İzmir’de ‘Kaşer’ et sorunu

Rafael ALGRANATİ Köşe Yazısı
27 Temmuz 2011 Çarşamba

İzmir Yahudi toplumu, tarih boyunca dini eğitim ve uygulamalara önem veren, tüm dünya ülkelerine değerli din adamları yetiştiren, gittikleri ülkelerde hahambaşılığa kadar yükselen bilgeleri bağrından çıkaran bir toplum olmuştur.

Tamamı ile amatörlerden oluşan yönetsel yapısı, sosyal kurumları ve yönetim şekli ile İzmir Yahudi Cemaati birçok ülkenin cemaat yöneticileri tarafından ilgi ile incelenmiş ve örnek alınmıştır.

Zamanında nüfusları yüz bine yaklaşan İzmir Yahudileri aradan geçen yüzlerce yıl ile adeta erozyona uğramışlar, bugün sayıları ancak 1500 civarında olan küçük bir cemaat olarak yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Atalarından kalan ve UNESCO tarafından dünya mirası listesine alınan tarihi değerlerini inanılması güç kısıtlı imkânlarla ayakta tutabilmek ve sıkı sıkıya bağlı oldukları geleneklerini koruyabilmek için büyük çaba sarf etmektedirler.

Dünyaya din adamları yetiştirip ihraç eden bu toplum, bugün kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için din adamı ithal eder duruma düşmüştür. Tanrı’nın, Hazreti İbrahim ile yaptığı anlaşmayı simgeleyen ‘brit-mila’ yani sünnet törenini gerçekleştiren ehli kişiler (moel) oldukça yaşlandıklarından, geleneklerini sürdürebilmek için ‘moel’lerini İstanbul’dan getirtmektedirler. Bir taraftan sıkı sıkıya bağlı oldukları geleneklerini sürdürebilmek için çabalarken, diğer taraftan önlenemez kayıplar yaşanmaktadır. Örneğin Roş-Aşana ile Kipur bayramları arası, tüm aile efradının bizzat katılarak şohet’ler (hayvan kesiminde uzman görevliler) aracılığı ile ifa ettikleri ‘kurban’ geleneği, çevre sağlığı nedeni ile bugün artık şehir içinde herkesin ulaşabileceği yerlerde yapılamaz hale gelmiştir. Talebe azlığı nedeni ile zaten zor ayakta tuttukları ilkokullarını, ilköğretimin sekiz yıla çıkarılması ile yıllar önce kapatmak durumunda kalmışlardır. Kısacası ne kadar bağlı olurlarsa olsunlar, birçok etkenin karşı koyulamayan sonuçları nedeni ile bazı gelenekleri sürdürmek zamanla mümkün olamamaktadır.

İzmir Yahudi Toplumu, asırlardır kendi özerk yönetimine sahip olmuştur. Bugün bile yaşlılığı nedeni ile bir süredir görev yapamayan hahambaşısı Rav Nisim Barmaymon dışında, Cemaat Yönetim Kurulu, hastanesi, yaşlılar yurdu ve tüm diğer kurumları ile kendi kendilerini idare etme çabasını sürdürmektedirler.

Küçülme sonucunda oluşan ortam, istem dışı da olsa İzmir’i bazı konularda İstanbul Cemaati’nden destek alma zorunluluğunda bırakmaktadır. Bu nedenle başkan Bensiyon Pinto zamanında başlayan ve Silvyo Ovadya döneminde yoğunlaşan iki cemaat arası yakınlaşma, İzmir toplumunu çok mutlu etmiş, mensuplarına şartlar ne olursa olsun yalnız olmadıklarının manevi güvenini duyumsatmıştır.

İki cemaat arasında ilk dayanışmalardan biri, ‘şohet’ sıkıntısı üzerine kaşer et ihtiyacının karşılanabilmesi için İstanbul yönetiminin haftada bir gün İzmir’e bir şohet göndermesi ile başlamıştır. Bugüne kadar hiç aksamadan sürdürülen bu işbirliği sayesinde İzmir’in kaşer et ihtiyacı sorunsuz bir şekilde karşılanmıştır. Dini zorunluluklar yanında daha sağlıklı olması nedeni ile kaşer dışında et tüketilmemesi yönünde cemaate yapılan telkinler olumlu sonuç vermiş ve kaşerut’a önem vermeyenlerin de kaşer ete yönelmeleri ile satışlarda yüzde 25’e varan artışlar kaydedilmiştir.

İzmir Yahudileri, hayvanın dini kurallara göre gerekli ayıklama/temizleme işlemleri yapılmadan yenmemesi gereken bel altı kısımlarındaki etleri, kasap Yusuf Levi’nin 20 yıl önce bir Rav’dan aldığı eğitimle temizlemesi sonucunda isteyenler tarafından tüketilebilmekteydi. Yıllardır süren bu uygulama geçtiğimiz aylarda İstanbul’dan gelen üç kişilik yetkili bir heyet tarafından uygun görülmemiş, kasabın bu konuda yeterince ehil olmayabileceği öne sürülerek bu işlemleri yapabilmesi için akredite bir uzman tarafından eğitilmesi ve ayıklama işlemini kurallara uygun yapabildiğine dair bir sertifika ile belgelendirilmesi istenmiştir.

Konuya verdiği önem nedeni ile İzmir Musevi Cemaati yönetimi, kısıtlı maddi imkânlarına rağmen heyetin ismini vererek tavsiye ettiği uzman Rav Yeuda Giat’ı İsrail’den getirterek kasap Yusuf Levi’yi, Moti Katan ve Moşe Mizrahi hocaların da nezaretinde üç gün boyunca eğitmiş ve başarı ile sonuçlanan bir sınava tabi tutmuştur. Sınav sonrasında Rav Giat, Hahambaşımız Rav İzak Haleva ile telefonla görüşerek verdiği eğitim ve sonuçları hakkında vereceği belgeyi de fakslayarak kendisine bilgi arzetmiş ve sayın Hahambaşımızın onayını ve hayır duasını da aldıktan sonra Yusuf Levi’ye sertifikasını tevdii etmiştir.

Buraya kadar olan tüm gelişmeleri, İzmir Yahudilerine sağlıklı ve dini kurallara uygun kaşer et yedirebilmek için tarafların sorumluluk duygusu ve karşılıklı anlayışla ortaya koydukları “örnek bir dayanışma” olarak değerlendirmek gerekir. İzmir cemaat yönetiminin bu konudaki özverili çabaları ve ulaşılan başarılı sonuç ise, tüm cemaat mensupları arasında takdir ve teşekkürle karşılanmıştır.

Her şey bitti, dünyanın birçok cemaatinde ve İsrail’de uygulanmakta olan bu yönteme artık İzmir cemaati de gönül rahatlığı ve güvenle devam edilebilecek derken, Hahambaşımızın onayına rağmen aniden ortaya çıkan gelişmeleri tarafsız bir bakışla anlamak ne yazık ki pek mümkün değil.

Gelişmelerden sonradan haberdar olan İstanbul’daki bazı görevlilerin, yapılanları yeterli görmeyerek uygulamayı durdurmak amacı ile ortaya koymaya çalıştıkları kaygıların İzmir Cemaat yönetimince uygun görülmemesi üzerine, İzmir’e artık şohet göndermeme tehdidine kadar vardığı söylenen bir anlaşmazlıktan söz edilmekte. İzmir Cemaat Başkanı’nın, başkan yardımcısı ve konu ile ilgilenen yönetim kurulu üyesi ile birlikte İstanbul’a giderek yapılan toplantıdan sonuçsuz dönmeleri; İzmir’deki kasabın kapanacağı ve kaşer et bulunamayacağı söylentileri; İstanbul’un akıllara ticari menfaatleri getiren kesilmiş ve paketlenmiş hazır et gönderme teklifleri; uygun bir anlaşma zemini bulunasıya kadar Şohet’in gönderilmesi için geçici bir süre hayvanın yasak bölgelerinin satılmaması; zaten az olan satışların daha da düşmesi halinde kasabın buna maddi açıdan dayanamayacağı; İzmir’in bir yolunu bulup bir “şohet” istihdam ederek eskiden olduğu gibi kendi özerkliğini sürdürmesi gibi söylentiler İzmir’de konuya ilgi duyan herkesi çok rahatsız etmekte.

Pire için yorgan yakılıyor gibime geliyor… Ortada açıkça görülen şudur ki, İzmir, kendisinden istenenleri “doğru ve de gerekli gördüğü için” sorumlulukla yerine getirmiştir. Bu gereklerin başı da, sonu da bellidir ve alınan belge ile konuya son nokta koyulmuştur. Bu gibi konularda herkesin farklı görüşleri veya kaygıları olabilir. Ancak gelinen bu aşamadan sonra, her türlü kaygı dikkatle izlenmek üzere bir kenara bırakılmalı ve uygulamaya geçilerek yapılacak denetimlerle kaygıların giderilmesine ve uygulamanın sağlıklı yürümesine el birliği ile çaba sarf edilmelidir.

1 Ağustos 2011 Pazartesi günü yapılacak ikinci bir toplantıda konunun bir kez daha irdelenerek bir çözüme ulaşılması bekleniyor.

Sevgiyle kalın!...