İşte Bizim GÜL SOKAK

İzmir’in Batı’ya en yakın semti, Alsancak’tır. Burası uzun yıllar Levanten kültürü ile bezenmiş, kendine özgü yapısı ve mimarisi sayesinde bu özelliğini her zaman korumuştur.

Tufan ERBARIŞTIRAN
25 Mayıs 2011 Çarşamba

Son kitabı ‘İşte Bizim Gül Sokak’ta İzmir’i ve Gül Sokağı’nı anlatan Raşel Rakella Asal ile yazın hayatı ve Alsancak üzerine sohbet ettik.

Sizi yazarlığa yönlendiren ne oldu?

Okul yıllarıma geri baktığımda, biz öğrencilere verilen ‘yaz tatil ödevi’ geliyor aklıma. Yeni bir arkadaşla tanış, yeni bir şey yap, yeni bir kitap oku. Böylece kitap okumak bize kazandırılmış güzel bir alışkanlığa dönüşüyordu. Okul yıllarımda klasik eserlerle tanışmış oldum. Eğitimimim son iki yılında ‘yaratıcı yazarlık’ diye seçmeli bir ders almıştım. İşte benim bu derste yazdıklarımdan etkilenen edebiyat öğretmenim yazarlık yeteneğimi ilk keşfeden kişi oldu. Annemi okula özel davet ederek ailemin beni yazarlık yolunda yönlendirmesini istedi. Okulu bitirdikten sonra evlendim. Evlilik ve arkasından doğan çocuklarımla o yıllar bu yeteneğimi hiç kullanmadım. Ama içim de yanmadı sanmayın. Zaman zaman kendime küskünlüklerim oldu. Çocuklar belli bir yaşa geldikten sonra eğitim hayatıma geri döndüm. Yurt dışında sırasıyla Lozan, Paris, Besançon, Royan ve Salamanca’da çeşitli dil kurslarına devam ettiğim bir dönem açıldı önüme. İşte bu eğitim sürecinde kendi çapımda karalamalar yapıyordum. Bu çalışmaların yazarlık serüvenimde beni beslediğini düşünüyorum. Bu arada Ülkesel Turist Rehberlik Kokart’ımı da almış, yaz ayları boyunca rehberlik yapmaya başlamıştım. 1997 yılında Ankara’da UMAG’ın açtığı ‘yaratıcı yazarlık’ kurslarına dört yıl devam ettim. Mehmet Eroğlu’nun yönlendirmesiyle yazın serüvenim başlamış oldu.

Kitabınızda Alsancak semtini tanıtırken, İzmir’in tarihi, mimari dokusu, coğrafi yapısını da anlatıyorsunuz. Tıpkı bir tarihçi gibi… Ancak konuyla ilgili ilk sorum şöyle olacak; “Alsancaklı olmak” deyimi için neler söyleyeceksiniz?

Ülkesel Turist Rehberlik Kokartı’mı 1989 yılında aldım. Doğal olarak bir kente tarihi, coğrafi ve mimari dokusu ile yaklaşıyorum. Bu kitabı bu görüş açısıyla yazmaya çalıştım. Alsancaklı olmak ayrıcalıklı olmayı beraberinde getiriyor. Bu semt İzmir’in varsıl kesiminin yaşadığı bir alan olarak kabul görüyor. Bu semt kentin en albenili mekânı.

İzmir’in kendine özgü kozmopolit yapısı, dinler mozaiği, tarihsel değerlerine bağlı hoşgörüsü bilinen bir gerçektir. Bu saydıklarımız ‘Alsancak’ ile ne kadar bağlantılıdır?

Smyrnalılar Meles sahillerindeki kahvehanelere şerbet, kavun suyu ve lokum yiyip içmek, nargile tüttürmek, meddahları dinlemek ya da karagöz temsillerini seyretmek için doluşurlarmış. Pazarları orada köylüler ve şehirliler geleneksel Yunan dansı sirto yaparlar; müzik çeşitlendiğinde şehirliler araya Avrupai danslar da sokarlarmış. Smyrna hoşgörüsünün en güzel örneği, şehrin yakınlarında düzenlenen halk balolarıymış. Bu balolar salonlarda ve kamusal alana dönüştürülerek bu vesileyle bayraklarla, renkli fenerlerle ve mersinlerle dekore edilmiş ev avlularında düzenlenirmiş. Sosyete balolarında olduğu gibi, balalaykaların temel toplumsal işlevi, dans aracılığıyla gençlerin buluşmalarıymış. Ama buralarda kapalı sosyal çevrelerdeki baloların tersine, yüksek burjuvazinin üyeleri tarım işçilerinin arasına karışırken, seyyar satıcıların çığlıkları, havai fişeklerin ve çatapatların gürültüsü çınlarmış. İşte Smyrna’nın kozmopoltizminin anahtarı bu açıklık ve karma yapıda yatıyor.

Dikkatimi çeken bir özelliğiniz oldu. Kitabınızda tarih, mimarlık, mekânsal yapılaşmayı anlatırken bile lirik bir dil kullanıyorsunuz. Bunda İzmir’in ve Alsancak’ın da bir katkısı olduğunu söyleyebilir miyiz?

New York, Paris, Roma gibi kentlerde yaşayan insanların birbirlerini selamlamadığını görürüz. Bu kentlerde kentliler arasında bir iletişim yoktur. Oysa Gül Sokak’ta! Hele Gül Sokak’tan içeri Plevne Bulvarı’na çıkarsanız orada favori kafelerden Sir Winston Tea House’a, Bonjour’a, Sevinç Pastanesi’ne, Reyhan Pastanesi’ne yolunuz düştüğünde İzmirlilerin ne kadar şanslı olduğunu bir kez daha fark edersiniz. Sokaklarında hep bir tanıdıkla karşılaşma umuduyla dolaşır, kendinizi saklambaç oynarken sizi keşfeden ve sobeleyen ebeye yakalanmış hissedersiniz. Sokak insanlarının yüzü güler. İşte böyle bir semt ancak lirik, şiirsel bir dille anlatılabilir diye düşündüm.

Kitabınızda özel bir önem verdiğiniz ‘Gül Sokağı’nın öyküsünü paylaşır mısınız?

Gül Sokağı aslında Frenk Mahallesi olarak bilenen semtte, Rumların ve Levantenlerin oturdukları bir sokak. Tarih kitaplarında, 19. yüzyıl başlarında Gül Sokağı’nın gerçekten İzmir’in en modern köşesi olduğunu okuyoruz. Ayrıca geçmişte bu sokak Kervan Köprüsü’ne bağlandığından oldukça ünlü ve işlekmiş. Vaktiyle bir gül tarlası olan bu yerde kentin en güzel evlerinin çoğu inşa edilmiş. Buranın, gezginlerin hayranlığını çekmesinin bir nedeni de bu güzel evlerin kapılarının genelde açık bırakılmasından kaynaklanmış. Gezginler bu açık kapıların ardındaki güzellikleri seyretme olanağı yakalayabilmişler. Bu döneme ait bir gezi notunda anlatıldığına göre Frenk Mahallesi’nde Gül ya da Güller Sokağı’nda güzel evlerin açık bırakılmış kapılarından Doğu lüksünü Batı konforuyla bağdaştıran zarif, mermer karolarla döşenmiş, ortasında, fıskiyeli küçük bir havuzu olan, ağaçlıklı arka bahçe, rahatlıkla görünürmüş. Salon ve odalar ise yumuşak divanlı, kapitone mobilyaların içinde Paris’ten, İran’dan ya da Hindistan’dan getirilmiş değerli eşyaların yanı sıra biblo, vazo gibi aksesuarlar ile süslüymüş.

Alsancak’ta bugüne oranla (1940’lara kadar) çok yoğun bir Yahudi kültürü ve yaşamı vardı. O günleri kısaca anlatır mısınız?

Yahudiler l9. yüzyılda en çok Karataş, Göztepe, İkiçeşmelik’in bazı yerlerinde, Karantina ve Salhane’de otururlardı. Yahudilerin özellikle Karataş’tan Alsancak’a yerleşmeleri 1940’lı yıllarda başlar. 1950’ler de ise iyice hızlanır. Elbette ki, bu tarihlerden önce de yerleşen aileler vardı. Yahudi aileler Alsancak’ın çeşitli yerlerinde oturmalarına rağmen genellikle Şair Eşref Bulvarı, Gül Sokak, Atatürk Caddesi ve Plevne Bulvarı bölgesine yerleşmişlerdir.

1922’deki büyük yangın sonucu en çok hasarı Alsancak aldı. Alsancak o yangınla birlikte neleri kaybetti?

1922 İzmir yangınından sonra, şimdiki Gül Sokak, Talat Paşa Bulvarı, Mustafa Bey Caddesi ve çoğu yer yangınlıkmış. Kıbrıs Şehitleri Caddesi ile Alsancak Devlet Hastanesi hariç İzmir’in birçok alanı yangından nasibini almış. Prof. Dr. Çınar Atay, ‘Tarih İçinde İzmir’ kitabında İzmir’de yangın sonucu 2.600.000 metre karelik dolu alan ve burada bulunan 25.000 binanın tamamen tahrip olduğunu yazıyor. 13 Eylül l922 gününün sabah saat ikisinde yangın alevleniyor. Smyrna Tiyatrosu bir saman yığını gibi bir çırpıda alev alıyor; yirmi dakika içinde dört duvardan ve bir moloz yığınından başka bir şey kalmıyor. Alevler Fransa Konsolosluğu’na erişiyor. Patlamalar çoğalıyor; otomobil garajlarının benzin depolarının, alkol depolarının patlamasıyla büyüyüp yayılıyor. Alevlerin içinde eşyaların çatırtısı ve yanıcı maddelerin patlayarak havaya uçması, cehennemi bir görünüm yaratıyor. Rıhtımın karşısındaki pasaport bürosu bir saat içinde kül yığınına dönüşüyor. Rıhtımdaki tüm muhteşem binalar, ünlü Orient Carpet kumpanyası, Sporting Kulübü, Smyrna Tiyatrosu, Kraemer Palace ve diğer muhteşem binalar birkaç saatte alevler içinde kül oluyor. 18. yüzyılın ikinci yarısından beri şehrin modernleşmesinin ve ekonomik öneminin sembolü olmuş ön yüzü, Bellevista’ya kadar olan kısmı harabeye dönüyor. Okullar, bankalar, hastaneler, kiliseler, hayır kurumları, tiyatrolar alevler altında yıkılıyor. Artık Smyrna “Doğu’nun Küçük Paris’i” değildir. Yangından kurtulan Türk mahalleleri dışında şehrin dörtte üçü yangından harap olmuş. Yangından kurtulan binalar arasında inanılmaz güzellikteki merdivenleri ve terası hariç, dört katlı saray gibi bakımlı bir bina kalmış. Bu da İtalyan Kız Okuluymuş.

Eski ve yeni dönemlerde Alsancaklı ünlüler deyince belleğinize ilk gelenler kimlerdir?

Dr. Behçet Uz, iş adamı Şinasi Ertan, tütüncü Esin Özgener, gemi nakliyatçılığı ve ulaştırmada bir önder kuruluşun en köklü firması Lucien Arkas, İzmir’in en eski müteahhitlerinden Niyazi Ersoy, Felice Cappadona, Fahri Nişli, Faruk San, Cavit Erdil, Akgermanlar, Dinç Bilgin, Mazhar Zorlu, Haşmet Uslu, Ferit Eczacıbaşı, Osman Kibar, Özdemir Hazar, Halim Şima Alsancak’ta ilk muayenehane açan doktorlarımızdandır. Ünlü ekonomi bilgini Prof. Kenan Mortan’ın babası, Dr. Osman Mortan, Galilalar, Giraudlar, Özakatlar, heykeltıraş Turgut Pura, gazeteci Güngör Mengi, eski rektörlerimizden Prof. Dr. Ömer Yiğitbaşı, sanatçılardan Ayla Dikmen, Sezen Aksu, Ali Kocatepe, soprano Aydan Ayhan, seramik sanatçımız Ümran Baradan, tiyatrocu-yazar Dinçer Sümer.