin kaleme almaya cesaret edemeyeceği türden bir yazı dizisiydi. Sonradan bazı düzeltmeler ve ilavelerle kitaplaştırıldı.

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
30 Kasım 2011 Çarşamba

Elime yeni bir kitap aldığım zaman, gazetecilikten ve biraz da yayıncılıktan kaynaklanan bir alışkanlıkla, kapağından, kâğıt kalitesine kadar her bölümüyle ilgilenirim. Çoğu okurun atladığı, kitabın yayın haklarından, kime ithaf edildiği ve önsözünün yer aldığı sayfalar özellikle dikkatimi çeker.

Geçenlerde Doğan Kitap, Lizi’nin yeni çıkan kitabı “Sevmenin Zamanı”nı göndermiş. Heyecanla kapağı ve sonraki birkaç sayfayı çevirdim. Kitap imzalanmıştı: “Liz Behmoaras’tan Sevgili Tilda’ya en iyi dilekleriyle… 15 Kasım 2011” Yazın hayatını takip ettiğiniz bir dostunuzun basamakları çıkışına tanık olmak güzel bir duygu.

Öncelikle, isim karmaşasına bir açıklık getirmek istiyorum. Lizi’yi uzun zaman önce ‘Lizi Katalan Behmoaras’ olarak tanıdım. Hatırlamadığım bir nedenle, sonraları adının son harfini yok etti. Tutucu yanımdan olsa gerek, kendisini her zaman ilk tanıdığım ismiyle çağırırım; o, ‘Lizi’ diye seslendiğinizde de yanıt verir.

***

1990’lı yılların başında Lizi’nin gazetemiz için derlediği “Türkiye’de Aydınların Gözüyle Yahudiler”, Şalom’da henüz kimsenin kaleme almaya cesaret edemeyeceği türden bir yazı dizisiydi. Sonradan bazı düzeltmeler ve ilavelerle kitaplaştırıldı. Ardından diğer kitapları geldi. Lizi’nin son kitabı “Sevmenin Zamanı” bir roman. Onu tanıyanlar için roman hem daha ilginç, hem de gizemli. Kitabın başında, kime ithaf edildiği açıklanmamış. Ardından gelen sayfalarda, “Her şeyin zamanı, ve gökler altında her işin vakti var… Vaiz 3:1” satırları yer alıyor. Okuduğumda, ‘Aman, bu bir yaş dönemine girdi galiba. Tevrat’tan alıntılarla başladıysa, sonu nereye varacak?’ yorumunu yapmadan edemedim. Görüldüğü üzere, tutuculuğun yanı sıra, önyargılardan sıyrılmak da kolay değil.

Romanı üç günde soluksuz okudum. Aslında daha çabuk da okuyabilirdim ama bitmesini istemediğim için süreyi biraz uzattım. Bu kadar çok beğenmemin nedenlerinden biri, kitapta çoğumuzun hayatından kesitler olması. Kimimiz için daha az, kimimiz için daha çok. Özellikle 1940’lı yılları yaşayanlar için kitabın daha da ilginç olacağını düşünüyorum.

Kalemine sağlık Lizi.

***

Geçen gün senelik (bir) kontrol için doktora gittim. Bekleme odasında etrafıma bakınıyorum. Bazı muayenehanelerde oluğu gibi, küçük bir masanın üstünde neskafe, yeşil çay, salep vs. ve tabi termos. Ayrıca bir tabakta da küçük atıştırmalıklar. Gerçekten ince bir düşünce. Doktorun yanına girme sırası bende. Ama iki kişiyi bekliyorum. Biri rapor gösterecek, diğeri soru soracak. Her zamanki kalabalıktan ise eser yok. Oysaki doktor şehrin bilinen profesörlerinden biri. ‘Ekonomik sorunlar burayı da mı vurdu?’ diye içimden geçirdim. Derken gözüm duvarda asılı tabelaya ilişti. Üzerinde “Ücret Tarifesi” yazıyordu; altında da beş madde sıralanmış. Beşinci maddeyi okuyunca gözlerime inanamadım: “5- Muayene ücretini ödemekle ilgili sıkıntınız varsa, Prof.Dr. S.U’ya bildirmekte çekinmeyiniz.

Profesörün yanına girdiğimde, az evvel şaşkınlıkla okuduğum bu ibare hakkında da konuştum. Sohbetimizle ilgili ayrıntılara girmeyeceğim. Muayenehaneden, ‘Çok şükür insanlık daha ölmemiş’ diye düşünerek çıktım.