Ayşe Kulin’le Nişantaşı’nda

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
27 Nisan 2011 Çarşamba

Gazete baskıya girdiğinde Pesah  bitmiş olacak. Kullandığımız özel kap kacak, mutfak aletleri de yerine kalkacak. Pesah denince bizim geniş ailede ilk akla gelen anneannemin burmuelo tavasıdır. Senelerce annemle yengem arasında paylaşılanalüminyum tavanın özelliği gözlerinin çok derin oluşudur. Onun için orada yapılan burmueloslar  yamyassı değil , top gibi olurlar. Söz konusu kıymetli tava bu sene yengemle bizim ev arasında seyrüsefer yaptı. İşi bitince de eskiden olduğu gibi tel ve arapsabunu ile ovuldu. Zaman içerisinde biraz şekil değiştirdiyse de, ayna gibi oldu. Ve seneye tekrar kullanılmak üzere anneme iade edildi.

Her bayram yazısında artık aramızda olmayan büyüklerimizi anmayı borç bilirim. Aileden olmasalar da, 35 yıl boyunca komşuluk yaptığımız sevgili Eti ve Jak Telvi’nin eksikliğini böyle günlerde daha çok duyumsarım. Mekanları cennet olsun.

***

Ocak ayında Ayşe Kulin’in birbirinin devamı olan Hayat 1941-1964 ile Hüzün 1964-1983 adlı iki kitabı yayınlandı. Piyasada büyük ses getiren kitaplar uzun süre mağazaların ön saflarında, en çok satanlar arasında yerini aldı. Elimde okunacak başka kitaplar olduğundan, almak kısmet olmadı. Fakat kitap giderek merakımı arttırdı. Zira kitabı okuyan birkaç kişiye, ‘Nasıl’ diye sorduğumda tam bir yanıt alamadım. Kimi gülümsedi, kimi ‘çocukluğumun Nişantaşı’sı’ dedi. Bence kendilerini tam ifade edemediler. Ama edindiğim intiba kitapların çok rahat okunabildiği idi. Bunun üzerine hemen Nişantaşı’ndaki kitapçıya girip ‘Hayat’ ve ‘Hüzün’ü satın aldım. Hala en çok okunanlar rafındaydılar. Gerçekten su gibi akıp giden iki kitap. Kimi okurlar bundan ötürü kitabı ‘light’ olarak nitelendiriyorsa da büyük hata. Ayşe Kulin birbirini takip eden bu son iki kitabında öz yaşam öyküsünü irdelemiş. Kanımca  insanın yaşamını kelimelere dökebilmesi bir cesaret işi. Herhangi  bir romanı kurgulamaktan çok daha zor. 1941-1964 yıllarını içeren kitap favorim oldu. Oysa ki, onlar yaşamadığım, tanıklık etmediğim bir dönem. Demek ki, anlatım tarzı merakımı giderebildi. Her iki kitabın bitiminde aile bireylerinin resimlerinden oluşmuş küçük birer albüm var. Birinci kitabın sonundakiler bana özellikle ilginç geldi. Büyükbabalarımızın hatta onların da babalarının olduğu bir dönem. Kadınlar ince belli uzun etekler, kız çocukları saçlarında beş parmak eninde fiyonklar, dedeler ise feslerle. Büyükannelerimin resimleri ile karşılaştırıyorum, Kulin’inkilerden bir farkı yok. Acaba gelecek nesiller bizim için de böyle mi düşünecek?

Velhasıl ben Ayşe Kulin’in son yapıtlarını sevdim. Sıcak karmaşadan uzak bir dil, dönemin tarihi olaylarının vurgulanması, olağanüstü tasvirler, sosyolojik bir yapı… Daha ne beklenir ki! ‘Edebi değil’ diye içinizden geçiriyorsanız yanıtım şöyle: gerçek edebiyat Sabahattin Ali döneminde kaldı.

***

Uzun yıllar önce Neve Şalom, sonra da İtalyan Sinagogu’nda gabay olarak çalışan Leon Esim, şimdilerde cemaate farklı bir şekilde hizmet veriyor. Gömü, vefat ilanlarının gazeteye verilmesi, çelenk temini, minibüs servisi, mum gereksinimi, özetle cenaze öncesi, cenaze ve sonrası için ihtiyaç duyulan her ayrıntı için Esim’e de ulaşabilirsiniz.