Bu hafta ağımıza takılanlar...

Antisemitizm kavramını birçok yasada görmeniz mümkün. 2. Dünya Savaşı sonrası Yahudi düşmanlığının yasaklayan yasalar ve soykırımının bir daha oluşmaması için Yahudi düşmanlığını kontrol edebilmek amacı ile yasal düzenlemeler yapılmış ve yaşamın her alanda uygulamalara geçilmiştir. Antisemitizm kavramı batıda, bütün yasal düzenlemelerin temelinde yerini almıştır, çünkü onlar yaşadıklarının bir daha yaşanmamasını devletler nezdinde istemektedir. Bu bir vicdan borcudur. İsmail Cem ÖZKAN

İzak BARON Diğer
15 Aralık 2010 Çarşamba

Güncel

"BİZ TÜRK MUSEVİLERİ"...

Ah be Soli Özel!...

Bu kadar cehalet de herhalde ancak bu kadar eğitimle olur...

Nereden çıkardın şimdi DiCaprio'nun Yahudi olacağını?...

Bu nasıl gazetecilik?

Okura hiç mi saygınız yok?

Hele sen bunu nasıl yaparsın?

Senden ne kadar Türk olursa, DiCaprio'dan da o kadar Yahudi olacağını bilmez misin?...

Haaa...

Dersen ki "ne mutlu Türk'üm!"...

O zaman da bir ırktan değil, bir milletten söz etmiş olursun...

Nitekim Hahambaşı İzak Haleva'nın en çok sevdiğim söylemlerinden biri, cemaatten söz ederken, "Biz Türk Musevileri" deyişidir...

Dikkat!..

"Türkiye Musevileri" değil...

"Türkiye Yahudileri" değil...

"Türk Yahudileri" ise hiç değil...

"Biz Türk Musevileri"...

Adnan Berk Okan

http://www.gazeteciler.com/medya-kosesi/soli-ozel-boyle-bir-hatayi-nasil-yapar-26572h.html

YAHUDİLERİN HEP İKİ İSİMLERİ OLMUŞTUR, SİNAGOGDA KAYITLI OLAN VE RESMİ DAİRELERDE KAYITLI OLAN ŞEKLİNDE

Antisemitizm kavramını birçok resmi yazışmada ve yasalarda görmeniz mümkündür. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan ortam içinde, Yahudi düşmanlığının yasaklayan yasalar ve Yahudileri küçük gören, hakaret eden yasalar ve düzenlemeleri ortadan kaldırmayı amaçlayan ve Yahudi soykırımının bir daha oluşmaması için toplum içinde Yahudi düşmanlığını kontrol edebilmek amacı ile yasal düzenlemeler yapılmıştır. Ve bu düzenlemelere uygun olarak ise; eğitimden sağlığa kadar yaşamın her alanda uygulamalara geçilmiştir.

Antisemitizm kavramı batıda yer alan bütün yasal düzenlemelerin temelinde yerini almıştır, çünkü onlar yaşadıklarının bir daha yaşanmamasını devletler nezdinde istemektedir. Bu bir vicdan borcudur ve bu borç pozitif ayrımcılık ile yerini almıştır.

Bizim gibi ülkelerde ise Yahudi düşmanlığı başka boyutlarda geliştirilmiştir ve uygulanmıştır. Yahudi olanların Yahudi isimler alması bu Cumhuriyet rejimi içinde yasaklanmıştır, bugüne kadar da o isimleri kullanmaları ne yazık ki yasalar nezdinde gerçekleşememiştir. Yahudilerin hep iki isimleri olmuştur, sinagogda kayıtlı olan ve resmi dairelerde kayıtlı olan şeklinde. Sadece Yahudiler mi, elbette bu ayrımcılık ve asimilasyon politikası birçok kültür içinde yerini almıştır. Tek dil, tek din, tek kültür yaratma mücadelesi sonucunda ulusal sermaye yaratma süreci bu asimilasyon politikalarının boyutlarını değiştirmiştir. Bazıları yasalar ile düzenlenirken, bazıları yasaların yan etkileri ile yerine getirilmiştir.

İsmail Cem Özkan

http://www.acikgazete.com/yazarlar/ismail-cem-ozkan/2010/12/06/pozitif-ayrimcilik-icin-neden-tek-adim-atilmaz.htm?aid=38627

İSRAİL, ORTADOĞU KURTLAR SOFRASINDA PEK YALNIZ. "ASLAN GİBİ" SES VE GÖRÜNTÜ VERİYOR AMA GÜCÜNÜN SINIRLARI BELLİ

Şu ana kadar İsrail bu iki talebi de reddetti. Ama açık ki her ülkenin yönetimi de aralarındaki soğukluktan hoşnut değil. Türk-İsrail sürtüşmesi, ABD'ye Türkiye'ye pek yararlı olmayacak biçimde yansıyor. İran'ın nükleer programına karşı çıkan Avrupa Birliği (AB) de bir Türk-İsrail zıtlaşmasından yana değil. İsrail, Ortadoğu kurtlar sofrasında pek yalnız. "Aslan gibi" ses ve görüntü veriyor ama gücünün sınırları belli. Türkiye gibi bölgesel bir müttefiki kaybetmesinin risklerini biliyor.

Bu durumun bilincinde olan her iki hükümet de zararın onarılmasından yana gözüküyor. Netanyahu'nun, Erdoğan'a, "Önümüzdeki günlerde aramızdaki ilişkililer konusunda önerilerde bulunabilirim" dedikten sonra "Hayırlısı" yanıtını alması, resmi olmayan (kayıpların ailelerine) insani bir özür ve nakdi yardımın uzak olmadığını düşündürüyor. Bu da hiç fena olmaz. Bundan sonra her ülkenin yöneticilerinden benzer hasarlara yol açmamaları için daha dikkatli olmaları beklenir.

Doğu Ergil

http://bugun.com.tr/kose-yazisi/131638-ates-buzu-eritti-mi-makalesi.aspx

BİR ETNİK YA DA DİNİ GRUBU KÖTÜLÜKLERİN ANASI OLARAK GÖRMEK VE KİTLELERE HEDEF GÖSTERMEK BÖYLE SİYASİ EĞİLİMLERİN BESLENMESİNİ, GÜÇLENMESİNİ SAĞLAR, NAZİ DÖNEMİ ALMANYA'SINI AKLIMIZDAN ÇIKARMAMAMIZ GEREKİR

İnsanların başlarına gelen her türlü kötülüğün, belli bir dini ya da etnik gruptan kaynaklandığını düşünmelerine toplumsal paranoya diyoruz.

Örnekleri de genellikle bizim coğrafyadan veriliyor.

Yunanlılarda böyle bir Türk paranoyası güçlüydü mesela. Gerçi giderek etkisi azalmış gibi görünüyor ama bu ülkede belli bir çevre hâlâ Yunanistan'ın başına gelebilecek her şeyi Türkiye'den biliyor.

Araplarda da benzer bir Yahudi paranoyası vardır. Arap ülkelerinde her kötülüğün ardında Yahudi ve İsrail parmağı aramak ve bulmak temel bir davranış biçimidir.

Bizde de bu tür paranoyalar vardır. Olumsuz dış gelişmelerin arkasında Rum, Ermeni ve Yahudi lobilerinin parmağını aramak alışkanlık haline gelmiştir.

Böyle toplumsal paranoyalar, önünde sonunda ırkçılığa dönüşür, bunu kullanmak isteyen siyasi eğilimlerin varacağı yer de faşizmdir.

Bir etnik ya da dini grubu kötülüklerin anası olarak görmek ve kitlelere hedef göstermek böyle siyasi eğilimlerin beslenmesini, güçlenmesini sağlar, Nazi dönemi Almanya'sını aklımızdan çıkarmamamız gerekir.

WikiLeaks belgeleri ile ilgili AKP sözcülerinin söylediklerine bakılacak olursa, onun arkasında da İsrail ve Yahudi parmağı var.

Cumhurbaşkanı da öyle düşünüyor, bazı bakanlar da, Başbakan'ın danışmanı da!

WikiLeaks belgelerinin sızdırılması, AKP hükümetine karşı girişilmiş bir psikolojik harekât olarak tanımlanıyor!

Bilinçaltlarındaki Yahudi düşmanlığı bir politika haline geliyor, belgeler karşısında düşülen zor duruma karşı savunma, bir karşıtlık üzerine kuruluyor.

Türk halkının belgelerin tümünü okuyabilmesine elbette olanak yok. Bundan yararlanmak isteniliyor.

Oysa belgelerin tümünü görenler biliyorlar ki bu belgelerin açıklanması, diplomaside artık şeffaflığın olmasını isteyen yeni bir akımın sonucu. Kapalı kapılar ardındaki gizli pazarlıklar ile halkların kaderleriyle oynanmasına bir isyan bu!

Bu yönüyle bakarsak elbette belgeler AKP hükümetine de karşı. Ama aynı nedenlerle ABD, Fransa, İngiltere, Rusya, İtalya ve daha birçok ülke hükümetlerine de karşı.

Toplumsal paranoyayı körükleyerek belgelerin etkisini zayıflatma çabası belki geçici olarak işe yarayabilir ama kaçınılmaz sonu da durduramaz.

Mehmet Y. Yılmaz

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=16466147&yazarid=148&tarih=2010-12-07

ANCAK BAŞTAKİ BASİT DENKLEMİ UNUTMAMAK GEREK: ORTADOĞU BARIŞI İÇİN İSRAİL'İN GÜVENLİĞİNİN SAĞLAM GARANTİLERE BAĞLANMASI GEREK

Türkiye, esasen Ortadoğu barış denklemi içinde Suriye'yi İran'dan biraz olsun uzaklaştırmaya, bu ülkeyi uluslararası toplumun normal bir üyesi yapmaya çalışıyor.

Başarılı olur mu Türkiye? Umarım. Denemeden bilemeyiz.

Peki Amerikalıların anladığı bu çabaları İsrailliler anlamaz mı? Elbette anlarlar. Türkiye, sonuçta İsrail'in güvenlik çıkarlarını da korumaya çalışıyor.

Ancak burada İsrail'in ve Amerika'daki Yahudi lobisinin kafasını karıştıran, onların Türkiye'ye güvensizlik duymaya başlamasına neden olan bir şey var: Hamas görüşmesi.

Bu görüşmenin bir hata olup olmadığını anlamak için daha zamana ihtiyaç var ancak İsrail'in uzun vadeli güvenlik çıkarları konusunda esas büyük hatayı İsrail'in kendisi yaptı, tam da dolaylı İsrail-Suriye görüşmelerinin ortasında Gazze'ye insafsızca saldırarak Türkiye'yi de kaybetti. Mavi Marmara olayı bu kaybetmeyi iyice resmileştirdi.

Türkiye'nin İsrail'le arasına mesafe girmesiyle Türkiye'nin ekseninin kayıp kaymadığının Amerika'da konuşulur olması arasındaki senkronizasyon herkesin malumu.

Şimdi gelinen noktada, Türkiye'nin İran'ın nükleer silah sahibi olacak olmasını açıkça kınamaması, eleştirmemesi de dahil pek çok başka yan konu var gibi gözüküyor Türk-ABD ve Türk-İsrail ilişkilerini zorlaştıran, bu ilişkilerin doğasını zorlayan.

Ancak baştaki basit denklemi unutmamak gerek: Ortadoğu barışı için İsrail'in güvenliğinin sağlam garantilere bağlanması gerek.

Türk dış politikasının Ortadoğu adımlarını bu açıdan izlemek gerek: Orta-uzun vadede İsrail'in güvenliğine yarar mı, yaramaz mı?

Eksende kayma olup olmadığını o zaman konuşuruz.

Bana göre 60 yıllık eski eksen hâlâ yerinde duruyor.

İsmet Berkan

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=16465335&yazarid=386&tarih=2010-12-07

İSRAİL, TÜRKİYE'YE ORANLA DAHA ZORDA

Türkiye-İsrail ilişkilerine dair bir takım gerçekler, Karmel Dağı’nda yangın çıkması, Türkiye'nin “insani yardımı”, İsrail Başbakanı'nın ilişkileri düzeltme fırsatını değerlendirmesi ile değişecek türden olmayan bazı özellikler taşıyor:

1. Türkiye ile İsrail'in Ortadoğu'daki “siyasi pozisyonları” örtüşmüyor, çelişiyor.

2. Bunca yıl, bölgede Amerika'nın “evlad-ı manevi”si olarak davranan İsrail'in, Türkiye'yi “bölgesel güç” olarak sindirmesi ve Türkiye'ye ilişkin olarak kendisini “ikincil rol”e indirgemek gerektiğini kavraması gerekiyor. İsrail, bölge siyasetini bu noktaya ulaştıramaz ise, Türkiye ile çelişkileri her zaman “sürtüşme boyutu”nda canlanacaktır.

Türkiye'nin İsrail ile “sürtüşmesi”, Washington'a –Yahudi lobisi üzerinden- yansımış ve Türkiye-ABD ilişkilerinde sorunlara yol açmıştır ama İsrail'i de uluslararası politikada ve bölgede ciddi bir “tecrit”in içine sürüklemiştir.

Türkiye, 2010-2011 itibarıyla Washington ile ilişkilerini “sorunlu” yaşamayı kaldırabilir ama İsrail, Türkiye'yi de yitirerek, “uluslararası tecrit”i daha az kaldırır.

Cengiz Çandar

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=16466433&yazarid=215&tarih=2010-12-07

TÜRK-İSRAİL İLİŞKİLERİNİN ESKİ SİYASİ VE STRATEJİK BOYUTLARINI TEKRAR KAZANMASI DAHA UZUN ZAMAN MÜMKÜN OLMAYABİLİR

Kuşkusuz Mavi Marmara krizini geride bırakacak bir anlaşmaya varılması, ilişkilerin “normalleşmesi” yolunu açacaktır. Bu arada Türkiye İsrail’e yeni büyükelçisini gönderecek, daha sonra iki ülke arasında temaslar başlayacaktır.

Ancak Türk-İsrail ilişkilerinin eski siyasi ve stratejik boyutlarını tekrar kazanması daha uzun zaman mümkün olmayabilir. Çünkü iki tarafta da bugünkü hükümetlerin izlediği politikalar, -başta Gazze sorunu olmak üzere- birçok konuda, birbirine ters düşüyor.

İki taraf şimdi barışabilir, ama ilişkilerin yeniden canlanması için, bu politikalar arasında daha ince bir ayarın yapılması ve retorikte de daha farklı bir üslubun kullanılması gerecek.

Sami Kohen

http://www.milliyet.com.tr/israil-ile-barisma-sureci/sami-kohen/dunya/yazardetay/08.12.2010/1323619/default.htm

'BARIŞ' İSRAİLLİLER İÇİN 'BEŞİNCİ' DERECEDE ÖNEM TAŞIYOR BUGÜN...

Herkesin "Oldu, bitti" gözüyle baktığı bir gelişmeye kuşkuyla yaklaşmamın iki ciddi sebebi var: İsrail halkı için 'barış' eskisi kadar önem taşımıyor ve İsrail Ak Parti iktidarına sahip Türkiye'nin kıymetini yeterince değerlendirebilecek siyasiler tarafından yönetilmiyor...

İsrail'in devlet olarak, Musevi halkının da ulus olarak bugüne kadar en fazla eksikliğini hissettiği 'güvenlik' konusunda 'anahtarı' elinde tutan ülke Türkiye... Adil ve kalıcı bir barış sonucu güvenilir sınırlara sahip bir ülkeye dönüşmek istiyorsa İsrail, bunun yolu, Türkiye'nin sunduğu imkânların kullanılmasından geçiyor.

TIME dergisi son İsrail-Filistin barış görüşmeleri başladığında çıkan sayısının (13 Eylül 2010) kapağından, İsrail'in barış yapmak diye bir derdi olmadığını dünyaya duyuruverdi. Bir kamuoyu yoklamasında yöneltilen "Sizin için en önemli sorun nedir?" sorusuna, İsrailli Yahudilerin yalnızca yüzde 8'i, 'Filistinliler ile barış' şıkkını işaretlemiş... 'Barış' İsrailliler için 'beşinci' derecede önem taşıyor bugün...

Fehmi Koru

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=25212&y=FehmiKoru

İSRAİL, ONTOLOJİK AÇIDAN KENDİ VARLIĞINI "BİZ DÜNYANIN KOCAMAN BİR ÖZRÜYÜZ. ÖZÜR, ÖZÜR DİLEMEZ" MANTIĞIYLA İZAH EDİYOR

Sahi İsrail, gerçekten Türkiye Cumhuriyeti'nden özür diler mi?

Kamuoyuna yansıyan bilgiler, diplomatların Cenevre'de yaptığı görüşmelerde en fazla bu konu üzerinde durduklarını gösteriyor.

Neden?

Çünkü ‘özür’ İsrail Devleti’nin kitabında olmayan bir kavram...

Bağımsızlığını ilan ettiği 1948 yılından beri İsrail'in ‘devlet’ olarak, Türkiye ile İsrail arasında alçak koltuk krizine sebep olan Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Ayalon'un yaptığı gibi ‘kişisel özürleri’ hariç tutarsak, herhangi bir devletten ya da milletten özür dilediği vaki değil.

Bu yüzden...

Özür dilemek varlık sebebine de aykırı...

İsrail, ontolojik açıdan kendi varlığını "Biz dünyanın kocaman bir özrüyüz. Özür, özür dilemez" mantığıyla izah ediyor.

Yani...

Kendi varlık meşruiyetini soykırım günahının Batı'da oluşturduğu suçluluk hissiyatına dayandırıyor.

Dolayısıyla, varoluşunu Yahudi halkına duyulan özür borcuna borçlu...

Bu devlet özür diler mi?

Türkiye için İsrail'den beklenen özür, bir ahlakî ve hukukî beklentiden ibaret.

İsrail açısından ise bu özür varoluşsal bir anlam taşıyor. Onların kanaatine göre özür dileyen bir İsrail Devleti aslında varlık temelini sarsmış bir devlettir artık.

Özür konusunda İsrail'in açmazı olan bir diğer husus ise İsrail Ordusu'na biçilen misyonla ilgili...

Silahlı kuvvetler, İsrail vatandaşlarının nezdinde sütten çıkmış ak kaşık durumunda.

Yani...

Ordunun hata yapması mümkün değil.

O halde...

Silahlı kuvvetlerin gerçekleştirdiği bir operasyondan dolayı birilerinden özür dilenmesi, ordunun "hata" yaptığını devletin baştan kabul etmesi anlamına gelecektir.

Bu ise İsrail açısından kolayca hazmedilecek bir durum değil.

Mehmet Yılmaz

http://bugun.com.tr/kose-yazisi/131842-israil-ozur-diler-mi-makalesi.aspx

ORTADOĞU’NUN GERİ KALANI İÇİNSE ŞEYTAN, İSRAİL’İN TA KENDİSİ

Dedim ya, herkesin bir şeytanı var. İsraillilerinki de İran.

Ortadoğu’nun geri kalanı içinse şeytan, İsrail’in ta kendisi. WikiLeaks tezviratının arkasında da o aranıyor. Şarm el-Şeyh’te bir Alman turisti öldürüp 3 Rus’u yaralayan köpekbalıklarını da İsrail göndermiş zaten.

Ciddiyim; Mısır’ın Güney Sina Valisi General Abdulfadıl Şuşa açıklamış. Menfur saldırıların faili katil balıklar, İsrail tarafından yerleştirilen çipler sayesinde gizli görevle Mısır’a yollanmış. Söz konusu gayrinizami operasyonun amacı, Mısır turizmine ve ekonomisine darbe vurmak olabilirmiş.

Gerisi artık aklın alamayacağı ama kör olası paranoyanın bir çırpıda yuttuğu ihtimallere, senaryolara kalıyor. Mossad, özel eğitimli suikastçı balık timlerini Mısır’ın üzerine salıyor. İran, orman yakmakta ustalaşan has ajanlarını İsrail’in içine sızdırıyor.

Açılış yapıldı; ya İran’dır, ya İsrail yahut Amerika.

Müzayedemiz, hayal gücüne güvenen herkese açık; yok mu arttıran?

Bence emperyalizmdir, emperyalizm!

Akif Beki

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1031799&Yazar=AKİF

TÜRKİYE BİR YANDAN GAYET GERÇEKÇİ DAVRANARAK KENDİ DİPLOMASİSİNİN ÖNÜNE OLMADIK ŞEKİLLERDE ENGEL ÇIKARAN BU MESELEYİ ÇÖZMEK İSTİYOR

Cenevre'de aranan, bu yumuşamayı nisbi bir normalleşmeye taşımayı sağlayacak sihirli formüldür. İsrail'e "Aslında özür dilemedim" diyecek esnekliği, Türkiye'ye de "İşte özür dilettim" deme rahatlığını sağlayacak formül bulunursa yeni bir düzleme çıkılacak ilişkilerde.

Ankara ve Tel Aviv arasındaki bölgesel vizyonların çatışması sorunu gene de halledilmiş olmayacak. Birlikte yaşamanın farklı bir formülünü bu şartlarda bulmak zorunda kalacaklar. Bir uzlaşma gerçekleşmezse Türkiye kendi vizyonu için gerekli manevra alanından da mahrum kalacak.

Yalnız ortada bir başka sorun var. Türkiye bir yandan gayet gerçekçi davranarak kendi diplomasisinin önüne olmadık şekillerde engel çıkaran bu meseleyi çözmek istiyor. Bu amaçla İsrail ile görüşüyor. Öte yandan içeride gene İsrail düşmanlığını körükleyecek yani Cenevre konuşmalarını da zora sokabilecek bir kampanya yürütülüyor. Wikileaks belgeleri üzerinden.

Kamuoyu Cumhurbaşkanı Gül'den, Başbakan Erdoğan'ın en aklı başında danışmanlarına, dil bilmeden dünyayı çözüvermeyi beceren siyasetçilerden televizyon tartışmalarının gediklilerine kadar dört koldan çapraz ateşe maruz kalmış durumda.

Soli Özel

http://www.haberturk.com/yazarlar/579230-bu-ruh-haliyle-dunya-devleti-olunmaz

İSRAİL ÖYLE SİHİRLİ BİR REÇETE ARIYOR Kİ HEM TÜRKİYE İLE ARASINI DÜZELTECEK HEM DE FİLİSTİN-İRAN-SURİYE ÇİZGİSİNDEKİ POLİTİKALARININ MEŞRUİYETİNİ KORUYACAK

Türkiye, "resmi özür dilenmesi, tazminat ödenmesi ve Gazze ablukasının kaldırılması"nda ısrar ederse, İsrail tarafının bu üç hamleyi aynı anda yapması, çıkmaza işaret ediyor. "Özür tonu, İsrail'in kendini inkârı anlamına gelebilir" mesajı veriliyor. Tamamıyla ‘güvenlik’ konsepti üzerine kurulmuş devlet yapısı ile İsrail, Mavi Marmara baskını için ‘resmi özür’ dilemesi halinde, terörle mücadele tezinin zayıflayacağını savunuyor. Bir başka ifade ile Hamas'ın seçimlere girmesine ve siyasi kimlik kazanmasına kapı aralayan İsrail yönetimi, kendince terörist ilan ettiği Hamas'ın kimlik değiştirmesine fırsat tanımıyor. Hatta bir adım ileri giderek İran üzerinde artan küresel baskının İsrail'in temel politikaları ile örtüştüğünü görüp, ‘kapsamlı özür’ dilemesi halinde Tahran'a karşı elinin zayıflayacağını öne sürüyor.

Hal böyle olduğu için özür metninde kullanılacak dil, İsrail bakımından iki yönlü önem kazanıyor:

1- Ortadoğu'daki, askeri pozisyonunu zayıflatmayacak, mevcut politikalarını sürdürebilir kılacak bir formül.

2- Ankara'nın, özür mutabakatını gerek iç, gerekse bölgesel siyasette İsrail'in yenilmez imajını zedeleyecek şekilde kullanmaması.

Yani, İsrail öyle sihirli bir reçete arıyor ki hem Türkiye ile arasını düzeltecek hem de Filistin-İran-Suriye çizgisindeki politikalarının meşruiyetini koruyacak. Ankara'nın, birbirine endeksli beklentileri karşısında ya İsrail değişecek ya da vaziyet hemen değişmeyecek!

Okan Müderrisoğlu

http://sabah.com.tr/Yazarlar/muderrisoglu/2010/12/09/israilde_eksen_kaymasi

TARİH BİR YOL GÖSTERİCİYSE, YAHUDİLER'İN TÜRKİYE'YE 'TEŞEKKÜR BORCU' OLDUĞUNDAN SÖZ EDİLEBİLİR ANCAK

Avrupa tarihi Yahudi kanıyla sulanmış bir tarihtir.

İsrail bu gerçek üzerine politikalar üretiyor ve insanlığın kendilerine sürekli 'özür borcu' olduğu düşüncesiyle hareket ediyor. İsrailli ve İsrailli olmayan Yahudiler'in refleksleri de bu tarihi gerçek üzerine oturuyor.

Unuttukları şu: Yahudi kıyımı günahını işleyenler arasında bizler yokuz. Türkiye de yok, İslâm coğrafyasında yaşayan toplumlar da... Tarih bir yol göstericiyse, Yahudiler'in Türkiye'ye 'teşekkür borcu' olduğundan söz edilebilir ancak.

Özür dilemede zorlanmanın, İsrail için, Türkiye söz konusu olduğunda hiçbir reel gerekçesi bulunmuyor. İsrail askerlerinin öldürdüğü dokuz Türk için İsrail hükümeti 'özür' dilediğinde, biz bunu, "Geçmişteki iyi davranışlarınız için teşekkür ederiz" mesajı olarak anlamaya da hazırız.

Mavi Marmara gemisine saldırma emriyle dokuz Türk'ün öldürülmesine sebep olduğu için İsrail hükümeti özür dilemeyi daha fazla geciktirmese iyi olur. Özürde gecikilen her gün yapılanın vahametini daha da büyütüyor çünkü.

Fehmi Koru

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=25246&y=FehmiKoru

BİR GÜN YAHUDİLER İSRAİL'DEN BAHSEDERKEN SIRADAN BİR ÜLKEDEN BAHSEDER GİBİ KONUŞABİLECEKLER Mİ?

Siyonizm, Yahudi halkının anormal bir halk olduğu düşüncesinden yola çıkmış bir normalleşme hareketiydi. Ancak kendi süreci içinde anormal tasavvurlar, anormal korkular, anormal beklentiler oluşturdu. Bir gün Yahudiler İsrail'den bahsederken sıradan bir ülkeden bahseder gibi konuşabilecekler mi? "Ama bizim özel bir durumumuz var"larla başlayan cümleler kurmaktan vazgeçebilecekler mi? İsrail'in varlığını tanıyan ülkelere bir de kendilerini ‘Yahudi devleti’ olarak tanıma şartı koymaktan vazgeçebilecekler mi? Hata yapınca özür dileyip, ertesi gün de, "ne yapalım, herkes hata yapar" rahatlığıyla yaşayabilecekler mi? İsrail'in varoluşsal geleceğiyle asıl alakalı olan sorular bunlardır. Çünkü tabiat anormallikleri dışlar.

Kerim Balcı

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1063264&title=israile-ozur-diletmek

İSRAİL’İN MEVCUT YÖNETİM ANLAYIŞIYLA, HATTA DEVLET YAPISIYLA BİR ADIM DAHA GİDEMEYECEĞİNİ SAVUNUYORUM

Yeri gelmişken; başından itibaren Wikileaks belgelerinin arkasında İsrail’in olduğu yönündeki tezlere itiraz ettim. Çünkü belgelerle işaret edilen değişim sürecinin, bizzat bugünkü İsrail’i de içine aldığını düşünüyorum. Başka bir ifadeyle, İsrail’in mevcut yönetim anlayışıyla, hatta devlet yapısıyla bir adım daha gidemeyeceğini savunuyorum.

Ülke olarak Wikileaks belgelerinde hayli geniş yer tutmamıza rağmen, malum alışkanlıklarımız yüzünden olup biteni hafife aldık. Hala da aynı tutumu sergiliyoruz. Oysa belgelerin başından itibaren söylediği bir tek gerçek var.

Bir yeni dünya düzeni şekilleniyor ve herkes bir şekilde bununla uyum sağlamaya davet ediliyor.

Nasuhi Güngör

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/nasuhi-gungor/israil-ozur-ve-turkiye-314961.htm

BU ÇİZGİYİ, “İSRAİL İÇİN, İSRAİL’E RAĞMEN” ŞEKLİNDE FORMÜLLEŞTİREBİLİRİZ

Olayların iç yüzünü kavrayabilmek için bir miktar geriye gidelim. Tayyip Erdoğan, Obama’nın Amerikan Başkanı seçilmesiyle birlikte, “Davos Siyaseti” olarak isimlendirebileceğimiz bir çizgide siyaset yapmaya karar vermiş ve İsrail’le ilişkileri germeye başlamıştı.

Davos siyasetini iki noktada özetlemek mümkün. Birinci nokta, İran’ın nükleer silah faaliyetlerini ‘önleyici savaş’la değil diplomatik yollarla engelleme düşüncesidir; AKP hükümetinin, uranyum takas anlaşmalarındaki ısrarı ve BM toplantısında İran’ı kınama kararına karşı kullandığı ‘hayır’ oyu, bu düşüncenin gereğidir.

İkincisi, İsrail-karşıtı söylemlerle, İran’ın Arap dünyası üzerindeki etkisini kırma taktiğidir. İran’ın ve İsrail’in karşılıklı olarak birbirlerini “haritadan silmek” istediklerini biliyoruz; dolayısıyla, İran’ın geriletilmesinden en çok İsrail’in memnun olacağı açıktır. Bu çizgiyi, “İsrail için, İsrail’e rağmen” şeklinde formülleştirebiliriz.

Bununla beraber, AKP hükümetinin Davos siyasetini Obama’nın kabul edemeyeceği sınırlara taşıdığı açıktır; Erdoğan’ın İran’ın nükleer silah yapma amacı taşıdığına ilişkin iddiaları ‘dedikodu’ olarak kestirip atması ve doğrudan doğruya İsrail’in nükleer gücünü sorgulamaya başlaması, Amerikan yönetimi açısından, tam bir ölçüsüzlüktür. Son zamanlarda Erdoğan’ın bu aşırılıklarının Obama’yı bile zor duruma soktuğu tahmin edilebilir.

Sait Çakır

http://odatv.com/n.php?n=erdogan-israile-ucagi-wikileaks-yanginini-sondurmek-icin-mi-gonderdi-0612101200

TÜRKİYE’NİN 11 EYLÜL’Ü OLSA OLSA İKİ SİNAGOGA, HSBC BANK’IN GENEL MÜDÜRLÜĞÜNE VE İNGİLİZ KONSOLOSLUĞU’NA ART ARDA YAPILAN SALDIRILARIN OLDUĞU GÜNDÜR.

“Sıfır sorun” diye bir şey olmayacağını sonunda anlayan Dışişleri Bakanımız Davutoğlu’nun bir demecini okudum dün. Davutoğlu, “Mavi Marmara, Türkiye’nin 11 Eylül’üdür” buyurmuş. Şaşırdım.

Arada ne gibi bir benzerlik var çözemedim.

Türkiye’nin 11 Eylül’ü olsa olsa iki sinagoga, HSBC Bank’ın genel müdürlüğüne ve İngiliz Konsolosluğu’na art arda yapılan saldırıların olduğu gündür.

11 Eylül’le bir bağlantı kurulacaksa böyle kurulur.

O sırada orada bulunmaktan, yoldan geçmekten veya ibadet etmekten başka hiçbir günahı olmayan 61 kişi bu saldırılarda hayatını kaybetti, en az 647 kişi de yaralandı.

İçlerinde sanatçılar, çoluk çocuk, kadın herkes olan 61 ölü, 647 yaralı.

Bunlar ne bir protesto eylemi yapıyordu, ne bir yere gazaya gidiyordu, ne de risklerini bile bile bir yolculuğa çıkmışlardı.

Ama öldüler, öldürüldüler.

Türkiye’nin 11 Eylül’ü o gündür, eğer ille bir 11 Eylül’ümüz olacaksa.

Başka gün değil.

Dışişleri Bakanımız beni pek kaale almaz, bana bir açıklama yapmaz biliyorum.

Yazdıklarımdan dolayı bana kızgın olduğunu biliyor, kendi bakış açısıyla da hak veriyorum.

Ama bu saldırıların değil de, neden Mavi Marmara saldırısının 11 Eylül olduğunu anlatırsa sevinirim.

Öğrenmek için yeni kitabını bekleyecek kadar vaktim yok.

Fatih Altaylı

http://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli/579094-ne-alakasi-var-anlamadim

MAVİ MARMARA OLAYININ DA SARSICI ETKİSİ OLDU AMA 11 EYLÜL’LE KIYASLANACAK GİBİ DEĞİL

Mavi Marmara saldırısı ile 11 Eylül saldırılarının benzetilmesi biraz yersiz ve çok abartılmış bir benzetmedir. Duyduğumda çok şaşırdım, çünkü Davutoğlu kelimelerini iyi seçen, açıklamalarında denge gözeten bir kişidir. 11 Eylül olayını teröristler yapmıştır ve Amerika’daki sivilleri hedef almıştır. O çok sarsıcı bir olaydı ve meydana geliş şekliyle tarihte bir ilkti. Mavi Marmara olayı ise çok farklı bir olay, Sayın Bakan kusura bakmasın 11 Eylül bütün dünyayı sarsan bir olaydır. Mavi Marmara olayının da sarsıcı etkisi oldu ama 11 Eylül’le kıyaslanacak gibi değil. Türkiye olarak Mavi Marmara olayı ile ilgili büyük bir hassasiyet gösteriyoruz ama dışarıdaki algı çok farklı. 11 Eylül saldırısı ABD sınırlarını aşan bir dünya olayıdır, Mavi Marmara ise Türkiye ve İsrail arasındaki bir olaydır.

Sami Kohen

http://www.haberturk.com/yazarlar/gulin-yildirimkaya/579454-disisleri-bakani-davutoglunun-benzetmesi-dogru-mu-mavi-marmara-turkiyenin-11-eylulu-mu

11 EYLÜL NEW YORK SALDIRISINDA ÖLENLERİN DURUMUNU BU GEMİYİ ORGANİZE EDEN VE KATILAN SİVİLLERİN YARDIM VEYA BAŞKA AMAÇLARIYLA KARŞILAŞTIRIRSANIZ...

Mavi Marmara olayı İsrail için tam bir başarısızlıktır. Hatta bunun ötesinde ciddi bir askeri beceriksizliktir. Her ne kadar İsrail yıllardır kendisini yok etmeye ant içmiş kimi komşuları yüzünden savunma refleksini orantısız geliştirmişse de, sivil insanları her ne gerekçe ile olursa olsun öldürmesi vahim bir olaydır.

11 Eylül New York saldırısında ölenlerin durumunu bu gemiyi organize eden ve katılan sivillerin yardım veya başka amaçlarıyla karşılaştırırsanız, Mavi Marmara olayının Türkiye’nin 11 Eylül’ü olup olmadığına ilişkin daha doğru bir karar verme olanağına sahip olursunuz.

İvo Molinas

http://www.haberturk.com/yazarlar/gulin-yildirimkaya/579454-disisleri-bakani-davutoglunun-benzetmesi-dogru-mu-mavi-marmara-turkiyenin-11-eylulu-mu

BELLİ GRUPLARIN MAVİ MARMARA ÜZERİNDEN YAPTIKLARI YARGILAMALARINI TÜM ULUSA MAL EDEREK “BİR GÜN YARATILMASI İMAJI” TOPLUMUN DEĞER YARGILARININ HEPSİNİ KAPSAMAZ

Milat kabul edilecek olay, toplumun tümü üzerinde bir etki yaratacak ve herkes tarafından kabul edilecek olaylardır. 11 Eylül saldırısı bu bakımdan bütün Amerikan toplumunu şoka soktuğu, dünya piyasalarında şok etkisi yarattığı ve Batı kapitalizmi üzerinde bir darbe algısı oluşturduğu için bir milat olarak kabul edilebilir. Belli grupların Mavi Marmara üzerinden yaptıkları yargılamalarını tüm ulusa mal ederek “bir gün yaratılması imajı” toplumun değer yargılarının hepsini kapsamaz.

Ayrıca Amerika dışarıdan beklenmedik bir şekilde vuruldu. Mavi Marmara olayında ise hazırlıksız ve yanlış hazırlıklı politik ve teknik açıdan pek çok hatalarla dolu bir hareketin başlaması sonucu, gelmesi aşikâr olan bir reaksiyon meydana geldi.

Ulusal konsensüs oluşturulmadan birden harekete geçerek siz yanlış bir şey yapıyorsunuz, mantıken miladı siz hazırlamış oluyorsunuz. Ulusal kurtuluş hareketini başlatırsınız ve ulusal kurtuluş hareketi birdenbire beklenmeyen bir sonuca ulaşır, bu bir milattır.

HSBC Bankası, İngiliz Konsolosluğu ve sinagoga yapılan toplu saldırılar gerçekten beklenmedikti ve şok etkisi yarattı. El Kaide o olayı milat ilan edebilir, hakikaten görülmemiş bir başarıdır onlar açısından.

Yeditepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. CENGİZ OKMAN

http://www.haberturk.com/yazarlar/gulin-yildirimkaya/579454-disisleri-bakani-davutoglunun-benzetmesi-dogru-mu-mavi-marmara-turkiyenin-11-eylulu-mu

MUMLAR YANIYOR IŞIL IŞIL VE İNSANLAR MUCİZELER İÇİN TANRI’YA TEŞEKKÜR EDİYOR

Evet, Yahudiler bu ara ‘ışık bayramı’ ya da ‘aydınlanma bayramı’ da dedikleri Hanukkah Bayramı'nı kutluyorlar. Geleneksel olarak hemen her yılın son günlerine denk gelen Hanukkah Bayramı, aslında 2 bin yıl önce Yahudilerin Helenlere karşı mücadelesini anlatıyor.

Amid var İsrail’in Ankara Büyükelçiliği’nde. Sanki onunla yıllardır Hanukkah kutlar gibiyiz. İşte yine bizi evinde biraraya getirdi. Kim der ona sadece bir diplomat. Basın işlerinden sorumlu bir diplomat. Belki de daha ötesi. Ama bu Ankara'daki son Hanukkah'sı. Taktı kafasına kipayı, eşi ve çocuklarıyla başladı Hanukkah duaları etmeye. Çoğu Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman konuklar da, onların dualarına eşlik etti. Mumlar yanıyor ışıl ışıl ve insanlar mucizeler için Tanrı’ya teşekkür ediyor.

Hilal Köylü

http://noteshilal.blogspot.com/2010_12_01_archive.html

BAŞIMIZA GELEN HER OLUMSUZLUKTA İSRAİL ŞEYTANINA (!) BAŞVURMAK SANKİ MECBURİYET

İsrail, Türkiye'nin iç politikasıyla fazla ilgili. Üstelik oldukça yüzeysel değerlendirmeler yapıyorlar. Türkiye'de de İsrail hakkında yüzeysel değerlendirmeler ve suçlamalar söz konusu. Başımıza gelen her olumsuzlukta İsrail şeytanına (!) başvurmak sanki mecburiyet. İsrail'deyse Türkiye'ye karşı sert tutum takınmak bir onur vesilesine dönüşüyor. Büyükelçimize yaklaşımları, İHH gemisine karşı tutumları bunun göstergesi.

Deniz Ülke Arıboğan

http://www.aksam.com.tr/turkiye-israil-iliskileri-nereye-246y.html

HEM OSMANLI’NIN TAAA BEŞ ASIR ÖNCE YAHUDİLERİ KURTARMASINI SÜREKLİ HATIRLATACAKSINIZ; HEM DE İSRAİL’E VE YAHUDİLERE SEMPATİLERİ OLANLARI – HANİ DİLLERİNİN UCUNA GELSE – BİR DE VATAN HAİNLİĞİ İLE SUÇLAYACAKSINIZ

AKP iktidarı, Hamas’ı Ankara’da ağırladığı günden beridir yazıyorum. Gençliğimize, Hamas’ın şiddeti meşrudur, PKK’nın ki yanlıştır diye bir saçmalık öğretmemeliyiz. Yeni nesillerin kafası, neyin ak neyin kara olduğuna dair karışır. Hepimiz yanarız diye… Ki düşünün Başbakan Erdoğan, İsrail ile ilgili konuları son derece yakından takip ediyor ama Filistin’le doğrudan görüşmelerin başladığı gün Hamas, İsrailli dört sivil vatandaşı öldürüyor, bunlardan biri hamile bir kadın ve Başbakan’ın ağzından en ufacıcık Hamas’ı kınayan, İsrailli sivil vatandaşlara rahmet dileyen tek bir kelime çıkmıyor. Şiddete “hayır” demek niye bu kadar ağır geliyor ise orada işler karışıyor…

Amerika’yı dünya kamuoyunda zor duruma sokan Wikileaks belgeleri yayınlanıyor. Başbakan, “İsrail medyasında Türkiye’nin Başbakanı’ndan şikayet edenler, en son yabancı diplomatların hezeyanlarına sarılmış durumdalar,” gibi tuhaf birşey söylüyor. Hem Osmanlı’nın taaa beş asır önce Yahudileri kurtarmasını sürekli hatırlatacaksınız; hem İsrail’le dost olduğunuzu anlatarak – özellikle – Amerika’da siyasi kapital sağlayacaksınız; hem Yahudi lobisi yıllarca Türkiye’nin ulusal çıkarlarını gözetmek için çalışacak; hem de İsrail’e ve Yahudilere sempatileri olanları – hani dillerinin ucuna gelse – bir de vatan hainliği ile suçlayacaksınız.

Tülin Daloğlu

http://www.hasturktv.com/homepage_articles/74.htm

Netten okuyun

Kuzey Irak'ta İsrail sermayesi nasıl arttı -  GÜLÜMSER HEPER

http://odatv.com/n.php?n=kuzey-irakta-israil-sermayesi-nasil-artti-0712101200

Türkiye İsrail ile İlişkilerinde Yumuşama ve NATO – DR SERDAR ERDURMAZ

http://www.turksam.org/tr/a2265.html

Türkiye-İsrail ilişkilerinde 57 yıl önce

http://www.hurriyet.com.tr/planet/16500736.asp?mnID=16500736

http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?cid=42447&rid=4369

Filistin’de devlet ilanına doğru – Beril Dedeoğlu

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/beril-dedeoglu/filistin-de-devlet-ilanina-dogru-314904.htm

Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun benzetmesi doğru mu, Mavi Marmara Türkiye’nin 11 Eylül’ü mü?

http://www.haberturk.com/yazarlar/gulin-yildirimkaya/579454-disisleri-bakani-davutoglunun-benzetmesi-dogru-mu-mavi-marmara-turkiyenin-11-eylulu-mu

Wikileaks'ın ardında Yahudi lobisi mi var – SALİM MERİÇ

http://odatv.com/n.php?n=watergate-skandalindan-wikileaksa-1212101200

Roz Kohen’den Osmanlı Tebaasından Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşlığına: Romano'lar ve Kohen'ler...

http://www.kanalkultur.com/kks/yazarlar/roz-kohen/2345-osmanli-tebaasindan-turkiye-cumhuriyeti-yurttasligina-romanolar-ve-kohenler.html

Genç Türkiye Cumhuriyeti'nde: Göçmen Babaanne ve İstanbul Yılları

http://www.kanalkultur.com/kks/yazarlar/roz-kohen/2336-roz-kohen-genc-turkiye-cumhuriyetinde-gocmen-babaanne-ve-istanbul-yillari.html

Varna'da Kalanlar: Nessim, Douda ve Rafael Benshoam (Varna, ~ 1910)

http://www.kanalkultur.com/kks/yazarlar/roz-kohen/2328-varnada-kalanlar-nessim-douda-ve-rafael-benshoam-varna-1910.html

Benshoam ve Kohenler: İstanbul'da, Torino'da ve Havana'da...

http://www.kanalkultur.com/kks/yazarlar/roz-kohen/2316-roz-kohen-benshoam-ve-kohenler.html

Arşivlerden

Gaye Petek

Gaye Petek, 20 yıl evli kaldığı Jak Şalom'dan 6 yıl önce ayrılıp kızlık soyadını aldı. Jak Şalom da Türkiye uğruna ateşten gömlek giymiş, çile çekmiş, has aydın bir arkadaşımız. Bugün 'Şalom' soyadını Türk saymayan, zaten kendileri de Arap isimleri taşıyıp çocuklarına Arap isimleri koyan ümmetçiler değil, daha çok Şalom'lar savunuyor ülkemizi, uluslararası platformlarda. Tabii ki bağışlamazlar. Çünkü onlar ve onların hükümeti, türban davasında AİHM'de mahkûm ettirmeye çalışıyorlar Türkiye'yi.

Gaye Petek'e dün, bir zamanlar Yahudi soyadı taşımış olmasından yola çıkarak kendisine yöneltilen saldırılar hakkında ne düşündüğünü sordum. İşte yanıtı:

"30 yıldır yaşadıkları Fransa'dan demokratik özgürlük ve eşitlik adına taleplerde bulunan bu insanlar, bana Yahudi diye saldırdıklarına göre demek ki beş yüzyıldan beri Türkiye'de yaşayan Yahudileri bile Türk saymıyorlar! Bu saldırıyla gerçek yüzlerini gösteriyorlar: Eşitlik söylemi gerisinde kendileri ırkçı ve ayrımcı. Bu zihniyetle Fransa'ya nasıl demokrasi dersi vermeye kalkıyorlar? Kendileri, kendi yurttaşlarına ayrımcılık yaparken, hangi hakla, neye dayanarak 'Bizim dinimize ayrımcılık yapıyorsunuz' diyebilirler Fransızlara?"

Onlar diyebilirler, Gaye. Çünkü onlar, demokrasiyi Arapça okuyorlar. Arapçada da demokrasi olmadığına göre...

Mine G. Kırıkkanat

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=99972

67. Yılında Bir Varlık Vergisi Öyküsü- LEON BAHAR’IN HİKAYESİ

Nido oğlu Leon Bahar Ankaralı, iki çocuk babası 38 yaşında bir tüccar. Yaşamını ağabeyi Vitali Bahar ile birlikte, İstanbul’da Saka Çeşme Sok. 7 No’lu tuhafiye mağazasından kazanıyor. Yeni Camii Maliye Şubesi’nde 1502 sayılı vergi mükellefi. Varlık Vergisi çıktığında ödemesi gereken vergi tutarı 119 bin 988 lire yani yaklaşık 120 bin lira olarak belirlenmiş. Eline kalemi alıyor ve ilk itirazını şöyle yapıyor: “…20 senelik sürekli gayretimle, sahip olduğum sermayem mal ve alacakta toplamda 30 bin liradır. Hiçbir gayrimenkulum yoktur. Para ve servetten evvel vatanın selametini düşünen ve Türklüğün yapıcılığına inanan bir ferdim.. (…) Bu durumda, piyasadaki kargaşalığa muhakkak olarak set çekeceğini bildiğim Varlık Vergisi’ni müsterihane beklerken ne şekilde tahmin edildiğini anlayamadığım 120 bin lira gibi dehşetli bir rakamla karşılaştım… (…) Vücudumdaki kan, verginin kıymetine tekabül ederse feda olsun. Yeter ki bugüne kadar lekesiz yaşamışken arkama vatan vergisinden kaçmış hain damgası vurulmasın… Bu durumun düzeltilerek hakiki varlığıma göre bir verginin tarhını büyüklerimden derin saygılarımla rica ederim…”

Nurten Yalçın Erüs

http://www.turkavenue.com/gundem/turkiye/675-varlik-vergisi-utanci-.html