Doğal Kaz

Metin BONFİL ŞalomDergi
30 Aralık 2009 Çarşamba

Doğal gaz kullanıcılarına önemli bir haber: yeniden zam geliyor.  Şayet elektrik kullanıyorsanız, evinizde kaloriferle ısınıyorsanız, sanayi tesisinizde doğal gaz kullanıyorsanız, yeniden bir bütçe çalışmanın zamanıdır.  Peki, ne kadar zam gelecek?  Bütçemizi neye göre revize edelim?  İşte o belli değil.  % 5 mi desem, % 50 mi desem...  Her şey olabilir.  

Fakir fukara edebiyatının halen prim yaptığı siyasette, seçilmişler zam yapan bir durumda olmayı hiç sevmezler.  Genelde seçimlerden önce zamlar tümüyle ertelenir, zararlar bir süre finanse edilir.  Gün gelir, bakılır ki, bu mızrak bu çuvala sığmıyor, zamlar ilan edilir.

Enerji konusunda ise kararı siyasilere bırakmamak için, “otomatik fiyatlama mekanizmaları” kabul edilmiştir.  Döviz kurlarında ve uluslararası fiyatlardaki değişimler, belli marjları aştığı takdirde cüzdanımıza kolaylıkla tecavüz edebilmektedir.  Böylece, seçilenler zam yapmanın mesuliyetini kolaylıkla dışarıya havale edebilmektedirler. 

Enerji konusunda herkesçe bilinen gerçek şudur ki, Türkiye’miz birincil enerji kaynakları bakımından neredeyse tamamen dışarıya bağımlı bir durumdadır.  Petrol, doğal gaz, kömür ve LNG’yi ithal etmek dışında bir şansımız yoktur.  Su ve rüzgâr, ihtiyaçlarımızın dörtte birinden azını karşılamaktadır; nükleer enerji ise, on yıllardan fazla bir uzaklıktadır.

Doğal gazın artık hayatımızdaki önemli konumunu bazı rakamlarla hemen görmek mümkündür: Bence en can alıcı gösterge, toplam elektrik üretiminin % 50’sinin sadece doğal gazdan elde ediliyor olmasıdır.   Keza, ithal edilen doğal gaz toplamının % 56’sı elektrik üretiminde kullanılmaktadır.  (Kalan % 44’ün yarısı sanayide, diğer yarısı da konutlarda kullanılmaktadır.)  Doğal gaz dağıtımı için döşenen borular 2000 senesinde 1800 km iken, geçen yıl 11 bin km’yi geçerek, Türkiye’nin 63 ilinde doğalgazı artık vazgeçilemez bir konuma getirmiştir.

Peki, hayatımızın her köşesine girmiş olan doğal gazda dışarıya olan bağımlılığımızın derecesi nedir?

Yüzde 97’dir…

Hâlihazırda senede 36 milyar metreküp doğal gaz tüketen Türkiye, 20-25 yıllık alım anlaşmaları ile Rusya’dan 30 milyar, İran’dan on milyar ve Azerbaycan’dan 6,6 milyar metreküplük alım anlaşmaları imzalamıştır.   2009’da kriz ve zamlar nedeniyle düşen doğalgaz tüketimi hesabı bozmuş ve alınmayan doğal gaz için 700 milyon dolara yakın bir bedelin İran’a ödenmesi söz konusu olmuştur.

Artık net olarak görülmektedir ki, Türkiye’nin doğal gazdaki, dolayısı ile elektrik üretimindeki geleceği, Rusya ile İran’ın iki dudağı arasında bir yerdedir. 

Doğal gaz ithalatının halen % 90’ı zamanında Irak’la aramızdaki boru hatlarını işletmek için kurulmuş olan Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş. (BOTAŞ)  tarafından yürütülmektedir.  1980’lerin sonunda doğalgaz işine de giren BOTAŞ’ın tekel durumu, 2001 senesinde çıkan Doğal Gaz Kanunu’yla son bulmuştur.  Dağıtım konusunda özelleştirme başarıyla gerçekleşmiş olmakla beraber, ithalatta adam gibi rekabet henüz başlayamamıştır.  Buna mukabil, ihaleleri almak için vatandaştan beş ila sekiz yıl boyunca hiç para almamayı göze alan dağıtım şirketleri, bir yandan kendilerine mahkûm olan abonelerin boru döşeme işlerinde kâr marjlarını yüksek tutmakta, diğer yandan da zamlı dağıtım ücretlerini abonelere şarj etmek için gün saymaktadırlar.

Tabiri caizse, doğal gaz kullananlar artık kümese girmiş vaziyettedir.

Dışa bağımlılığın bu denli yüksek olduğu bir ortamda gerek fiyat, gerekse tedarik güvenliği bakımından ‘alternatifsizlik’ söz konusudur.  Buralardaki risklerin artık otomatik zam mekanizmalarıyla bertaraf edilmesi de mümkün değildir.

Ocak 2009’da Ukrayna ile Rusya arasındaki anlaşmazlığın sebebiyle Avrupa’nın bir kısmının donduğu,  Türkiye’nin belli bölgelerine 15 gün gaz verilemediği hatırlanırsa, risklerin ne şekilde ortaya çıkacağını tahmin etmek zor değildir.

Türkiye’nin ve dolayısı ile sanayici ve tüketicilerinin kümesteki kaz durumundan kurtulması ancak çok uzun yıllarda hayata geçirilebilecek strateji ve politikalarla bir ölçüde mümkün olabilecektir.

Bu bağlamda, Yunanistan ve İtalya’ya giden Trans-Adriyatik boru hattı, Azeri ve Kazak petrollerinin Akdeniz’e ve Karadeniz’e bağlanmasını sağlayan Bakü-Tiflis-Ceyhan ve Bakü-Tiflis-Erzurum hatları komşularımız açısından Türkiye’yi kümesteki kaz değil, önemli bir ticaret ortağı olarak görmesine imkân verecektir.  Keza, çok sözü edilen ve Bulgaristan-Romanya-Macaristan üzerinden Avusturya’ya ulaşacak Nabucco ve Mısır gazını Suriye üzerinden ülkemize taşıyacak Arap-Türk Doğalgaz boru hattı da büyük stratejik önem taşıyan girişimlerdir.

Türkiye, doğal gaz rezervleri bakımından zengin komşuları ile ‘sıfır problem’ politikasını başarabildiği ölçüde, gerek enerji güvenliği gerekse ticari kazanımlardan dolayı bugünküne nazaran çok daha güçlü bir duruma gelebilecektir.

Stratejik rezervler, arz güvenliğinin olmazsa olmazlarındandır.  Enerji koridoru olmanın yanı sıra, hâlihazırda sadece 1,9 milyar metreküp olan doğalgaz depolama kapasitesinin ciddi şekilde arttırılması da gerekmektedir.  Henüz bu konuda yatırımların yetersiz olduğu dikkat çekicidir.

Haliyle, içeride elektrik üretimini doğal gaz dışındaki kaynaklardan elde etmek ve enerji verimliliğini arttırmak için geliştirilmekte olan strateji ve politikalar had safhada önem arz etmektedir.

Türkiye bundan on sene sonra gerçekten Avrupa ile Yakın Asya ve Ortadoğu’nun enerji bağlantısı olmayı başarabilirse, doğal gazdaki dışa bağımlılığını komşuları ile gerçekleştirdiği ticaretle dengeleyebilirse,  henüz içi dolmamış olan ‘bölgesel güç’ olma söylemini hayata geçirmiş olacaktır.   

Geçmişte kısır ve kısa vadeli politikalar döngüsüne sıkışan Türkiye’nin enerji alanında 20-30 yıllık stratejik planlarla hareket ediyor olması, bence bir ilktir.

Enerji sektöründeki politikaların akılcı, şeffaf, uzun erimli ve ‘partilerüstü’ bir zihniyetle ele alınması şarttır.  Bu çizgide başarılı olunursa, bundan sonraki zamlara katlanmak daha kolay olacaktır…