Pesah ve ‘Arap Baharı’

Diğer
11 Mayıs 2011 Çarşamba

Micheal AUSLIN


Yahudiler ‘Arap baharını’ umut ve endişeyle karışık duygularla izledi. Arap tiranlardan kurtularak dünyanın en hassas bölgesine demokrasi geleceğine dair umut… Bu durumun sadece İsrail’e barış getireceğine değil, aynı zamanda dünyadaki antisemitizmi de azaltabileceğine de inanmak istiyoruz. Yahudiler uzun zamandır demokratik bir Arap dünyası umut ediyor. Böylece baskı altındaki Ortadoğu halkının enerjisini daha iyi bir yaşam kurmak, sadece umutsuzluğun olduğu bir yerde fırsat yaratmak, başta İsrail olmak üzere komşularıyla barış içinde yaşamayı öğrenmek için harcayacağını, böylece terörizm ve Yahudi devletini yıkmaya yönelik tehditlerini azalacağını umut ediyor.

Ancak Yahudiler Arap baharı hakkında aynı zamanda da endişeli. Arap dünyasının geri dönüş yapabileceği demokratik bir mirası ya da kendi kendini yönetme konusunda toplumsal tecrübesi yok. 1. Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından bu yana, yaklaşık bir asırdır, Arap dünyası baskı altına yaşadı. Bu yıllar boyunda Müslüman Kardeşler gibi radikal İslami gruplar fikirlerini ve görüşlerini fakirleşmiş bu toplumlar arasında yaydılar. El- Kaide lideri Usame Bin Ladin Suudi idi, önde gelen bazı teğmenleri ise Mısır’dan. Arap dünyasının laik liderleri ise haklı olarak İslamcı kesim tarafından tehdit edildiklerini düşünerek onları hapsetmek ve akımlarını ezme yoluna gitti.

Mübarek’in düşüşünden, Kaddafi’nin olası yenilgisinden ve hatta belki de Suriye’nin Esad’ının düşüşünden sonra dünya Yahudileri Arap baharının, İslamcıları başa getirip getirmeyeceğini soruyor. Bu durum İsrail ve Yahudiler için, yıllardır süre gelen milliyetçi Arap hükümetlerinden çok daha büyük bir felaket olur. İşte bu demokrasinin en büyük tehlikesi; bugüne kadar İsrail’e karşı savaşlar açan ve dünyada terörizmi destekleyen liderlerden daha yıkıcı ve şiddet yanlısı liderlerin iktidara gelmesi… 

Yahudiler olarak biz, insanların kendi liderlerini seçmek ve kendi toplumlarını şekillendirmek konusunda özgür olması gerektiğine inanıyoruz. Peki ya toplumlarının tümünü radikalleştirme ve çocuklarına radikal İslam’a hayat veren ‘nefreti’ öğretmek isterlerse… Yahudiler olarak demokrasinin bu sonucunu destekleyecek miyiz? Diğer bir deyişle, ‘demokrasi eşittir liberalizm’in her zaman doğru olmadığını anlamaya hazır mıyız?

Tüm bu sorular Amerikan Yahudilerinin aklını karıştırıyor. Ulusal Amerikan ideolojimiz, demokrasiden ayırt edilemez. Bu ideolojinin her zaman halk için en iyi sonuçları doğuracağına inanırız. Ancak kanıtlar gösteriyor ki, demokrasinin, liberal görüşleri benimsemesi için birkaç nesil geçmesi gerekiyor. Ya da hiç demokrasi geleneği olmayan toplumlarda, liberal görüşler hiç benimsenemiyor. Biz demokratik hareketleri, hem kişisel hem de ulusal inançlarımız çerçevesinde destekliyoruz. Ancak dış politika stratejileri ve ulusal güvenlik söz konusu olduğunda bu sözde ‘demokratik’ rejimlerle işbirliği yapmayı imkânsız buluyoruz. Bu durum, İran, Venezüella’daki ve diğer bazı ülkelerdeki ‘seçilmiş’ hükümetlerle ilgili olarak da geçerli.

Böyle olduğu halde, Amerikalılar Obama yönetiminin Arap baharına verdiği tepki konusunda tedirgin. Muammer Kaddafi ve Esad rejimi dünya çapında on yıllardır yaşanan terörizmin sorumlularından. Ancak Başkan Obama, Libya’daki isyancıları ya da Suriye’deki protestocuları desteklemek için neredeyse hiçbir şey yapmadı. Washington, isyancılara destek verecek askeri NATO gücün liderliğini Paris’in almasına izin verdi. Ve hemen sonrasında Kaddafi’ye yönelik Amerikan askeri harekâtı durdurdu.  Bu arada Esad’ın güçleri onlarca protestocuyu öldürürken, Obama yönetimi neredeyse hiçbir şey söylemedi.

Çoğu Amerikalı için bu utanç verici bir durum. Biz, adaletsiz krallara karşı savaşan isyancı bir millet olarak doğduk. Şimdi ise Başkanı’mız, özgürlüğü için savaşanları desteklemek için sesini çıkartamayacak kadar güçsüz. Kendisi, özgürlük savaşçılarını hem sözleriyle hem de hareketleriyle destekleyen Başkan Kennedy ve Reagan’ın ahlaki cesaretinden yoksun. Bugün artık Amerika, özgür olmak için büyük istek duyan milyonlarca kişiye, daha iyi bir dünya yaratma konusunda liderlik yapamayacağına inanıyor.

Amerikan Yahudileri olarak şu soruyu sormalıyız: Ülkemizin ve Başkan’ımızın bu şekilde mi hareket etmesini istiyoruz? Gelecek nesiller bu sessizliğimiz nasıl yargılayacaklar? Bu hareket, Arap dünyasını tamamıyla değiştiren devrim olabilir. Eğer bizim ahlaki sesimiz yüksek ve güçlü olmaz ise, sonuçları hakkında da şikâyet etme hakkımız olamaz: devam eden baskı, radikal İslamcılığın zaferi veya belki de batının yüzyıllardır faydalandığı liberalizmi kucaklayan, gerçekten demokratik bir Arap dünyası.