Beylere yol verelim

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
23 Kasım 2011 Çarşamba

Geçen hafta pazar günü Atatürk Havalimanı’ndaydım.

Ortalık ana baba günü…

Bayram tatilini değerlendirmek amacıyla uzaklara giden herkes geri dönmüş.

İğne atsanız yere düşmez.

Hareket daha uçağın içinde başladı. Tatili biten ve bir an önce evine varmak isteyen yüzlerce kişi uçak henüz durmadan ayağa kalkıp baş üstü dolaplarından valizlerini çoktan almış, inmek için sıraya girmişti.

Hostesin uyarı dolu anonsları hiçbir işe yaramadı.

Uçaktan inince bu defa pasaport kontrol noktasına doğru adeta bir koşu yarışı başladı. Yürüyen yolların yürüme hızı gelen yolculara yetmeyince kontrol noktasına koşarak ulaşmaya çalıştılar.

Herkesin yüzünde heyecan, hırs hatta mutsuzluk…

Pasaport kontrol noktaları mavi kordonlarla birbirinden ayrılmıştı. Bir bölümü yabancı uyruklu misafirlere, bir bölümü Türk vatandaşlarına bir bölümü de yeşil pasaport sahiplerine ve diplomatik konuklara ayrılmıştı.

Sözde…

Sabırsız gelen yolcular kordonları kibar bir biçimde yerinden çıkarıp boş alanlarda sıra oluşturup sonra yeniden yerine takarken görevliye yakalandılar. Bu sefer de onunla gereksiz bir tartışmaya girdiler.

Biz böyleyiz işte, görevliler olmasa görevli yok diye şikayet ederiz, varsa bu kez de görevini yapıyor diye…

Pasaport kontrolden bir şekilde geçtikten sonra beyler valizleri almak, eşleri de daha önceden ele geçirilmiş valiz arabalarının başını beklemek işine giriştiler.

Valiz bantlarının tam dibinde, sanki bir hazineyi bekler gibi bekleyemeye başladılar. Gelen valizin kendisinin olmadığını anlayınca valizi yerine bırakmak yerine onu adeta fırlatan insanlara şaşırıp kaldım.

Bu da yetmedi, kendi valizlerimiz için bir araba almak üzere salonun girişindeki sıraya doğru ilerledim. Birkaç kişi küçük bir sıra oluşturduk. Aradan gelen iri yarı, hoş giyimli, yorgun, mutsuz birkaç beyefendi gayet rahat bir biçimde bize omuz atarak önümüze geçti ve bir liralarını küçük haznelere yerleştirip arabaları almaya çalışıyorlardı.

Cesaret edip ne yaptıklarını sordum.

Cesaret edip diyorum; çünkü gerçek beyefendiler asla alınmasınlar; ama gerçek beyefendi gibi görünen ama aslında olmayan kişilerin kabalığından çekinirim. Ne söyleyeceklerini, olayların karşısında nasıl tepki vereceklerini bilemeyiz çünkü.

İçlerinden biri arabayı almış uzaklaşırken sesini yükselterek, haklısınız ama çok uzun bir uçuştu hanımefendi, sabrımız kalmadı demek lutfunda bulundu.

Haklısınız, dedim ben de.

Ben sizden centilmenlik beklemiyorum; ama hiç olmazsa bu kalabalıkta haksızlık yapmasanız… 

Düşündüm.

Bu insanlar seyahat edecek kadar bir gelire sahip gidip belli ülkeler görüp buradaki kültürleri de iyi kötü kendi birikimlerine katabilen, belli mevkilere gelmiş, belli bir altyapısı olduğunu düşündüğümüz insanlardı. Hepsinin çocuğu vardı, örnek olacak kişiler vardı arkalarında.

Tatil yapmış, en güzel yerlerde yemek yemiş, en güzel yerlerde alışveriş yapmış, sevdiklerine en güzel armağanları almış, free shopları neredeyse yerinden kaldırmış insanlar, bir araba için önlerinde bekleyen hanımlara omuz atabiliyorlardı.

Nerede bu eski İstanbul beyefendileri, nerede babam gibi adamlar, diye düşündüm.

Gençleri eleştirirken iki kere düşünmek lazım, onlara örnek olacak centilmenliğe veya hanımefendiliğe sahip örnekleri var mı yok mu diye.

Görgü, göre göre yaşaya yaşaya kazanılacak bir erdemdir. Rica ile, anlatmak ile, sadece söyleyip, yapmamakla öğretilemez.

İçimden şöyle demek geldi bu beyefendilere(!):

Hanımlar müsaade edin geçsinler, beylere yol verelim!