Türk Musevi Cemaati ve Girişimcilik Üzerine/ Geçmişimizden gelen girişimci ruhu uyandıralım!

Mois GABAY Toplum
1 Aralık 2010 Çarşamba

Onun en büyük hayallerinden biri Türkiye’de otomobil endüstrisinin kurulmasıydı. Ortağı Vehbi Koç ile birlikte 60 yıllık iş hayatı boyunca otomotiv sanayisinin kurulması ve gelişimi için var gücüyle çalıştı. Yaşamının son yıllarında yakalandığı diyaliz hastalığına rağmen Ulus Özel Musevi Lisesi hayalinden vazgeçmedi. Eğer bugün öğrencilerimiz en çağdaş şartlarda eğitim görüyorsa bu Bernar Nahum gibi idealist, girişimci ve azimli cemaat bireylerinin çalışması ile gerçekleşmiştir.

1962 yılında Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde mimarisi, altı katlı mağaza konsepti, vitrinleri, personeli, resim galerisi ve kafesiyle Türkiye modada yeni bir döneme Vitali Hakko ile kapılarını açtı. Aynı dönemde Vakko binası ve Konak sineması ile İstanbul’un en önemli iki prestijli havalandırma sisteminin tabelasında Uzeyir Garih ve İsak Alaton’un girişimindeki Alarko firmasının imzası bulunuyordu.    

AEG firmasının mümessilliğini alarak Türkiye’yi ilk yabancı üretim buzdolabı, çamaşır makinesi ile tanıştırdı. Kurucusu olduğu Profilo Holding ile çelik inşaat, metal eşya ve elektronikte birçok ilklerin Türkiye’de üretilmesine öncü oldu. Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası’nın ilk ve tek Türk üyesi olarak 12 yıl hizmet verdi. Jak Kamhi halen hayallarinin peşinde uzun yıllardır Türkiye’nin gönüllü elçisi olarak hizmet vermeye devam ediyor.

Bu saydığımız örneklerin hepsi tıpkı bizim gibi hayalleri olan insanlardı. Ancak onların ortak özelliklerinden biri de bu hayallerinin bir bölümüne kendi toplumlarını da dâhil etmeleriydi. O insanlardan her biri yaptıkları katkılarla cemaatimizde de girişimcilik ruhunu ayakta tuttular. Kimimiz bazen gerginleşen ortamdan kimimiz maddi sıkıntılara girmenin tehlikesinden artık hayallerimizden vazgeçtiğimiz bir dönemde yaşıyoruz. İster kendinize ister de cemaatimize yönelik olsun hayallerinizi ertelemeyin. Sizin de benim gibi toplumumuza yönelik hayalleriniz var ama onlara ulaşmak için yol çok uzak mı görünüyor? Hiç keşke,  bu da olsaydı demiyor musunuz? Yukarıdaki saydığım isimlerden sadece birinin hayatını okusanız bu yolun aslında imkânsız olmadığını görürsünüz.   

Bir yere ulaşmanın ilk adımı, olduğunuz yerde kalmayacağınıza karar vermektir. John Morgan

Benim de bir hayalim var!

Geçtiğimiz ay Londra seyahatim esnasında buradaki Yahudi yaşamını yakından tanıma fırsatı buldum. Uzun zamandan beri aklımda olan turizm projesi Londra Yahudi Müzesi’ni gezince daha da şekillendi. Bildiğiniz üzere Galata bölgesinde uzun yıllardır hem cemaatimize hem de ülkemize büyük katkısı olmuş bir müzemiz mevcut. Ancak son yıllarda gerek imkânsızlıklar gerekse de ilgisizlikten müzemiz kanımca bizi yansıtmada yetersiz kalıyor. Aklımda bu müzeyi nasıl daha çekici bir hale getirir, cemaate bir yük değil de bir kazanıma dönüştürürüz derken yanıtların bir kısmı Londra Yahudi Müzesi’ndeydi.

Yepyeni bir binada genç bir tasarımla simülasyonların hâkim olduğu, alt katında ufak bir self servis kafede gençlerin Sefarad mutfağını tanırken keyifli bir yemek yediği diğer yandan büyükçe bir kitapçı ile adeta bir kültür merkezi havasında bir müze düşünün. Geçmişin köklü deneyimini gençliğin heyecanına katarsak bu oluşum imkânsız olmasa gerek. Ayda birkaç gün dans, tiyatro etkinliklerinin geniş toplumla buluştuğu bir tiyatro salonu, aynı salonda düzenli olarak gösterilen bir cemaat tanıtım filmimiz ve de tabii ki Atalarımızın bu topraklara gelişinin simülasyonunu anlatan faaliyetler…  Bir yandan  toplumumuz fertlerinin katkısıyla oluşan markalar Vakko’nun, Beko’nun ve birçoğunun  tarihçesine ışık tutarken bilinmeyenleri öğrenen halkımız diğer yandan düzenli oturumlarla toplumumuzu bilgilendiren tarihçilerimiz. Müzenin girişinde bulunan bir bölümde Galata ve Balat’ta yürüyüş turları için bir tanıtım ofisimiz bu ofisten dağıtılan broşürler ile günün belli saatlerinde ve hafta sonu sinagoglara düzenleyeceğimiz turlarımız.

Bütün bu saydıklarımın hayata geçmesi için öncelikle müzemizin yeniden ele alınması gerekiyor. Dört  ayrı kat, buna ek olarak bir kafe, hatıra dükkânı ve turizm ofisinden oluşacak müzede giriş katı “Yahudilik nedir?” temasından yola çıkarak, bayramlarımızı, geleneklerimizi, Brit-Mila, Bar-Mitzva ve evlilik törenlerimizi canlandırmalar ile bize anlatacak. Buradan bir üst kata Türk Yahudileri tarihi bölümüne geçiş yapacağız, işte şu anki müzemiz bu bölümün sadece bir parçası olacak. Bu bölümde farklı salonlar İstanbul’daki farklı Yahudi yerleşimlerinin adıyla oluşturulacak ve oralara o bölgede yaşamış Yahudilerin hayatları aktarılacak. O bildikleri Balat’ı, Hasköy’ü, Galata’yı, Kuzguncuk’u dekor canlandırması sonucu eski hali ile gören ziyaretçiler bir kez daha beraber yaşama kültürünü hatırlayacaklar. Yine bu farklı salonlara ilave olarak Edirneliler, Çanakkeliler, Antakyalılar ve de en önemlisi İsrail’e yerleşmiş Türk kökenli Yahudiler için de bir bölüm yapılması müzemizi gerçekten bizi anlatır bir hale getirebilir. Müzemizin en üst katı ise hem toplumumuza hem de ülkemizde farklı dallara yön veren büyüklerimizin tanıtımına ayrılacak. İşte tam burada şu anda mevcut Kamondo katı sadece bir bölümü oluştururken, onun yanına yakın tarihimizde iz bırakanların eserleri konulacak. Müzemizde en alt katta ise etnografya bölümünün yanına cemaat kurumlarımızı tanıtır bir bölümün eklenip Or-Ahayim’den, İhtiyarlar Yurduna, okulumuza uzanan bir tarihçenin anlatılması gerekiyor. Marka olmanın, kendimizi tanıtmanın ilk adımı müzemizi bir marka haline getirmekten geçiyor.

Bu fikirlerin hayata geçirilmesi şu anki yönetimin Naim Güleryüz gibi tarihin canlı şahitlerinin genç girişimcilerle iş birliği yapmasından geçiyor. Rahmetli Üzeyir Garih’in dediği gibi “Şirketlerde üst düzeyde görev alanlar deneyimlerini yerlerini alacak yeni nesillere aktarmalıdırlar.” Sizin de mi hayalleriniz var? Eğer hedefleriniz büyük ise adımlarınız küçük olmasın. Atatürk’ün dediği gibi “Genç fikirler demek, gerçek fikirler demektir.”