İki binlilerin üniversite gençliğinden

<p><span>Son dönemde ‘</span><b><i><span>azınlık’ </span></i></b><span>kimliğim üzerine bir saptamam var. Taşıdığım etiket kendini açık belli ediyor. Toplumsal ve tarihsel algılamalar beni fazlasıyla bir noktaya oturtuyor. Yer yer önyargılar, yargılarla karşılıyorum. Bir başka deyişle, düşüncelerinizi, duruşunuzu pek tanımaya çalışmıyor çevreniz. İhtiyaç duymuyor. </span></font></p>

Köşe Yazısı
23 Mart 2011 Çarşamba

David Ojalvo


Üniversiteden mezun olalı iki yılı geçiyor. Fakülteye devam ettiğim yıllarda ‘üniversiteli’ kimliğim üzerine yok denecek kadar az yazdım. Azınlık kimliğim ile üniversiteli kimliğim bir araya gelince, sessiz sedasız mezuniyete uzanan yolda yürümeyi tercih etmişim. “Sesli” olarak neleri söyleme şansım vardı, diye soruyorum kendime. Geride bıraktığımız yıllarda ne gibi farklılıklar olabilirdi? Lise yıllarımda hayal ettiğim üniversite ile bugünkü bakış açım arasında neler değişti?

9-10 yıl öncesine, lise zamanlarıma dönüyorum. Üniversiteli kimliği, büyük görünürdü. Kazanmak için, giderek zorlaşan bir sınavı aşmanız gerekiyordu. Aynı dönemde yaş on sekize vardığı, lisenin kuralcı yapısı gevşeyeceği üzere, bir anlamda özgürleşiyordunuz da. Üniversite, düşünmenin, evrensel değer anlayışının temel teşkil ettiği bir yerdi. Kendini ifade etmeyi, en üst düzeyde simgeliyordu akademik ortam. Bir de bu dönemin ‘tehlikeli’ yönü vardı. Çocukluğumdan beri hafızama kazınmış olan tehlikeli yönü. Siyasetten uzak durulmalıydı, ucundan kıyısından bile yaklaşılmamalıydı ilkin. Siyasete yakınlığınız arttıkça, zarar görme riskiniz vardı. Siyaset, azınlık kimliğimden bağımsız olarak, neredeyse tüm kuşağım için böyle bir yerdeydi. Sonuçta biz, ’80 sonrası kuşağının gençleriydik.

***

Son dönemde ‘azınlık’ kimliğim üzerine bir saptamam var. Taşıdığım etiket kendini açık belli ediyor. Toplumsal ve tarihsel algılamalar beni fazlasıyla bir noktaya oturtuyor. Yer yer önyargılar, yargılarla karşılıyorum. Bir başka deyişle, düşüncelerinizi, duruşunuzu pek tanımaya çalışmıyor çevreniz. İhtiyaç duymuyor. Bir kere ‘Yahudi’siniz ya, üç aşağı beş yukarı konumlandırılmanız zor değil. Bu kimliğin hafızalarda ırksal, coğrafi, ekonomik, politik bir karşılığı var.

Üniversiteye başlarken de, sözünü ettiğim bu saptamam geçerliydi. İlk zamanlarda içten içe bir korkum da vardı: zarar görme korkusu. Sözel düzeyde, hafızamda kalan birkaç olumsuzluk yaşansa da, bu korkum yıllar içinde azaldı. Adımın ve soyadımın neden farklı olduğu sorusundan yola çıkarak, kendimi, kimliğimi anlatabildiğim kadar anlatmaya çalıştım.

Fakültemde çevremi gözlemeyi tercih ettim çoğu zaman. Kim, ne ölçüde siyasetle iç içeydi; bu soruyu cevaplayamam. Ülkemizin dört bir yanından bir araya gelen tıp fakültesi öğrencileriydik ve ders yükümüz ağırdı. Görebildiğim, küçük bir arkadaş grubumuzun açık bir siyasi görüş/tavır ortaya koyduğuydu.

Kendi adıma, kitap ve gazete okumaya, yazmaya gönül verdim. Bir dönem sivil toplum alanında çalışmalara katıldım. Panelleri takip ederek, kültür-sanat etkinlikleriyle değerlendirdim serbest zamanımı. Ressam/sanatçı Ekrem Kahraman’ın atölyesine gittim üniversitedeki ilk yıllarımda. Onunla sohbetlerimizin bana katkıları büyük.

Altı yıl süresince, asistan ağabey ve ablalarımı, hocalarımı tanıdım. Öğrenciydik, geleceğimizi düşünüyorduk. Altı yıl içindeyse akademiye inancım hatırı sayılır bir kayba uğradı. Bilim ve siyasetin ilişkisi sandığımdan çok daha kötüydü, kötüye gitti, daha da kötüye gidiyor. Bu süreçte en büyük tanıklığımsa, bilim aşkının bir anlamda “siyasetin gölgesini, bu açıdan yıpranmayı” da göze almak demek olduğu.

***

Yakın bir gelecekte, yeni bir üniversite dönemine başlıyorum. Ara sıra üniversitedeki öğrenci arkadaşlarımla karşılaşıyor, tanışıyorum. Bir mezun olarak, onları eleştirme şansım var mı veya herhangi bir öneride bulunmak? Şimdi, ancak üniversite hakkındaki düşüncelerimi yazabiliyorum. Mesele bir an önce mezun olup, iş yaşamına atılmak mı? Belki de en iyi cevapları, yakın zamanda televizyonda izlediğimiz görüntüler veriyor.

Derslerimizdeki başarının, hayattaki başarıya eşdeğer olmadığı çok kez söylendi bize. Akademik programı ve başarıyı bir kenara koyarsak, günümüzde üniversitenin hayat adına verdiği en büyük ders ne? Ne olmalı? ’80 sonrası kuşağı, ’90’ların ve 2000’lilerin tüketim toplumu derken 2010’lularda nereye gidiyoruz?...