Güzel benim olmayınca

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
25 Mayıs 2011 Çarşamba

Türk Halk Şiiri, Türk Edebiyatı’nın belki de en el değmemiş, tazeliğini ve güzelliğini ilk günkü gibi koruyan, ne zaman okunsa, ne zaman saz ile buluşsa gönüllerin telini titreten kolu... En sahici, en samimi, en tanıdık tarafı...

Halk neredeyse, söz ve müzik orada olmuş. Düğünler, dernekler; doğumlar, ölümler, sünnetler, göçler, depremler, seller, savaşlar, barışlar, özlemler, gurbet sancıları; ama her şeyden önce sevdalar illa de aşk, en önemli teması olmuş halk şiirinin.

Halk edebiyatının en çapkın aşığı Karacaoğlan, içi sevda dolu güzellemelerin ozanıdır. Diyar diyar gezerken her gittiği yerde başka bir güzele gönlünü kaptıran;  sevgilileri için türkü çığırıp söyleyen bir delikanlıdır. Onun için sevdiğinin yalnızca yürüyüşü bile bir güzelleme sebebidir:

Dinleyin bir güzel medhedeyim / Yiğide nispetle yürüyüşlünün

Can feda ederim söyole sunaya / Bin türlü naz ile salınışlının 

Erzurumlu Emrah, ise bir başka dertli ozanıdır bu edebiyatın. Sevgiliye kavuşmanın zorluğu altında ezilen, sazının teline acısını konduran bir saz şairidir. Sevgiliyi almak, bir kaleyi fethetmek kadar zordur onun için:

Emrah der ki düştüm dile / Bülbül figan eder güle?Güzel sevmek bir sarp kale / Ya alınır ya alınmaz.

Halk şiirinin en önemli özelliği, kavuşamamış sevgilileri, yaşanmamış aşkları, her zaman yarım kalmış sevdaları anlatmasıdır. Belki de bu sebeple, ister İslamiyet öncesi ister İslamiyet etkisindeki dönemde olsun her zaman dinleyeni, anlayanı; güleni, ağlayanı; çalanı, söyleyeni olmuştur.

Her şey değişir ve yerini yeniliğe bırakır; ama halk şiiri ısrarla kendini tekrar eder. Israrla var olur, ısrarla çalınıp söylenir; çünkü o en gerçek olanı anlatır, gerçek insanı... İnsanın yenilgilerini, sevgilerini, ümitlerini, zaaflarını, mücadelelerini...

Pir Sultan Abdal, halk şiirine en derin düşünce ve duyguları taşımayı bilmiş, yüzyıllara damgasını vurmuş başka bir ozanımızdır. Zaman zaman tasavvufu zaman zaman da mecazi aşkı bulabileceğimiz dizelerinin hemen her biri birimize aşinadır:

Şu benim sevdiğim başta oturur / Bir güzelin derdi beni bitirir ?Bu ayrılık bize ölüm getirir / Geçti dost kervanı eyleme beni 

Ümitle ümitsizlik, çareyle çaresizlik; yaşamla ölüm, aşkla yalnızlık yan yana durur sanki halk şiirinin içinde:

Karacaoğlan der ki kondu göçülmez / Acıdır ecelin şerbeti içilmez

Üç derdim var birbirinden çekilmez / Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Dilimizin en sade, en akıcı ve en gösterişten uzak, en süzülmüş sözcüklerini yan yana dizen bu insanların çoğu okuma yazma bilmeyen; müziğin ritim gücü ve sözcüklerin hece sayısıyla türkülerini hafızalarında tutan olağan üstü yetenekli sanatçılardır. 

Halk Edebiyatı, kültürümüzün en büyük zenginliklerinden biridir; çünkü gerçeğin adıdır o. Ölümün acısını, ayrılığın yarasını, sevdanın karasını, özlemin sızısını onun kadar güzel dile getiren başka bir edebiyat daha var mıdır bilmem. Varsa bile her insana kendi dili anlatır içinden geçeni, içini sızlatanı, içini açanı, içinde kalanı... Bu edebiyat, Divan Edebiyatı’nın dantel gibi işlenmiş, ama bir o kadar da birikim isteyen havasından uzak, bir saçı örer, bir halıyı dokur gibi, dünyanın en kolay ama belki de en zor işi, sazı sözle birleştirme işidir.

Kimsenin gönlünü yapmayan, kimsenin gözünü boyamayan, tamamen içten geldiği gibi söylenmiş, derlenmiş, sonradan yazıya geçirilmiş bu dizeler insanı olduğu gibi anlatan en yalın, en el değmemiş sözlerdir.

İnsan doğar; büyür, sever, acı çeker, özler, ayrı düşer, kavuşur, yaşar ve ölür; ama bütün sevgilerinin başında aynadaki yansıması vardır. Kendine olan inancı ve güveni, en sağlam sevdaları bile geride bırakacak, yeniden başlayacak, yarınlara başka öyküler ekleyecek, yardan geçecek güçtedir. Yine Karacaoğlan gibi:

Ben  güzele güzel demem / Güzel benim olmayınca

Muhannetin kahrın çekmem/ Gel deyip de gelmeyince.