Teröre karşı demokrasi

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
29 Haziran 2011 Çarşamba

Holokost ile 11 Eylül saldırıları arasında ne gibi bir ilişki kurulabilir? Haaretz’de geçtiğimiz hafta sonu çıkan bir haber bu konuda okuyucuları aydınlatıyordu.

Daha önce defalarca Holokost ile ilgili uluslararası konferanslar düzenleyen İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad, bu defa geçtiğimiz Cuma ve Cumartesi günleri Tahran’da ‘Terörizme Karşı Evrensel Savaş’ konulu bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Konferansın açılış konuşmasında İsrail ve Amerika Birleşik Devletlerini dünyadaki tüm terör faaliyetlerinin faili olarak gördüğünü ifade ederek, bunlara karşı savaşmanın önemine dikkat çekti.

“Holokost’u ve 11 Eylül’ü karartan kutunun kapağı açılırsa bazı gerçekler açığa çıkacak…” dedikten sonra, Ahmedinecad Amerika’nın buna yanaşmadığını, çünkü bundan derin çıkarları olduğunu ileri sürdü. Her iki olayla, hem Amerika hem de bölgedeki işbirlikçisi İsrail, Ortadoğu’nun Müslüman halkını sindiriyor, onları panik içinde bırakıyor. “Binlerce üyesi olan sosyal paylaşım ağları var. Bunlar aracılığı ile yapılan korkunç bir propaganda söz konusu. İslam ülkelerinin görevi bu duruma karşı savaşmak olmalıdır.”

Holokost ile 11 Eylül saldırıları arasındaki ilişkiyi kavramayı sizlere bırakarak, şu Tahran Konferansı’nda hazır bulunan ülkelere göz atalım: Afganistan, Pakistan, Tacikistan, Sudan, Lübnan… Bu ülkelerin çoğu devlet veya hükümet başkanları seviyesinde temsil edilmişler Örneğin davetlilerden biri, ülkesinde, yakın geçmişte insanlık suçu işlediği tespit edilen ve uluslararası mahkemeler tarafından mahkûm edilen Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir.

İranlı yetkililer tarafından samimi duygularla karşılanan El Beşir konferanstaki konuşmasında, “Amerika bu olayları, kendisinin kurban olduğu suçlar olarak görüyor, ancak bundaki rolünü hep kulak arkası ediyor…” diyor ve İran’a, Tahran’da toplanan bu konferansta terörün gerçek yüzünün tartışılmasına olanak sağladığı için teşekkür ediyor.

Afgan lideri Hamit Karzai de yaptığı konuşmada ülkesindeki terör saldırılarının on sene önce yabancı güçlerin buraya gelmesi ile tırmandığına işaret ediyor. “Afganistan’da terörizm eğitim seviyesini ve altyapıyı güçlendirmeye çalışmamıza rağmen dinmek bilmiyor. Bu da ülkemde güvenliğin ve barışın yerleşmesini önlüyor.”

Karzai’den devamla, “İslam’ın bazı gruplar tarafından yanlış tanıtılması bizi üzüyor. Barış ve dostluğun dini olan İslam’a, dolayısı ile İslam ülkeleri tarafından sahip çıkılması ve yanlış algılanan imajının düzeltilmesinde fayda var…”

11 Eylül saldırıları ertesinde batı kamuoyunda oluşan ‘saldırgan İslam’ algısının yanlış olduğu, ancak bunun travmatik bir savunma hissi ile ilintili olduğu açık. Bazı aşırı dinci ve milliyetçi batılı uçların durumu istismar ettikleri ve halkta oluşan panik havasını kendi sığ emelleri için kullandıkları doğru. Ancak aynı izdüşümü radikal İslam’da da görmek olası. Taliban’dan El Kaide’ye, Hizbullah’tan Hamas’a, İslami Cihad’a uzanan yelpazede, kimin ne kadar “halkların özgürlüğü” için ya da ne kadar “salt çıkarları” için savaştığı dikkate alınması gereken bir durum. Örneğin, eroin ve silah ticaretinin önemli bölümünün Afganistan – Pakistan – İran hattını kullandığı ve sıkıntının ciddi bir kısmının – uluslararası anlaşmalara bağlı demokratik bir hukuk devleti kimliği ile -  Türkiye’nin sırtına atıldığı, zaman zaman medyaya da yansıyan bir gerçek.

Bir adım öte, Tahran’da toplanan konferansta Suriye’de yaşanan halk hareketleri ve siyasi otoriteyle ordunun sert tepkisi ile karşılaşan direnişçilerin başına gelenler es geçilmiş. Belki de İran, kendi halkını kurşun yağmuruna tutan bir ülke ile göz göze diz dize ilişki içinde gözükmek istemiyor. Onu dışlamak da o ana dek olan duruşuna uygun değil. Biraz mesafe durumu kurtarır nitelikte. Çok değil birkaç ay öncesine kadar bölgede İran’a en yakın ülke konumundaki Suriye’nin yerini, Lübnan almış durumda. Lübnan’da göreve gelen Hizbullah destekli Necip Mitaki hükümetinin dışişleri bakanı Adnan Mansur ile, Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın konferans sürecinde, uzun ikili görüşmeler yaptıkları biliniyor.

Tahran Konferansı’nın zamanlaması Hamas – El Fetih evliliğinin sarsıntıya uğraması ile de kesişiyor… Kartların bir kez daha dağıtılmaya başlandığı Ortadoğu’da, İsrail’in boş durmadığı ve İran ile arası limoni Türkiye’ye göz kırptığı görülüyor. Son tahlilde, terör konusundan muzdarip bölgenin bu iki demokrasisinin yeniden yakınlaşmaya başlaması, Arap baharının daha fazla özgürlük talebi ile sokağa dökülen yığınlarına ilham verebilir.

Unutmamak gerekir ki, yönetenin sorgulanabildiği rejimlerde terörün anlam bulması güçleşir.

Tahran Konferansı’nda bildiri sunanların dile getirmeyi beceremedikleri gerçek bu olsa gerek…