Çevre koruma ile sanayileşme arasında huzur dengesi

Köşe Yazısı
20 Temmuz 2011 Çarşamba

Ralf Arditti

 

Kaz Dağları’nın en batıdaki noktalarından birinden, Kozlu Köyü’nden yazıyorum. Karşımda Müsellim Boğazı’nın altı millik denizini aştıktan sonra koskoca Midilli (Lesbos veya Mitillini) Adası. Sağ yanımda Aristo’nun bir süre yaşadığı ve öğrencilerini eğittiği Assos (Behramkale) antik kenti. Solumda, uzaklarda Ayvalık ve Cunda adası. Arkamda 550 metreye kadar yükselen kayalıkların üstünde Dedealan düzlüğü. Onun ardında usulca Ayvacık ilçesine ve dağların suyunu akıtan Geme Çayına doğru inen bir plato.

Yunan adalarıyla Türkiye anakıtası arasındaki uzun Ege Denizi sınırının en dar geçiş noktalarından biri, bulunduğum yerin 3 km ötesinde. Geçtiğimiz yıllarda sık sık bu yöreye gelen göçmenler (Afgan, Iraklı veya Filistinli) gece vakti boğazı kat etmek üzere küçük botlara bindirilirler ve Avrupa rüyasına adım atmaya giderlerdi. Türk Sahil Güvenlik ekipleriyle müşterek çalışan Yunan Deniz Kuvvetleri bu akımı şimdilerde durdurdular. 

Bu işler hem güç gösterisiyle bastırılıyor hem de ekonomik nedenler baskın çıkıyor. Göçmenlerin (çoğu vizeler kaldırıldı) Türkiye’de kalmayı ve iş bulmayı ümit etmeleri kadar Yunanistan’ın artık eski cazibesini kaybetmesi de rol oynamıştır. 

Maalesef bizim bu civarlardan Midilli’ye yasal yollardan gitmek o kadar kolay değil. En yakın (100 km) gümrük kapısı Ayvalık’tan çıkış yapacak ve denizden karşı Ada’nın gümrük kapısı olan Mytilini’ye varacaksınız. Oradan gene 100 km yol teperek Assos’un hemen karşı kıyısında bulunan hoş bir sahil kasabasına, Molivos’a erişirsiniz. 45 dakikalık tekne yolculuğu yerine sekiz saatlik macera, değer mi? 

Fakat şimdi akımın artmasını bekleyenler var. Yunan adalarından Türklere davetler artıyor. “Buyrun, gelin, buraları satın alın. Yatırımlar yapın, bol bol Türkiyeli turist getirin”

Ekonomik gelişme bakımından Türkiye’nin ilerlediğine şüphe yok. Hatta Avrupa’nın birçok ülkesinden çok daha hızla. Fakat aynı anlayışı çevre ve yaşam kaliteleri itibariyle de koruyabilecek mi? Bir yandan fabrikalar kurulurken diğer yandan aynı sanayi tesislerinin çevreye yaydığı koku, duman ve gürültü kirliliği huzur adacıklarından uzakta tutulabilecek mi?

Yunan adalarıyla Bodrum, Marmaris veya Çeşme’yi kıyasladığımızda, Türkiye’de artan zenginliğin ve bu refahı gösterme gayretinin, birçok tatil yöresinde sükûneti, doğayı ve çevreyi bozduğuna tanık oluyoruz. Para kazanma ve gayrimenkul geliştirme hırsı son hızla yükseliyor. Yunan adalarında ise aksine uzun vadeli koruma politikaları doğru çalışıyor. 

Nispeten geriden gelen çevreyi koruma çabaları ise giderek örgütlenme aşamasında. Bunlardan biri de bulunduğum yöreyi ve genelde Kaz Dağları çevresini altın arayıcılardan arındırmak isteyen Gümçed (Güney Marmara Doğal ve Kültürel Çevreyi Koruma Derneği). Yıllardan beri “Kaz Dağları’nın üstü, altından değerlidir’’ sloganıyla maden şirketlerine kaşı davalar açarak mücadele ediyorlar. Birçok hukuk savaşını da kazandılar fakat henüz tam sonuca vardıklarını kabul etmiyorlar.

Çağımızın bu önemli ikileminde, istihdam yaratma ve para kazanma arzusu ile çevreyi ve doğayı koruma arasındaki çekişmede hükümetler hangi tarafta olacaklar? Bir yandan iş arayan kitlelere cevap vermek, diğer taraftan Anadolu’nun emsalsiz bitki ve hayvan örtüsünü muhafaza etmek arasında dengeli kararlar vermeye mecbur kalacaklar.

Kanımca bir süre daha zenginleşme hayaliyle doğanın özveride bulunması istenecek, yeteri kadar çevre tahribatı oluştuktan sonra ise akıllar başa gelecek ve milletin ve devletin parası çevreyi koruma için harcanacaktır.