Norveçli Anne Frank’ın günlüğü

Norveçli Ruth Maier’e ait duygusal edebi hazine, yazarının Auschwitz’de ölümünden 70 yıl sonra nihayet İbranice lisanında yayınlandı.

Nelly BAROKAS Kültür
3 Ağustos 2011 Çarşamba

1934 yılının 16 Ekim günü Ruth Maier günlüğüne şöyle yazmaktaydı: “Ben ünlü olmak istiyorum. Bir makinenin çarklarının dişlileri arasına sıkışıp ölmek istemiyorum. Kendimi burada olduğu gibi anonim olmanın kasvetinde düşünmek bile istemiyorum. İnsanlar yok oluyor. Ben yaşamak istiyorum! Ardımda bir şey bırakmak için, burada var olduğumun kanıtı olacak bir belge bırakmak için.”

Ruth Maier o dönemde sadece 14 yaşındaydı. Kentsoylu, entelektüel, asimile olmuş Viyanalı bir Yahudi ailesinin kızıydı. Tüm yaşıtları gibi onun da kendini bekleyen hayata dair planları vardı. Sonraki sekiz yıl içinde, genç kızın tuttuğu günlükler 1100 sayfaya ulaştı. Bunların yanı sıra Ruth yaklaşık 300 mektup yazdı. Not defterleri; felsefi ve edebi denemeler, şiirler ve Nazi rejiminin gölgesinde yaşamakta olan ergenlik çağındaki bir kızın karşılıksız aşk, ilk seksüel deneyim, zihin karışıklığı, korku ve umutsuzluğunun yanı sıra zengin kültürel yaşamının kanıtlarını yansıtmaktaydı.

Ruth Maier, Auschwitz’in gaz odalarında öldürüldüğünde 22 yaşındaydı. Genç kızın günlükleri Norveçli şair sevgilisi Gunvor Hofmo’nun evinde 50 yıl süresince gizli kaldı. Norveç’e sığındığı yaşamının son beş yılında Hofmo ile birlikte olmuştu. Çoğunluğu Almanca yazılmış günlükler, GunvorHofmo’nun 1995 yılında ölümün ardından ortaya çıktı.

Bu malzemenin toplanıp baskıya hazırlanması aşaması, hayatta kalan ailesinin Ruth’un yazdığı mektupların bir kısmını teslim etmesi ile tamamlanarak on yıl aldı. “Ruth Maier’sDiary: A Young Girl’s Life Under Nazism” adlı kitap dört yıl önce Norveç’te, İngilizc esi de 2009’da yayımlandı. Şimdi de Avrupa’da tanındığı üzere “Norveçli Anne Frank”ın günlüğü İbraniceye “Yomana shel Ruth Maier” adı altında Almancadan Arno Baehr’in tercümesi ile Schocken Books tarafından yayımlandı.

Ruth Maier’in kişiliğindeki karşıtlıklar, günlüklerinde çeşitli örneklerle ortaya çıkmakta: erkeklere olduğu gibi kadınlara yakınlık duyması, dinden ve Yahudi kimliğinden tiksindiği halde Siyonist eylemlere girişmesi ve Kutsal Topraklar’a özlem duyması, yaşamı sevdiği kadar ölümü arzu etmesi…

Babası, Ruth 13 yaşındayken hastalanarak öldü. Üç yıl sonra Ruth günlüğüne şöyle yazıyordu: “Bir saman yığınının üzerine uzanmış göğü seyrediyorum. Ölüm nasıl bir şeydir diye soruyorum kendime. En iyisi yeniden doğabilmek olurdu. Geri gelip yeniden yaşadığımızı duyumsamak… Çünkü burada olmak çok güzel… Fakat bu mümkün değilse, mantığa ters düşüyorsa bir zamanlar yaşamış olmak da güzel. Çünkü güneşi, çiçekleri, ormanları, her şeyi gördükten sonra ve birini sevdikten sonra belki de yaşamaya devam etmenin artık gereği yoktur.”

Babasının ölümünden sonra annesine gelen taziye mektuplarını incelemesinin ardından Ruth şöyle yazar: “İnsanların bu derece anlamsız ve saçma şeyler yazdıklarını görmek bunalıma sokuyor. Bu saçma şeyleri yazan kişilerin de sırasının geleceğini düşünmek üzücü. Güzel ve zengin bir yaşamdan arda kalanların bu taziye mektupları olduğunu düşününce kusacakmış hissine kapılıyorum.”

Bazen de oldukça iyimser anlatımlara rastlanmaktaydı. 1937 yılının Mayıs ayında: “Hayatta güzeli ve iyiyi görmek gerekir. Hayattan çok fazla beklentin olursa düş kırıklığına uğrayacağın kesindir” diye yazmaktaydı.

“Hayatın sadece 50 ya da 70 yıl sürmesi doğal değil. Belki ben sürekli yaşamayı başarırım. Belki bir şey yaratmayı başarırım. Hareket etmeli, yazmalı ve yaşamalıyım. Çok güzel bir yaşamım olacak. Belki de yazdıklarımı ölümümden sonra birileri okuyacak. Kim okuyacaksa ona mutluluklar diliyorum. Ben daha iyi bir dünya için savaş vereceğim. Buna söz veriyorum. Bu sözümü de tutacağım.” Bu sözler de günlüğün başka bir bölümünden alıntı…

 

TANIK OLDUĞU ŞİDDETİ KALEME ALDI

1938 yılının Mart ayında Naziler Avusturya’ya girdiler. RuthMaier 5 Ekim’de günlüğüne şunları kaydediyor: “Sabahın erken saatleri sokakta kimsecikler yok. İyi giyinmiş bir Yahudi belirdi aniden. Ardından iki SS…  Önce biri, sonra öbürü Yahudi’yi tokatladı… Yahudi sendeledi… Yürümeye devam etti. Ben 18 yaşındaki RuthMaier bir insan olarak soruyorum, böyle bir durumun nasıl mümkün olabildiğini dünyaya soruyorum. Bunların niçin sürdüğünü soruyorum… Pogromlardan değil, camlarının kırılması evlerinin talan edilmesi yoluyla Yahudilerin mağdur edilmesinden söz ediyorum. Burada bir kara cahillik, aşağılanma söz konusu. Eğer bir Tanrı varsa bu tokadın öcü kanla alınmalı.”

Oysaki durum giderek tırmandı ve 9-10 Kasım’da Kristallnacht gerçekleşti. “Bizi dövdüler! Dün, bugüne dek yaşadığım en zor gün oldu. Şimdi pogromun ne anlama geldiğini, insanoğlunun neler yapmaya muktedir olduğunu kavradım. Tanrı’nın suretinde yaratılmış insanlar. Karşı tarafta bir kamyon dolusu Yahudi geçiyor. Ayakta duruyorlar kurbanlık koyunlar gibi! Bunu unutmayı başaracağımı hiç sanmıyorum. Takip edilen hayvanlar gibi evlerimize kaçtık, oflaya puflaya merdivenleri çıktık. Ondan sonra insanları tekmelediler, tutukladılar, dükkânları yağmaladılar. Bizler evde korku içinde oturduk.”

Ruth Maier’in kardeşi Yehudit, çocukların kurtarılma operasyonları kapsamında (Kindertransport) Viyana’yı terk ederek İngiltere’de barınma olanağını buldu. Bu veda gününü Ruth şöyle anlatıyor: “Büyükannem ağlıyor, annem ağlıyordu. Erkek ve kız çocuklar ufacık valizlerle dikiliyorlar. Bir öpücük, bir tane daha ve son bir öpücük… Kalbi param parça eden görüntüler. ‘Anne’ dedim, ‘anne bak bunlar bizim gençlerimiz, Yahudi gençler.’ Onlar kendileri yeni yaşamlarını kuracaklar.”

Ruth’un annesi ile anneannesi birkaç ay sonra İngiltere’ye kaçtılar. Oysa Ruth onlara katılmayı reddetti. Çünkü gideceği yerde işçi olarak çalışmak zorunda kalacağını düşünüyordu. Sonraları İngiltere veya ABD’ye giriş vizesi almak için tüm girişimleri sonuçsuz kalacaktı.

1939 yılının Ocak ayında Oslo’ya kaçtı; babasının bir arkadaşı onu evinde konuk etmeyi kabul etmişti.Hayatında yer alan- Latince hocası ve modellik yaptığı ünlü heykeltıraş - diğer erkekler le olduğu gibi Norveçli gençlerle de güçlü aşk, seksüel heyecan ve nefret arasında değişen farklı duyguları yaşadı.

AİLEYE ÖZLEM

Ruth ailesini bir daha göremedi. Annesi, büyükannesi ve kız kardeşi ile ilişkisi Ruth’un hüznünü ve yalnızlığını yansıtan mektuplarla sınırlı kaldı. Ekim ayında kız kardeşine yazdığı mektupta; “Senden mektup almadığım zaman, benden o kadar uzaklaşmış oluyorsun ki adeta birbirimize yabancılaşıyoruz. Bizi birleştirenin birbirimizle paylaştığımız birkaç satır olduğunu açıkça hissediyorum. Fotoğraflarında sana baktığımda bazen senin bir yabancı olduğunu hissediyorum. Bir zamanlar beraber yaşadığımıza inanmak zor oluyor.”

1940 yılının Ocak ayında ilk yazısı şöyleydi: “Sen artık doğal olarak efsanevi karakterler arasına katılmaya başlıyorsun. Dördümüzün bir gün yeniden bir araya gelebileceğimiz düşüncesi fazla gerçekçi değil. Sevip de sevdiğini görememek çok zor. Fakat yapacak bir şey yok. Yeniden buluşacağımız an için yaşıyorum.”

Ruth Maier, İngiltere yerine Norveç’e göç etmekle ne büyük bir hata yaptığını çok geç anladı. “Norveç’e gelmem çılgınlıktı. Buradan çıkabilmeliyim.”

Gunvor Hofmo ile kurduğu romantik ilişki ona bir nebze huzur verdi. Fakat aşkları büyük bir acıya da yol açtı; geçirdiği bir sinir krizi sonrasında Ruth bir süre hastanede yattı. Bir yandan da aşkının alevlenmesi ile birlikte günlüğüne şiirler yazmaya başladı.

1940 yılının 9 Nisan günü Naziler Norveç’i işgal ettiler. Norveç kralı ile siyasi liderler Londra’ya kaçtılar. Kısa bir süre için Almanya’nın emirleri doğrultusunda hareket eden kukla bir hükümet kuruldu. Halkın, Kilise’nin ve Nazilere karşı mücadele veren yeraltı direniş gücünün protestosuna rağmen yetkililer ülkede Yahudi avına çıktılar. Norveç’te yaşayan Yahudilerin yarısı, yaklaşık 800 kişi Holokost’ta yok edildi.

1942’de 500 kadar Oslo Yahudi’si tutuklanarak bindirildikleri bir gemi ile Polonya’da Stettin’e, oradan da trenle Auschwitz’e gönderildiler. Ruth Maier onların arasındaydı.  Hofmo’ya son mektubunu gemide kaleme almıştı: “Bu duruma gelmemin olumlu bir durum olduğuna inanıyorum. Bu kadar çok acılar çekilirken, ben niye acı çekmeyeyim ki?” diyordu.