Bu hafta ağımıza takılanlar

6-7 Eylül olayları da geçmiş şehrin üstünden. Sonra Kıbrıs patladı. Köyün bozguna uğradığını hatırlıyorum. Çocukluk arkadaşlarımla veda yıllarıydı. Rumlar çok gürültülü, matrak insanlardı. Buzuki sesi duyanın kolları havaya kalkardı. (…) Yahudiler balkondaydı. Yazın en parlak gecelerini Nur Sineması’nda yaşardık. Makinist Kulaksız Izak’tı. Film bobininin önüne bir Musevi şarkısı takardı. Bütün sinema ‘Avva Nagila’ diye bağırarak şarkı söylerdi. Bütün şarkılar, bütün dinler bizimdi. UĞUR YÜCEL

İzak BARON Diğer
3 Kasım 2010 Çarşamba

Güncel

MAKİNİST KULAKSIZ IZAK’TI, HER GECE FİLM BOBİNİNİN ÖNÜNE BİR MUSEVİ ŞARKISI TAKARDI

Bizans’ın son günleri bizim çocukluğumuz. Son kalanları biz yolcu ettik doğdukları yerlerden. 6-7 Eylül olayları da geçmiş şehrin üstünden. Sonra Kıbrıs patladı. 70’li yıllar. Köyün bozguna uğradığını hatırlıyorum. Çocukluk arkadaşlarımla veda yıllarıydı. Rumlar çok gürültülü, matrak insanlardı. Buzuki sesi duyanın kolları havaya kalkardı. Ermenileri ise hep suskun ve uzak hatırlarım. Yahudiler balkondaydı. Yazın en parlak gecelerini Nur Sineması’nda yaşardık. Makinist Kulaksız Izak’tı. Her gece film bobininin önüne bir Musevi şarkısı takardı. Bütün sinema ‘Avva Nagila’ diye bağırarak şarkı söylerdi. Bütün şarkılar, bütün dinler bizimdi. Yazları denizden, bostandan beslenirdik. Balık, midye ve İlya Amca bostanı. Hava bedava, su bedava. Hala Kuzguncuk güzel diyorlar. Ama orada doğan benim yaşımdaki insanlara göre keder köyü. Terk edilmiş bir yer benim için.

Uğur Yücel

http://www.medyatava.net/haber.asp?id=71985

 “MADEM BÖYLE DÜŞÜNÜYORSUN O ZAMAN ÖLDÜRMEYE EN SEVDİĞİN KİŞİ OLAN ANNENDEN BAŞLA!“

Cornelius’un çok ilginç bir yaşam öyküsü var. Kemal Yalçın bunu başarıyla kitaplaştırıyor.

Cornelius’un babası marangoz. O dönemin adetine göre bu meslek mensuplarının bir süre gurbete gitmeleri ve orada çalışmaları gerekiyor. Baba Eduard da İstanbul’a geliyor. Burada Sefarad Yahudilerinden bir kızla evleniyor ve Hamburg’a geri dönüyorlar. Cornelius doğuyor. Onun ilkokul çağları, Nazi rejiminin yükselme dönemine rastlıyor. Cornelius okulda öğretilenlerin etkisi altında ateşli bir Yahudi düşmanı oluyor, sınıfta en güzel “Heil Hitler” selamını o veriyor ve hocaları tarafından örnek gösteriliyor. Eve dönünce de hep “Pis kanlı Yahudileri öldürmek gerektiği”nden söz ediyor. Baba ve anne suskun. Çünkü çocuk ağzından bir şey kaçırırsa bu doğrudan doğruya ölüm demek. 1938 yılının 9 Kasım’ı 10 Kasım’a bağlayan gecesinde, yani Atatürk son saatlerini yaşarken, Almanya’da meşhur ‘Kristal Gecesi’ yaşanıyor. Yahudi dükkânlarının camları tuzla buz ediliyor, yüz Yahudi öldürülüyor ve binlercesi yaralanıyor. Bunun üzerine baba, ailesini İstanbul’a götürmeye karar veriyor. Binbir macerayla ve Gestapo’nun elinden güç bela kurtularak İstanbul’a geliyorlar.

Cornelius burada okula başlıyor ama evde yine “Pis kanlı Yahudiler”in öldürülmesi gerektiğini anlatıyor. Bunun üzerine babası çocuğu karşısına alıyor ve diyor ki:

“Madem böyle düşünüyorsun o zaman öldürmeye en sevdiğin kişi olan annenden başla!“

Çocuğun geçirdiği şoku tahmin edebilirsiniz herhalde.

Zülfü Livaneli

http://haber.gazetevatan.com/Haber/336647/1/Gundem

TEK KİMLİKLİ YAHUDİLER VE ERMENİLERLE BİR ALIP VERECEĞİMİZ YOKTUR, ONLAR MÜSTERİH OLSUNLAR

Irkçılık yapmak ayıptır ama ülkemizde asıl kimliklerini saklayarak İslam düşmanlığı yapanları araştırmak, deşifre etmek ne suçtur, ne de ayıptır.

Vatandaş kendi halinde namusuyla yaşıyor, çalışıyor, zararlı bir iş yapmıyor... Onun Çerkesliğini, Gürcülüğünü, Boşnaklığını, Tatarlığını araştırmak elbette ayıptır ama İslam düşmanlığı yapan gizli Yahudi'nin Yahudiliğini açığa çıkartmak asla suç değildir, ayıp değildir. Aksine, Türkiyeye hizmettir.

Müslüman görünüyorlar ama değiller, iki kimlikliler, asıl kimlikleriyle çıksınlar ortaya. O zaman onlara kimse bir şey demez.

Müslümansa İslam'a saldırmasın.

Değilse, eğreti İslam kimliğini bıraksın, Yahudiliğini bilsin. Yahudilik dininde, yaşadığı memleketin selametine dua etmek vardır. Tek kimlikli açık Yahudiler her cumartesi sinagoglarda Türkiye Cumhuriyeti’nin hayrına dua ederler.

Museviliğin bu kuralını Sabatay Sevi bozmuş, kendisine bağlı sinagoglarda Osmanlı devletine ve Padişah'a dua edilmesini kaldırmıştır.

Hem Kripto, hem İslam düşmanı... Biz Müslümanlar böyle iki kimliklilerin foyalarını, mahiyetlerini, içyüzlerini elbette araştırırız. Bu bizim en tabiî hakkımızdır. Haklarımızı, hürriyetlerimizi, kimliğimizi, kültürümüzü korumak için buna mecburuz.

Tek kimlikli Yahudiler ve Ermenilerle bir alıp vereceğimiz yoktur. Onlar müsterih olsunlar. Onlarla barış içinde yaşarız.

Mehmet Şevket Eygi

http://milligazete.com.tr/makale/irk-realitesi-ve-irkcilik-ideolojisi-180398.htm

ANNEMİN BABASI DA DÖNME OLABİLİR, AMA İHTİMAL YAHUDİ DÖNMESİ

"Benim tahminim şu ki, babamın ailesinin dönme olma ihtimali çok yüksek. Çünkü bizim büyük atamız Yeniçeri Ocağı'nda duvar ustasıymış. Biliyorsunuz, yeniçeri olmak için gayrimüslimlerin çocukları devşirilirdi, hele o zamanlar.

Annemin babası da dönme olabilir, ama ihtimal Yahudi dönmesi, çünkü hem Yanyalı, yani İstanbul ve Selanik'ten sonra en önemli Yahudi nüfusunun bulunduğu yer imparatorluk içinde, hem de aile içerisinde Musevi adetlerine benzeyen, birbiriyle evlenmek gibi adetler var. Ancak her iki tarafta da bu yönde hiçbir kayıt yok. Bunun için işin aslını bilmiyoruz.

Bildiğimiz, bunların hepsi Rumeli göçmeni ve Müslüman olarak doğmuşlar. Annemin babası, ailenin atalarının Çorum'dan, babamın babası da Konya'dan geldiklerini söylerdi, ama bunların gerçekle herhangi bir ilişkisi olduğunu sanmıyorum. Yakıştırma gibi geliyor. Kökünü Anadolu'ya bağlama arzusu gibi."

Celal Şengör

http://odatv.com/n.php?n=unlu-profesor-ailesinin-donme-oldugunu-soyledi-2410101200

DOĞRUYU SÖYLEMEK GEREKİRSE BEN BU ARAPLARDAN BAZILARINI LİEBERMAN’DAN ÇOK DAHA FAZLA SEVİYORUM

Lieberman sırf Yahudiler için bir ülke istiyor. Ama gerçek şu ki, İsrail’in içinde 1,5 milyon Arap yaşıyor, bunların çoğu Lieberman’dan çok daha uzun süredir buralı ve başka bir yere gitmeye de hiç niyetleri yok. Doğruyu söylemek gerekirse ben bu Araplardan bazılarını Lieberman’dan çok daha fazla seviyorum. Mesela Ebu Goş’taki komşularımı, üzerine bir testi altın bile verseniz onun gibi biriyle değişmem. Üstelik bunun sebebi Ebu Goş’ta yaptıkları o şahane humus da değil. Tüm samimiyetimle söyleyeyim; Ebu Goş’taki birçok Arabın sadece Lieberman’dan daha iyi komşu olmakla kalmayıp, daha iyi dışişleri bakanı da olacağını düşünüyorum.

Alon Liel

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&Date=28.10.2010&ArticleID=1026043

ANKARA VE KUDÜS’ÜN BOZDUĞUNU, İSTANBUL VE TEL AVİV DÜZELTEBİLİR

Altı Gün Savaşı De Gaulle’ün filosuydu; bu savaş, İsrail’le ittifakı paramparça etmek ve silah ambargosu dayatmak için bir fırsattı. İsrailler bunu affedilemez bir ihanet olarak görmüştü; Fransızlar açısısındansa, İsrail ambargoya Cherbourg gemilerini kaçırarak yanıt verdiğinde, saldırgan ve kanun tanımaz bir ülke olarak görünüyordu.

O gün bugündür, hatta Beşinci Cumhuriyet’in en İsrail yanlısı devlet başkanı olan Nicolas Sarkozy döneminde bile, resmi ilişkiler gelişmedi. Fakat bu durum artan ticareti, turizmi veya kültürel ve akademik bağları etkilemedi. Birçok İsrailli Paris’e bayılıyor ve İsrail’in Fransız savaş uçaklarını mı yoksa Amerikan F-16’larını mı kullandığıyla ilgilenmiyor.

Türkiye’yle olması gereken de bu. Ankara ve Kudüs’ün bozduğunu, İstanbul ve Tel Aviv düzeltebilir. Bu yılın başından beri karşılıklı ticaret yüzde 30 oranında arttı. Türkiye’ye giden İsrailli turist sayısı azaldı ama eski düzeylere dönebilir. Ve iki ülkenin laik seçkinlerinin bir araya getirilmesi ihtimali bir fırsat sunuyor; iki ülkedeki laik seçkinler Batı’ya entegre olma hayalini ve bunun getirdiği meydan okumaların yanı sıra dinin yükselişi konusundaki endişeleri de paylaşıyor.

Aluf Benn

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&Date=28.10.2010&ArticleID=1026040GERÇEK ŞU Kİ BU DÖNÜŞÜM, DOĞAL OLARAK İSRAİL İLE KURULAN GELENEKSEL STRATEJİK İTTİFAKLA ÇATIŞIYOR

AK Parti hükûmetinin, Türkiye'ye Avrupa "kıyısını" bıraktırabilecek İslami kökeninden çok konuşuldu. Bu yeni yönelim, komşularıyla ideolojik veya dinî bir yakınlıktan ziyade, jeostratejik ve ekonomik özelliği olan çıkarlarla ve aynı zamanda da içteki güç dinamikleriyle bağlantılı gibi görünüyor. Gerçek şu ki bu dönüşüm, doğal olarak İsrail ile kurulan geleneksel stratejik ittifakla çatışıyor. İsrail, Türkiye'nin bu doğrultudaki faaliyetlerini kendi güvenlik çıkarlarına aykırı olarak algılayarak, bir tehdit olarak gördüğü rejim veya siyasi hareketlerle Ankara'nın yakınlaşmasını şüpheyle karşılamaya başlamıştır. Bu sadece Suriye ve İran için değil, Türk yöneticilerin Hamas'a duyduğu sempati için de geçerlidir. Gerçekten de Filistin sorununun AK Parti için bir iç politika unsuru hâline geldiği ve Erdoğan'ın, İsrail-Filistin çatışmasına bir çözüm bulmak için Hamas'ı da işin içine alan bir politikayı desteklediğini hiçbir zaman gizlemediği de yadsınamaz.

Lucia Stella

http://www.haberx.com/europaquotidianoit_turkiyeisrail_bir_tarihin_sonu_mu(17,n,10487479,549).aspx

AKP’DE İSRAİL’İ ‘ANA TEHDİT’ OLARAK GÖRENLERİN SAYISININ YÜKSEK OLDUĞUNU TAHMİN ETMEK DE ZOR DEĞİL

Haaretz’deki habere baktığımızda Batı kamuoyunu etkilemeye dönük bir girişim varmış gibi geliyor bize açıkçası. Ancak,  AKP’de İsrail’i ‘ana tehdit’ olarak görenlerin sayısının yüksek olduğunu tahmin etmek de zor değil.  Bu savın resmen belgelenmesinin,  eşyanın doğası gereğince,  bu kişileri memnun edeceği aşikâr.

Aslında biz de mevcut haliyle İsrail’in Ortadoğu için ciddi bir istikrarsızlık kaynağı olduğuna inananlardanız. Fakat İran hakkında da aynısını düşünüyoruz. İran bir tehdit oluşturmazken, İsrail’in Türkiye’ye dönük bir ‘ana tehdit unsuru’ olduğu savını da tartışmalı buluyoruz.

Öyle düşünenler, İsrail’in yarattığı genel istikrasızlığın Türkiye’ye olumsuz yansımalarına işaret etmeye çalışılıyor olabilirler. Fakat o zaman, Suudi Arabistan ve Mısır tarafından da tehdit olarak algılanan İran’ın aynı çerçevede görülmesi gerekiyor. Ancak AKP iktidarının İran politikası da ortada.

Buna göre İran Türkiye’ye dönük bir tehdit oluşturmuyor. Başka bir deyişle Türkiye, iddia edildiği gibi,  İsrail’i ‘ana tehdit unsuru’ olarak kayda geçirip İran’ı ‘tehdit unsuru’ olmaktan çıkardıysa,  buna ‘stratejik’ bir karardan çok, ‘ideolojik’ bir karar olarak bakmak gerekiyor.

Semih İdiz

http://www.milliyet.com.tr/turkiye-bati-sisteminde-kalabilir-mi-/semih-idiz/siyaset/yazardetay/01.11.2010/1308490/default.htm

NE YAPARSAN YAP, BİR GÜN SANA TAM TÜRK OLMADIĞIN HİSSETTİRİLECEK!

Türkiye’de azınlıkların hâlâ icra edemeyeceği meslekler var. Subay ya da emniyet görevlisi olmazsınız. Bunları olmak istediğimden söylemiyorum ama bu hakka sahip değilim. Ama büyükelçi olmak isteyebilirdim. Mesela Paris büyükelçisi olmayı çok isterdim. İşte bu tür meseleleri dert edinirseniz, benim gibi, yani eşit vatandaşlık hakkını, o zaman “Türkiye’de azınlık olmak zor” derim. Çünkü bunları yapamamak beni kırıyor, hatta biraz uzaklaştırıyor. Kendimi yabancı gibi hissetmeme neden oluyor. Ama “Canım bu da olmayıversin, değil mi ki istediğimiz zaman, istediğimiz ticari işi yapabiliyoruz. İstediğimiz evi satıp istediğimizi alabiliyoruz. Değil mi ki rahat rahat seyahat edebiliyoruz. Havramıza gidip gelebiliyoruz. Bu da olmayıversin arkadaşım” derseniz “O zaman azınlık olmak çok da zor değil” derim. Ama sorgulamaya başladığında, işin boyutu değişiyor.

Anneannem 1904 doğumluydu, Cumhuriyet kurulduğunda 19 yaşında evli genç bir kadındı. O güne kadar şöyle bir ortamda yaşamıştı: Bakkal Yahudi, kasap Yahudi, etraftaki herkes Yahudi... Daha sonra Cumhuriyet’le beraber ulus-devlet yapısı geldiğinde artık başka bir durum oluşmuştu. Bir kere vatandaş Türkçe konuşacaktı. Düşünsenize 19 yaşında ve böyle bir durumla karşılaşıyor ve onun gibi pek çok kişi var. Şimdi bana diyeceksin ki “Bu bir devrimdir, ulus- devlet oluşturulmaya çalışılıyor.” Buraya kadar bir itirazım yok, yani gerekirse bedeli ödenmeli. Mesela bugün de Almanya’daki Türkler’e “Almanca öğrenin kardeşim başka çare yok” deniyor. Yani bir devlet bunu talep edebilir. Ama sorun tüm bunlardan sonra “Yine de tam Türk değilsin, birileri senden daha fazla Türk” denmesinde. Düşünsenize ne yaparsanız yapın hep ikinci vatandaşsın! İşte yanlış olan bu!

Dedem nispeten bu değişiklikleri daha az hissetmiş. Çünkü dedem, anneanneme oranla çok daha iyi Türkçe biliyordu. Üstelik iş dünyasının içinde olan biri, bir küçük esnaftı. Bir sosyal hayatı vardı. Dolayısıyla bu tramvatik durumu daha az yaşıyor. Ama onun da tramvatik durumları olmuş, bana aktardığı bir miras...

Vakti zamanında ulus-devlet yapılanmasında Yahudilerin devlet memuru olamamaları, yüksek kademelerde yer alamamaları, hatta bir dönem üniversitede öğretim üyesi olamamaları gibi durumları. Ya da 1930’lardaki Trakya, 1942’deki Varlık Vergisi olaylarını, dedemin gitmek zorunda kaldığı 1943’te sadece azınlıklara uygulanan seferberliği, 1964 kararnamesini... Hepsi üst üste geldiğinde sürekli biriken bir durum oluşuyor. Bu da kim olursan, nasıl bir hayat kurarsan kur sana miras olarak aktarılmasına neden oluyor. O da şu: Ne yaparsan yap, bir gün sana tam Türk olmadığın hissettirilecek!

Mario Levi

http://vatankitap.gazetevatan.com/haberdetay.asp?hkat=1&hid=16172&yaz=Genel

İSRAİL, KURULUŞUNDAN BERİ VAR OLAN BU UÇURUMLA, 'ORTAK DÜŞMAN' (YANİ ‘YAHUDİLERİ ORTADAN KALDIRMAYA ÇALIŞAN KOMŞU MÜSLÜMAN ARAPLAR’) TEHDİDİ SAYESİNDE BAŞ ETMEYİ BAŞARMIŞTI

Süleyman'ın ihtişamlı saltanatından yaklaşık 3000 yıl sonra kurulan İsrail, bir 'Yahudi devleti' olarak tasarlanmıştı. Siyonizm'in ana hedefi, 'topraksız bir halka halksız bir toprak' vaadiyle dünyanın her yerinden toplanıp Filistin'e yığılan Yahudilerin birlikte kaynaşmış bir millet oluşturmalarıydı.

Siyonist liderlerin hayal kırıklığına uğramaları uzun sürmedi. Yaşadıkları ülkelerin dillerini konuşarak Filistin'e gelen ilk nesil göçmen Yahudiler, kendi aralarında anlaşacak kadar bile İbranice bilmiyorlardı. Hatta İsrail Bağımsızlık Savaşı sırasında bazı çatışmalar, sırf komutanlarının İbranice emirlerini anlayamayan bu göçmen Yahudi savaşçıların başıbozukluğu yüzünden kaybedildi.

Toplumsal birliği sağlamada ilk önlem olarak İbranice öğretimine ağırlık verildi. Ancak kültürel ve ekonomik farklılıklar arasındaki uçurum, yok olmak bir yana, giderek daha da derinleşti.

İsrail, kuruluşundan beri var olan bu uçurumla, 'ortak düşman' (yani "Yahudileri ortadan kaldırmaya çalışan komşu Müslüman Araplar") tehdidi sayesinde baş etmeyi başarmıştı. Arap tehdidinin gündemden düşmeye başladığı, barış umutlarının yeşerdiği dönemlerde de zaten Araplar arasındaki çekişmeler kendini göstererek, intihar saldırıları vs. yoluyla İsrail halkı yeniden kenetleniyordu. Ancak günümüzde, İsrail toplumunun özellikle üç ana noktada yaşadığı büyük çelişkiler ve sürtüşmeler artık tolore edilemez boyutlara ulaşmış durumda.

Taha Kılınç

http://usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2010/10/25/abd_israile_yardim_etmek_istiyorsa__abd_israile_yardim_etmek_istiyorsa

FİLİSTİN SORUNU ÇÖZÜLMEDİKÇE, DOĞU-BATI VEYA AVRUPA-ASYA OLARAK ADLANDIRDIĞIMIZ SORUNLARI DA ÇÖZEMEYİZ

Bugün ben de, İsrail tarafında olduğum kadar Filistin tarafındayım. Her ikisiyim. Ama ben Yahudiler’in katledildiği bir kuşaktan geliyorum, unutmayın. Yine de Filistinliler’in bir ulus-devletinin olmaması fikri bir çılgınlıktır. Savaşa gidelim ve herkes ortadan kalksın mı o zaman? Çok iyi biliyoruz ki, somut sınır sorunları hiç de büyük problemler değildir. Bütün bunlar tamamen çözülür, masaya oturulur ve iki saatte halledilir. Ama Netanyahu “ben Filistin peynirinde yeni delikler açmaya devam ediyorum” derse böyle bir devlet olmaz tabii. Ama aynı şekilde HAMAS’ın Hizbullah’ın İran’a bağımlı politikası da aynı şeylere yol açıyor. Düşmanca tavırlar içinde olanlar var. Bu çok girift bir mesele. Filistin’de Özgürlük Cephesi çok otoriter, kokuşmuş ve zayıf; çünkü Arafat barışı getirebilirdi ama getirmedi. Dahası, İsrail’in aşırı milliyetçi bir yaklaşımı var ve tüm dünyayı ilgilendiren bu tehlikenin temel sorumlusu da o. Şurası çok açık: Filistin sorunu çözülmedikçe, Doğu-Batı veya Avrupa-Asya olarak adlandırdığımız sorunları da çözemeyiz. Ve neden bu noktaya gelemediğimizi anlamıyorum. Ben şu an Amerikalılar’ın asıl sorumlu olduğunu düşünmüyorum. Çok ciddi biçimde bugün asıl sorumlu İsrailliler. Görüşmeleri kilitleyen, engelleyen; ülkenin kurulduğu günlerle alâkası olmayan bir militer kültür yaratan onlar. Dünyanın geri kalanının onlara çok ciddi bir baskı uygulaması gerektiğini düşünüyorum. Avrupa’nın tek yaptığı Filistinliler’e para vermek; bu konuda hiçbir siyasi etkisi, kapasitesi yok. Hiçbir politik tartışmaya girmiyorlar. Bazen biri çıkıyor, “sorumlu onlar” diyor, o kadar.

Alain Touraine

http://www.haberturk.com/polemik/haber/567149-avrupayi-turkiye-kurtaracak

Netten okuyun

İsrail-NATO ilişkileri tek yön!  -  MESUT ÇEVİKALP

http://aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-27834-israil-nato-iliskileri-tek-yon.html

AKP Siyaseti İsrail(Yahuda) Planı İle Atbaşı Gidiyor – ERDAL SARIZEYBEK

http://www.internetajans.com/default.asp?NID=101189

Türkiye-İsrail İlişkilerinin Geleceği

http://www.usakgundem.com/haber/58751/-quot-türkiye-İsrail-İlişkilerinin-geleceği-quot-konulu-konferans-usak-39-ta-gerçekleşti.html

ABD Başkanı İsrail’e mecbur ama karısı değil! – NEDRET ERSANEL

http://www.iyibilgi.com/artikel.php?artikel_id=27366

İsrail'i Tehditleştirmek – DENİZ TANSİ

http://www.hasturktv.com/homepage_articles/73.htm

"Benim hayattaki görevim kültürler diyaloğu için çalışmak" - ANDRÉ AZOULAY

http://tr.qantara.de/webcom/show_article.php/_c-670/_nr-633/i.html