Sabiha Banu Yalkut Breddermann; Her şey bir şiirle başladı ödülle sonuçlandı…

Erol Güney başta Türk Edebiyatı meraklılarının daha sonra da Şalom okurlarının aşina olduğu bir isimdi. Sıra dışı bir yaşamı olan bu kişiyi tanıyanlar, kendisinden çok etkilendi.

Ester YANNİER Toplum
25 Mayıs 2011 Çarşamba

Banu Yalkut Breddermann’a “Erol Güney’in Kedisi” şiirini okumasıyla başlayan hikâyesini, belgesel çekimlerini, Kültür Bakanlığı Özel Ödülü ile sonuçlanan “O”nun yaşam öyküsünü sordum

“Yaşamın Sürüklediği Yerde- Erol Güney’in Yaşam Öyküsü” isimli belgesel ile TRT’nin düzenlemiş olduğu belgesel yarışmasında Kültür Bakanlığı Özel Ödülü’ne layık görülen Sabiha Banu Yalkut Breddermann  ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

1952 Ankara doğumluyum. Hayatımda büyük etkileri olan Ataç Sokak’ta büyüdüm. Üniversite için önce İstanbul’a geldim prehistorya ve arkeoloji okudum, ardından Almanya’ya gittim. Orada da etnoloji ve dinler tarihi felsefesi eğitimi aldım. 29 senedir Almanya’da yaşamımı sürdürüyorum.

 Erol Güney son dönem Türkiye’sinin yakından tanıdığı bir isim değildi. İlginizi nasıl çekti?

Ailem ve ben ve şiirlere meraklıyız. Dolayısıyla Almanya’ya birçok şiir kitabı götürmüştüm; işten yorgun geldiğimde o kitapları okurum. Orhan Veli’nin “Erol Güney’in kedisi” şiirini okuyunca, “Erol Güney kim acaba?” diye düşündüm. Bu isme başka yerlerde de rastladım gibi geldi. İşim dolayısıyla da tüm Türk gazetelerini, hatta Şalom’u da okuyordum. Belki ismi şuuraltımda, yazıları da vardı. Manevi annem olan halam Fransızca bilirdi, klasiklere çok meraklıydı. Orijinallerini Türkçeleriyle mukayese ederdi. Evde bulunan tüm bu kitapları da okumuştum. Küçük bir araştırmadan sonra Erol Güney’in Tel Aviv’de yaşadığını öğrendim. Bundan çok heyecan duydum. O zamana kadar film veya yönetmenlikle ilgili değildim. Erol Güney ile ilgili bir röportaj yapmak istedim. Etnoloji okuduğum dönemler için bazı araştırmalar ve söyleşiler de yapıyordum. Nasıl irtibata geçerim diye düşündüm, yakın arkadaşım Teri Erbeş’i aradım durumu izah ettim. Kendisi beni Erol Güney’in yazılarının yayınlandığı Şalom gazetesine yönlendirdi. Gözlem Kitap Editörü Gila Kohen ile görüştüm; beraber Erol Bey’i aradık ve “gelin görüşelim” yanıtını alınca hemen Tel Aviv’e gittim. Orada yaşayan Alman arkadaşım Jessica’dan iyi bir kameraman tanıdığı varsa yönlendirmesini rica ettim. Erol Bey şayet kabul ederse diye, bu şansı kaçırmak istemedim. Erol Bey’i gördüğümde ailemden birini görmüş gibi oldum, birbirimize hemen yakınlık duyduk, kabul edince de hemen çekime başladık.

Orhan Veli’nin “Erol Güney’in kedisi” şiiriyle başlayan hikâyeniz, Erol Güney’in belgeselinin ilk sahnesinin kediyle başlamasına neden oldu herhalde…

Evet, şiire konu olan Erol Güney’in kedisi bir çıkış noktası oldu… Erol Bey’e de izah etmiştim. Hayatını anlatan bir kitap varmış bilmiyordum. Ankara’da mutlu bir çocukluk geçirdim. Ataç Sokağa büyük bir özlem duyarım. Beki L Bahar Hanımın “Ankara Yahudileri” kitabında bizim sokaktan bahsediyor. Bütün bunlardan da çok heyecanlandım. Bir anda Tel Aviv’de Ankara’yı ve çocukluğumu bulmuş gibi oldum.

Sabahattin Ali, Melih Cevdet Anday, Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Nurullah Ataç gibi dönemin ünlü edebiyatçılarıyla Fransızca ve Rusça’dan çevirdiği klasikleri Türk Edebiyatı’na kazandıran Erol Güney’in adı edebiyat çevresinde yaşatılmalıydı…

Bana sorarsanız Erol Bey’e büyük bir haksızlık yapıldı diye düşünüyorum. Çünkü Türk Edebiyatı’na ve diline çevirileriyle büyük katkılarda bulundu. Filmde de, yazarlar kadar çevirmenlerin de önemli olduğunu belirtmeye çalıştım. Can Yücel için de söylenilen şöyle bir ifade vardır, “Çevirmen değil, yeniden Türkçe söyleyen”… Bu denli önemli olan bir çalışmaya, hiçbir zaman hak ettiği değer verilmiyor. Ayrıca Erol Güney o dönemde, Türk Rönesans kültür devrimine büyük bir hizmet vermiş… Bunun unutulması, yıllarca Türkiye’ye girememesi bence çok hüzün verici. Sadece Erol Bey için değil, Türkiye için de çok üzücü… Arkadaşlarının birçoğunu mesela “Hayatta en sevdiğim insan Sabahattin Eyüpoğlu diyor” onu bir daha hiç görmemiş. Melih Cevat Anday’ı, son 2002’de geldiğinde görmüş… İsrail’de Kıbrıs kökenli bir Büyükelçi Erol Bey’i tanıyınca, kendisine yapılanın büyük bir ayıp olduğunu dile getirmiş. O sebeple 35 sene sonra ancak bir iki arkadaşını görebilmiş. Erol Güney, kendi kazandığı bir kimlik olarak bir Türk entelektüeli. 5 yaşında Türkiye’ye gelmiş, haksızlığa maruz kalarak 40 yaşında vatandaşlığı elinden alınmış. Kendi kazandığı kimlik olduğu için de Erol Güney adını hiç değiştirmemiş. Erol Bey her şeye rağmen çok pozitif bir insandı. Sonuç olarak İsrail’de yaşamaya zorlanmış ama bu İsrail’e faydalı Türkiye için ise kayıp olmuş diye düşünüyorum.

  Deneyimli bir gazetecilik yaşamı olan Erol Güney, yaşamın son günlerine değin daktilosunun başından ayrılmadı. Son yıllarında da en büyük keyfi Şalom’a köşe yazısı yazmak olmuştu. Bu konuda sohbetiniz oldu mu?

İsrail’de çekimleri yaparken bana “Salı sabahları olmaz” diye şart koşmuştu. “Salı günleri Şalom’a yazı yazarım, benim için hayatta en mühim olan bu yazıları devam ettirmek. Bu olmazsa benim hayatımda büyük bir eksiklik olur” demişti. İkinci gittiğimde 2009 yılında artık yazılarını sürdüremediğini üzüntü duyarak söylemişti. Zaten de aynı yıl hayatını kaybetti.  “Beni ebediyete kadar çevirilerim yaşatacak, ancak beni şimdi yaşatan, hayata bağlayan Şalom’a yazdığım köşe yazılarım” diyordu.

  Yönetmenliğini yaptığınız “Yaşamın Sürüklediği Yerde- Erol Güney’in Yaşam Öyküsü” isimli belgeselle TRT’nin düzenlediği yarışmaya katıldınız. Film Kültür Bakanlığı Özel Ödülü’ne layık görüldü. Bu sizin için de bir ilkti… Bu güzel sonucu bekliyor muydunuz?

Aslında böyle bir sonuç beklemiyordum, hem çok şaşırdım hem de çok sevindim. Takdir görmüş olması çok güzel. Aslında Erol Güney’in de kazandığı bir ödül oldu diye düşünüyorum. Erol Bey’in Türkiye’ye yaptığı katkılar, ödül almış oldu.

  Filmin hazırlık aşamasında birkaç ülke arasında mekik dokudunuz. Sizin için zor olmadı mı?

Maddi zorluklar beklediğimden fazlaydı. Bu kadar masraflı bir çalışma olacağını düşünememiştim. Sadece çekim masrafları değildi… Biraz birikimim vardı, projemi bazı arkadaşlarım destekledi. İstanbul’a geldiğimde, ilk çekimleri Anadolu Kültür’den eski bir arkadaşım olan Osman Kavala’ya gösterdim. Erol Bey’in o güzel anlatışını görünce, o da çok heyecanlandı, destekleyeceklerini söyledi. Kavala, ayrıca “İstanbul Heinrich Böll Vakfı Derneği’nden de maddi kaynak bulacağım, buna devam et” dedi. Yoksa devam etmem çok zor olacaktı. Sınırda paralarla Tel Aviv’de çekimlere devam ettik.  Baldızı Bella Hanımla İstanbul’da çekimlere devam ettik. Sonra da Paris’te kızı ile çekim yaptık. Destekler olmasa çok zorlanacaktık. Paris’e, üç kere Tel Aviv’e gittim. Çekimler süresince izinlerimi o şekilde değerlendirdim. İstanbul-Duesseldorf, İstanbul-Tel Aviv arasında mekik dokudum. Küçük bütçeli bu filmde diğer materyalleri de bulmama arkadaşlarım yardım etti. Filmin montajını yapan Almanya’da doğan Ankara Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde eğitmen olan Thomas Balkenhol da çok meraklıydı bu konuda. Yakın arkadaşım Serdar Ateşer de, kendini çok özdeşleştirdi ve müziğini üstlendi. Belgeseli hep birlikte, imece usulü ortaya çıkardık.

  Kişiler röportaj yaparken hem bilgi edinirler, hem de hayatlarına ivme katarlar. Siz Erol Bey’den neler öğrendiniz?

Hem Erol Bey’in hem de Dora Hanım’ın insan olarak, insanlar arasında sınır tanımaması beni çok etkiledi. Bu, yaşamı etnik ve dini kökenleri yüzünden aralarına sınır çeken insanların ne kadar kısır olduklarını da gösteriyor. İsrail’in bazı politikalarını ben de eleştiriyorum. Ancak İsrail’in de sadece bir Filistin- İsrail ihtilafına indirgenmiş olması bence haksızlık. Mesela İsrail olmasaydı, Erol Bey çok kötü bir hayat yaşayacaktı. Hiçbir ülke tek bir yanıyla tanıtılmamalı şeklinde düşünüyorum. Bir ülkeyi yapan ve tanıtan sadece politikaları değildir. Çok demokratik yanları olan, çok eleştirisel insanların da bulunduğu Erol Bey de dâhil olmak üzere daha güzel bir hayatı isteyen insanlar da var.

Erol Güney, biz onu tanıma şansına sahip olmuş Şalomcular için önemli bir isim. Uzun yıllar Türkiye’ye gelemeyişi birkaç nesil Türk Edebiyatı meraklılarının, onu ve eserlerini tanımamasına yol açtı. Haluk Oral ile M. Şeref Özsoy’un kaleme aldıkları “Erol Güney’in Ke(n)disi” kitabından sonra, Banu Yalkut Breddermann’un yaptığı belgesel film ile yeniden gündeme gelmesi açısından sevindirici bir gelişme…