sıfırnoktaiki’de ‘Limonata’

Bir kadın ve dört erkek; bir anne ve dört çocuk

Erdoğan MİTRANİ
7 Eylül 2011 Çarşamba

Anne, yaşamındaki dört erkek tarafından terk edilmiş. Kocası onu üç çocukla bırakıp gitmiş… Ege, büyük oğul, askerde yaralanmış, tekerlekli sandalyeye mahkûm; başka bir evde yaşıyor. Bir de erkek sevgilisi var, Koray. Küçük oğlu Melih, sevdiği kızın peşinden Paris’e gitmiş. Kadını sık sık ziyaret eden bir tek Ege’nin sevgilisi Koray var ama o da askere gitmek üzere. Ege, Koray’ı vicdani retçi olmaya zorluyor ama anlaşılan, çocuğun cinsel kimliğini açıklayarak ya da radikal bir tavırla gitmeyi reddederek askerliğe karşı tavır alacak gücü yok.

Anne Alzheimer’ın başlangıç evresinde. Bilinci gidip geliyor. Her taraf eski-yeni fotoğraflarla dolu. Kadınla her konuşan resimlerin üzerinden ona bir şeyleri hatırlatmaya çalışıyor. Anne bir kaçış, bir korunma içgüdüsüyle hastalığını kullanıyor da. Özellikle Ege’nin sakatlığını silmiş. Diğer çocukları büyüse de Ege hâlâ ‘yuvaya’ gidiyor.

Koray onunla arkadaşlık edebilen, belki de oğullarının yerini doldurabilen tek insan. Ancak kadının bilinçaltı Ege’nin eşcinselliğini de reddettiği için Koray’ı ‘tanımamayı’ yeğliyor, onu her gelişinde başka biri olarak karşılıyor… Ya da Koray öyle sanıyor, çünkü anneyle son konuşmasında, bilincinin bu en açık anında anne “iyi ki varsın” diyor ona.

Annenin unutmadığı bir şey varsa o da sürahiler dolusu buz gibi nefis ‘Limonata’ yapmak.

Bütün yük abla Müge’nin omuzlarında; bir yandan aklı yavaş yavaş gitmeye başlayan annesine bakacak, bir yandan da Ege ile ilgilenecek. Çok satan bir de kitap yazmış. Büyük olasılıkla tüm sıkıntılarını, tüm sıkışıklığını döktüğü bu kitabı da babasıyla Melih’e ithaf etmiş, kendisini terk eden iki erkeğe...

Ailenin üç dört yıldır Paris’te yaşayan Melih’le hiçbir iletişimi olmamış. Öyle ki, sevgilisi başka biriyle evlendiğinde geri dönen genç adam, geldiği anda “her şey eskisi gibi” dese de, annenin hastalığından Ege’nin sakatlanmasına ve eşcinselliğine pek çok olayı yeni yeni öğreniyor.

Anlaşılan yılların değiştiremediği tek şey çocukluğunda içtiği o ‘Limonata’nın tadı!

Terk edenler, terk edilenler, yaşamın sillesini yiyenler, yaşama küsenler, kızgınlık ve nefretle dolanlar, acı çekenler, çektikleri acıyı saldırganlığa çevirenler. “Bu ne biçim aile” demeyin, bal gibi de aile…

Bu yılın tiyatro olayı DOT’un ‘Festen’i,  bir zamanlar kimse farkında olmadan çakan bir kıvılcımın, yıllarca gizli gizli büyüyerek, değdiği her kişiyi yakıp kavuran ölümcül bir cehennem ateşine dönüştüğü, gizlenen günahların eninde sonunda bomba gibi patladığı bir aile portresi çiziyordu.

sıfırnoktaiki’nin kurucularından Sami Berat Marçalı’nın kaleminden çıkan ‘Limonata’ çok farklı, ama yine de çok acılı ve acıklı bir ailenin öyküsü. Evet, aile bireyleri sık sık avaz avaz bağırıyor ama bu öfke patlamalarının altından ‘Festen’deki gibi korkunç sırlar ortaya çıkmıyor. Bu bastırılmış öfkenin altında yatan sıkışmışlık çok daha basit, çok daha güncel ve bu sebepten çok daha da gerçekçi ve etkileyici.

Marçalı’nın oyunu, bu yönüyle ‘in-yer-face’ tiyatronun interaktif çarpıcılığına izleyicinin içine işleyen duygusal ve dokunaklı bir boyut da katıyor. Seyirci, bir yandan ‘aile’nin sorunlarına iç içe, diz dize katılırken bir yandan da Melih’i teselli edip gözyaşlarını silmek ya da sandalyesinden düşen Ege’yi kolundan tutup yerine oturtabilmek istiyor.

1987 yılında doğan Sami Berat Marçalı, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Endüstri Mühendisliği mezunu. Bir süre sinema eğitimi almış, daha sonra da YTÜ Oyuncuları’nda oyunculuk ve yönetmenlik çalışmaları yapmış. Eyüp Emre Uçaray ile kurmuş olduğu sıfırnoktaiki’de ‘Korku Tüneli’ ve ‘Bazı Sesler’ oyunlarını yönetmiş. Yazdığı ilk oyunu ‘Deney’ ile Uluslararası Interplay Genç Yazarlar Festivali’ne kabul edilmiş.Profesyonel anlamda sahnelenen ilk oyunu olmasına karşın ‘Limonata’, yazarının ikinci uzun oyunu.

İlk iki yönetmenlik denemesinde, gerek oyunları şaşırtıcı bir olgunlukla ve çok doğru yorumlamasıyla, gerek doğru oyuncu seçimi ve yönetimiyle beni çok etkilemiş olan bu (çok) genç adam, yazar olarak da çok başarılı. En tatlı anında bile limonun o ekşimsi tadının hiç kaybolmadığı o limonatanın kendisi gibi, gülümseme ile hüzün arasında gidip gelen bu Limonata, geleceğin önemli bir tiyatro yazarını müjdeliyor.  ?sıfırnoktaiki’de sanki herkes, her şeyi yapıyor. Yönetmenler yazar oluyor, oyuncular yönetmenlik ya da mekân düzenlemesi yapabiliyor. Ama ne yaparlarsa yapsınlar,  iyi yapıyorlar. Kanımca, bu başarıda, herkesin birbirini tanıdığı, bildiği ve anladığı bir çalışma ortamı kadar, bütün takımın müşterek tutkusu olan tiyatro sevgisinin de büyük etkisi var. Bu kez sahneleme kendi kuşağının en iyi oyuncularından Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun elinden çıkıyor. Yardımcı yönetmenliğini de çok beğendiğim bir başka oyuncu, Iraz Yöntem üstlenmiş. sıfırnoktaiki’nin diğer kurucusu Eyüp Emre Uçaray da dekor ve ışık tasarımını yüklenerek, oyun alanını büyük bir başarı ile çoklu bir mekâna dönüştürmüş.

Mahmutyazıcıoğlu, bu ilk yönetmenlik denemesinde dört dörtlük bir iş çıkarmış. Özellikle – belki kendisi de oyuncu kökenli olduğu için– oyuncu yönetimi çok başarılı. Kadrosunun tamamı çok etkileyici.

Oyun, kadın program sunucusunun  kitabı çok satan yazara sorduğu ve neredeyse cevabını ağzına tıkarak, doğru dürüst yanıtlamasına izin bile vermeden, bir sonraki soruya geçtiği bir girişle başlıyor. Heves Burcu Tüzün, karşısındakine en ufak bir saygı duymayan, ‘söyleşi’ adı altında mastürbatif monologlarla sadece kendini dinleyen sunuculara bu eleştirel göndermede, oyunun başında ve sonunda bir-iki dakika görünse de akılda kalıyor.

Belki bilirsiniz, ben dizi özürlüsüyüm; Muhteşem Yüzyıl’ı bile izlemişliğim yoktur. Bu yüzden TV ekranının pek çok ünlüsünü ancak filmlerde oynadıkları, ya da sahneye çıktıkları zaman tanıyorum. Melih karakterini canlandıran Sezgi Mengi debu gençlerden biri. Tiyatro eğitimini Stüdyo Oyuncuları’nda tamamlamış olan Sezgi, çok iyi bir oyuncu, sahneye de pek bir yakışıyor. Umarız artık tiyatrodan hiç kopmaz.

Ege’de Tevfik Şahin o kadar inandırıcı ki, oyunun sonunda yürüyerek selâma çıktığında izleyici neredeyse şaşırıyor. Yaşamdan yemiş olduğu silleye doğal olarak isyan eden ve bu isyanı genç sevgilisinin askerlik karşısındaki tutumuna onu vicdani redde zorlayarak transfer eden Ege’yi, hırçınlıkla duygusallık arasındaki incecik çizgide, büyük bir doğallıkla yorumluyor.

Ege’nin sevgilisi Koray’ı, ‘Kâinatın en Hızlı Saati’nde keşfetmiş olduğumuzBarış Gönenen canlandırıyor. Barış “hani şu DOT’ta orada burada gördüğümüz çocuk” un artık ne menem iyi bir oyuncuya dönüştüğünü, sevimliliği, sımsıcak oyunculuğu, hafif –ama dozunda– kırık beden dili ile bir kez daha gösteriyor.?Korku Tüneli’nin Haley’i olarak hayran olduğum Banu Çiçek Barutçugil, ailenin tüm yükünü taşıyan Müge’de de çok iyi. Olabildiğince sakin ve kontrollü, ama her an patlamaya hazır bir bomba gibi…

Ve bir de yazar Vedat Türkali’nin kızı, yönetmen ve senarist Barış Pirhasan’ın ablası, rahmetli yönetmen Atıf Yılmaz’ın eşi DenizTürkali var tabii ki. On parmağında on değil yüz on marifet olan bir sanatçı. Öncelikle oyunculuk yapmış ama senaristliği ve film yapımcılığı da var.  İlk evliliğini kızı şarkıcı Zeynep Casalini’nin babası İtalyan şarkıcı Ernesto Casalini ile yapmış, bir süre müzikle de uğraşmış. İlk prodüksiyonlarının birinde Neco ve Cihan Ünal’ın karşısında ‘Evita’yı oynamış.

Türkali,sanatla yoğrulmuş altmış küsur yılın tüm deneyimlerini bu bir tek oyunda toplamışçasına, demansın kıyısında kaybolmamaya çalışan anneye kusursuz bir yorum getirmiş. Limonata’nın  tüm erdemleri bir yana, oyun, sırf Deniz Türkali’yi seyretmek  için bile izlenmeye değer.

İstanbul’da Eylûl, iklimin, renklerin, güneşin en güzel yaşandığı aydır. Siz, siz olun, yeni tiyatro mevsiminin açılışını bu günlerde yapmış olan sıfırnoktaiki’de buz gibi bir Limonata içmeden yaza veda etmeyin.

Hepinize iyi seyirler.