/Murathan Mungan’ın DÖRT KİŞİLİK BAHÇESİ

Murathan Mungan’ın gençlik yıllarının eseri olan Dört Kişilik Bahçe, eski bir İstanbul şarkısı tadında, değişen düzen içinde savrulan bir ailenin, hüzünlü hikâyesini anlatıyor.

Erdoğan MİTRANİ
24 Kasım 2010 Çarşamba

Mardinli bir ailenin çocuğu olan Murathan Mungan, 21 Nisan 1955 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelmiş. İlk, orta ve lise yılları Mardin’de geçmiş. 1972’de Ankara’ya yerleşip lisans ve yüksek lisansını Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde tamamlamış.Ankara Devlet Tiyatroları’nda altı yıl, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda üç yıl dramaturg olarak çalışmış. 1985’den beri İstanbul’da yaşıyor.

Gazete ve dergilerdeki ilk yazılarını 1975’te yayımlayan Mungan; yazın hayatı boyunca şiir, öykü, roman, deneme, tiyatro oyunu, sinema yazısı, senaryo, masal, şarkı sözü gibi farklı türlere ait eserler verdi. Mardin, eserlerinde sıkça kullandığı mekânlardan birisi oldu; yazar bu çevrenin taşıdığı farklı kültürel yapıyı, insan olgusunu eserlerine başarılı bir şekilde yansıttı.

İlk kitabı, Mezopotamya Üçlemesi adlı oyun üçlemesinin ilki olan Mahmut ile Yezida idi (1980). Bu oyun, Türkiye İş Bankası’nın açtığı yarışmada ikincilik ödülü aldı. Sahnelenen ilk oyunu Orhan Veli’nin şiirlerinden kurgulayarak oyunlaştırdığı Bir Garip Orhan Veli oldu.

Sahtiyan adlı şiiri ile de ‘Gösteri’ dergisinin 1981 Şiir Yarışması’nda birincilik ödülü alan Mungan, özellikle Metal(1994) adlı kitabındaki şiirleriyle 1980 kuşağının en çok okunan, tanınan şairleri arasında ilk sıralarda yer aldı.

Mezopotamya Üçlemesi’nin ikinci kitabı olan Taziye’nin 1984’te sahnelendiğinde Ankara Sanat Kurumu’nca Mehmet Baydur ile birlikte en iyi oyun yazarı seçildi.

1987’de günlük gazete olarak yayımlanan Söz gazetesinde, kültür-sanat sayfası editörlüğü yaptı. Aynı yıl, Hedda Golder Diye Bir Kadın öyküsü ile Haldun Taner Öykü Ödülü’nü Nedim Gürsel ile birlikte aldı.

1992’ de Mezopotamya Üçlemesi’nin üçüncü ve son kitabı olan Geyikler ve Lânetler yayınlanır. 1980 ile 1992 yılları arasındaki uzun bir dönemde yazılan üçlemede bir aşireti yöneten ailenin üzerindeki dört kuşak süren lânetler anlatılmaktadır. Mungan, doğup büyüdüğü toprakların efsanelerinden faydalanarak oluşturduğu bu efsaneyi “biriktirdiğim her şeyi verdiğim bir yapıt” sözleriyle tanımlamış, kendisinden bir tek eser seçilecekse, bu oyunun okunması gerektiğini söylemiştir.

Geyikler ve Lânetler ilk olarak 1994’te, Mezopotamya Üçlemesi’nin diğer iki oyunuyla birlikte ardışık oyunlar olarak Antalya Devlet Tiyatrosu tarafından oynandı. Mustafa Avkıran’ın yönettiği bu yapım aynı yıl, 6. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’ne katıldı ve üç oyun, on bir saat süren bir performans olarak  sahnelendi. Oyun 1999’da yine Mustafa Avkıran yönetiminde Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelendi. 11. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’ne de katılan bu yapım, aynı yıl Berlin’de yapılan Theater der Welt festivaline çağrıldı. Oyun 2007’de İtalya’da Massimo Salvianti yönetiminde Arca Azzura Teatro tarafından sahnelendi ve bu yapım ile oyun, 2008’de Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde üçüncü defa oynandı.

40. yaşı nedeniyle 1995yılında Murathan’95adlı kitapta çeşitli ürünlerinden bir derlemeyi, 2005 yılındaki 50. yaşı nedeniyle de sadece 2005 yılı için yapılıp baskısı yenilenmeyecek bir kitap olan 50 Parça’da hikâye, şiir, deneme, oyun gibi farklı edebi türden yazmış olduğu parçaları bir araya getirdi.

Dört Kişilik Bahçe, yazarın gençlik yıllarının ürünü.  Master tezi olarak, “Aynı Malzemenin Üç Ayrı Türde Yazılması ve Yazarlık Sorunları Açısından İncelenmesi” başlığıyla, ‘uzun hikâye’, ‘senaryo’ ve ‘radyo oyunu’ olarak yazılmış. Öykü ilk olarak Mungan’ın Son İstanbuladlı kitabında yayınlanmış.

Oyuncu – yönetmen Ersin Umulu, reji yorumunun çıkış noktasını, öyküde “ eski bir peyzajda solmuş bir eskiz gibi” betimlenen çınar ağacının oluşturduğunu ve bu doğrultuda, bahçe ve konakla bütünleşen ağacın uzamı belirlediğini söylüyor. Gerçekten de Zuhal Soy’un yönetmenin bu yorumu doğrultusundaki olağanüstü sahne tasarımı, ahşap konakla çınarı birbirinin organik uzantısı olarak bağlayarak, geçmişte renkli günlere tanıklık etmiş konağın köhnemişliğini, yeni binalar arasındaki sıkışmışlığını, eski değerlerin yok olmaya yüz tutmuşluğunu, bahçedeki dört kişinin beraberken bile yapayalnız oluşlarını çınarın köklerinden başlayarak en üst dallarıyla özdeşleşen binaya kadar yansıtıyor. Değişen düzen içinde savrulan aile, artık hiçbir şeyin yaşamadığı bu konakta, tıpkı insana onarılmazlık duygusu veren bahçe gibi sırlarıyla birlikte tutukludur sanki…

Eski bir İstanbul şarkısı tadında, uzaktan gelen bir ut sesi tadında, kuşaklar boyunca hiç kullanılmamış, ne bir kırık ne de bir çatlak almamış camların saydam sessizliği tadında, bembeyaz ölümlerin, şeffaf sessizliklerin tadında, belki biraz da Çehov tadında son derece hüzünlü bir oyun bu… Çok doğru yazılmış, çok doğru yorumlanmış, çok doğru oynanmış.

Oyunu izlerken tiyatronun da bütün diğer sanat dalları gibi devamlı bir gelişim hatta bir evrim sürecinde olduğunu bir kez daha düşündüm. Öyle ya, bir olaydan çok bir duyguyu bir oluşumu anlatan bu tür oyunları 1960’lı yılların başında çok ‘modern’ hatta ‘avant garde’ kabul ediyorduk. Hâlbuki Dört Kişilik bir Bahçe, neredeyse bir eskimişlik duygusu, bir ‘klasik bir oyun’ izlenimi bıraktı bende. Sanki öykü olarak okusam çok daha büyük zevk alacakmışım gibi geldi. Tabii ki beklediğim, örneğin bir DOT oyununun in-yer-face çarpıcılığı değildi. Fakat bu oyun, en azından bir Profesyonel ya dabir Ölüleri Gömün kadar bile izleyiciyi içine alan cinsten de hiç değildi. Hani şu, oyuncu ile izleyici arasındaki şeffaf duvar var ya, aşılacak gibi değildi o.

Belki de ben yanılıyorum, belki de ‘eski tarz’ olan oyun değil de karakterlerin devamlı şikâyet etseler de, değiştirmek istemedikleri ya da değiştirmekten korktukları yaşam tarzlarıdır. Belki de böyle bir konu bundan daha modern bir şekilde anlatılamaz. Belki de anlatımın tüm çağcıllığını o benzersiz çınar-konak sembiozu ve merkezdeki ‘cam sessizlik’ barındırıyor. Karar siz izleyicilerin. Ama ne olursa olsun yine de gidin derim. Bırakın kendinizi oyunun o dingin havasına, Murathan Mungan’ın dilinin o benzersiz şiirselliğine ve de o güzelim İstanbul şarkısının büyüsüne:

“Nasıl geçti habersiz, o güzelim yıllarım / Bazen gözyaşı oldu, bazen içli bir şarkı…

Hani o kuşlar ağaçlar, bin bir renkli çiçekler / Nasıl yakalamıştık, saçlarından baharın…”

Hepinize iyi seyirler.