Küçük dünya

Eddi ANTER Köşe Yazısı
6 Nisan 2011 Çarşamba

Koca evrenin içinde koskoca dünya amma da ufaktır bazen. Kimisine hayat tesadüflerle doluyken kimisi için de tesadüflere yer yoktur. Her şeyin, olan bitenin bir anlamı vardır. Bu ay, başımdan iki çok ilginç olay geçti.

Bundan 37 sene evvel ilk defa bir kıza aşık olmuştum. O tattığım duygunun aşk olduğunu şimdi anlayabiliyorum. Ellerim terler, kalbim sebepsiz yere küt küt atar, yatar kalkar onu düşünürdüm. Ona gitmek üzere cesaretimi toplamıştım. Hislerimi açmaya karar vermiştim ilk defa bir kıza. “Seni seviyorum” demeye cüret edecektim yeşil gözlerinin içine baka baka… Alt tarafı iki kelimeydi ancak defalarca tekrar edip durmuştum yol boyunca. Evine yaklaştığımda bir başka erkeğin elini tuttuğunu gördüğümde küçük dünyam başıma yıkılmıştı. Sevgilisine durumu izah ettiğimde “Nereden bilelim? Biz birbirimizi seviyoruz,” demişti. O hüsranı ufak bir çocuk kalbinin derinliklerine gömmeyi iyi becerirmiş onu da şimdi fark ediyorum. 

Üstünden bu kadar zaman geçmesine rağmen ben Culya’yı hiç unutmadım. Neredeydi? Kiminleydi? Ne yapardı? Evli miydi? Mutlu muydu? Derken bundan iki ay önce facebook’ta bir arkadaş talebi geldi. Julia Cohen de Ovadia’dan. Bana İspanyol’ca birkaç satır yazmıştı. Kimdir acaba diyerek yanıt verdim.

“Beni hatırladın mı?” diye sordu.

Hiç unutmadım ki diyemedim korkaklığımdan. Oydu. On altı yaşındayken ablası ve ebeveynleriyle Panama City’e yerleşmişler. Toplam üç milyon nüfusu olan bu ülkede yedi bin kişilik bir Yahudi cemaatinin içine girmişler. Evlenmiş ve dört çocuk sahibi olmuş. En acısı da bu arada hiç Türkiye’ye gitmemiş hiçbir Türk’le görüşmemiş olmasıydı. Biraz yazıştık ve sonunda Miami’ye ziyarete geldiklerinde eşlerimizle birlikte bir araya geldik. Karşımda gördüğüm ilk aşkım yani on üç yaşındaki Culya mıydı yoksa yeni ve evli haliyle Julia Cohen de Ovadia mıydı anlamadım. Önemli de değildi. Biraz Türkçe, eşi anlasın diye biraz Ladino dilinde konuştuk. Arada geçen süreyi kapatmaya çalıştık ve bir daha ki sefer Panama’da buluşmak üzere sözlendik. Ondan tek ricam oldu 37 sene daha beklersek ben 87 olacağım ona göre deyip üstü kapalı onu uyardım…

Diğer olaysa çocukluk arkadaşım Vivyan Pinhasi’nin beni aramasaydı. Onunla az da olsa facebook’tan haberleşmiş ancak görüşmeyeli 25 sene olmuştu. İskenderunlu İmir ailesine gelin gitmiş, Brooklyn’de beş çocuğuyla yaşamaktaydı. Bana telefon ettiğinde kızının Fas asıllı bir çocukla evlenmek üzere olduğunu ve kına gecesinin Miami’de yapılacağını söyledi. Kızı 22 yaşındaydı. Vivyan aynı zamanda Şalom yazarlarından Miryam Şulam’ın ablası. ‘Gidelim mi gitmeyelim mi? Tanıdık kimse var mıdır yok mudur?’ derken kendimizi Fas ve Türkiye geleneklerinin içinde hazırlanmış Aventura Lakes’de bir yerde bulduk. Bazı dostluklar araya yıllar hatta çeyrek asır dahi girse bozulmuyor, değişmiyor.

İki tarafın aileleri geleneksel Fas ülkesine özgü entari ve kaftanlar giymiş bir halde bizleri saray gibi dekore edilmiş salona aldılar. Yemek ve içkiyle birlikte Arapça, Türkçe ve İbranice şarkılar eşliğinde kınalar yakıldı, adaklar tutuldu. Bir anne ve babanın kızını evlendirme öncesi ne yaşadığını sormadan edemedim.

“Kızından ayrılmak, onu vermek çok zor” dedi Vivyan. Ben de sordum, bir kitaptan okurcasına, işin aslı kendi kızlarım olduğundan duymak istediğimi henüz duymamıştım…

“Aslında sen kızını vermiyorsun, bir erkek çocuk kazanıyorsun” dedim.

“Hele sen kızlarını evlendir o zaman bana bunu söylersin” dedi.

Tabii ki düşünmeden edemedim. Demek ki bir süre sonra ben de kızlarımı birilerine vereceğim. Eve döndüğümüzde en azından şimdilik bizimle birlikteler ve bizimler diyerek, odalarına gittim, onları doyasıya öptüm, kokladım. Kim bilir sonra belki yapamayacağım diye düşünerek.

Dünyanın neresine gidersen git, bulduğun tüm Yahudilerde ister Türk olsun ister Ortadoğu’nun başka ülkesinden gelsin bir ortak yön, yakınlık ve dostluğu buluyorsun. Araman lazım mı? Sen aramazsan kimse seni hatırlamıyor hatta unutuyor. Boşuna dememişler “Gözden uzak gönülden ırak” diye. O yüzden eski ve yeni tüm arkadaşlıklarım için şükrediyor ve asosyalliğin temel taşı olan facebook’a teşekkürler ediyorum. O olmasa ben ne Culya’yı ne de Vivyan’ı bulamazdım. Çünkü arayan buluyor, bulunmak isteyen bulunuyor.