İkinci nesil ‘aptal aptal sorular’

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı
13 Ekim 2010 Çarşamba

Bazen kafam hızlı çalışır ve hazırcevap olurum. Ama bazen de aklım sanki dumura uğrar ve ne diyeceğimi bilemem. Bu yüzden bir parti daha ‘aptal soru’ ortaya çıktı. Umarım sorularımı kimsenin alınmasına neden olmadan sormayı başarırım. Yine de kırılan olursa, affola...

Sorularımın bazıları metaforlardan oluşuyor; hani yazılanları kelimesi kelimesine alanlar olur da, belirteyim dedim.

 “Davul bile dengi dengine” derneğinin başkanı, davulla zurnanın düğününe giderse mesele yok da, başkanın davulla kemanın düğününde tanıklık etmesi ne anlama gelir?

 Kadın hahamlara karşı çıkan erkekler, Hakimler (Şofetim) döneminde yaşasaydı, kadın peygamberlere de karşı çıkarlar mıydı? Örneğin, meşhur palmiyesinin (tomer) altında oturup halka akıl veren Dvora’ya “Ne işin var senin sokaklarda? Elinin hamuru ile erkek işine karışıyorsun. Hadi gir şu çadırına, gözüm görmesin!” demiş olabilir (mi?) erkek peygamberlerden, hatta halktan biri.

 Sabah gözlerini açar açmaz denizi gören kişiler, neden fakirlik edebiyatı yapmaya kalkışır ve hayat çevriminin kendisine adil, hatta cömert davranarak telafi ettiklerini görmezden gelir?   

 Bazı aklı evvel kişiler, birbirinden anlamsız soruları makineli tüfek gibi art arda sıralamayı nasıl becerir? Ama asıl acıklısı, aklı başında olanın verecek cevap bulamaması ve geri zekâlı gibi kalakalması değil midir?

 En yakın ve duyarlı arkadaşlarımın bile Yahudi bayramlarını bir türlü öğrenemeyip her sene “Şimdi neyi kutluyorsunuz? Hiçbir şey mi yemiyorsunuz? Ama su? Su da mı içmiyorsunuz?” türünden sorularına sabırla verdiğim cevapların akıllarına kazınması için ne yapmam gerekir?

 Tam teçhizatlı rahibe kıyafetinde bir kadını, rulet masasının başında saatlerini geçirirken görürsem, “Şeytanlarınız bol olsun sayın bayan, kumara başlamadan önce okuduğunuz özel bir kutsama var mı?” diye sorsam, taşlarını (fişlerini) başıma fırlatma olasılığı yüzde kaçtır?

 Diyelim ki, küçüklüğümden beri bir kamu kuruluşunda çalışmak istedim. Bir Yahudi olarak, -örneğin- Ziraat Bankası’nda niye çaycılık bile yapamam?

 “Din halkın afyonudur” demiş Karl Marx. Günümüzde yaşasaydı, bir molla rejiminde uyuşturucu kullanımının anormal derecede artmasını nasıl açıklardı acaba?

 Bazı insanlar, kendi mantıklarıyla açıklayamadıkları şeyleri yapanları neden şarlatanlıkla suçlar? Doğaüstü güçler her zaman üç kâğıt açmak, göz boyamakla mı eşdeğer tutulmalıdır?

 Korkularını, kendi oluşturdukları engellerle gizlemeye çalışanlar, kendi kendilerini kandırmayı nasıl başarır? “Gelemem ki, kedimi kime bırakacağım? Çiçekleri kim sulayacak? Ay hiç vaktim yok. Boğazım ağrıyor gibi... Hem orası çok uzak.” Nereden uzak?

 Guruba karşı oturur ve güneşin batmasını izlerken, gidenin aslında bizler olduğu aklınıza gelir mi?

 Çok meşgul birine yeni bir görev yüklerseniz, ne yapar eder onun da üstesinden gelir de, boş boş oturanlar neden hep zamansızlıktan yakınır?

 Bir baba, nasıl olur da kızına evlenmesin diye her yıl artan miktarlarda paralar vermeyi teklif eder? Peki, kızı bunu seneler sonra da olsa, neden alenen ifşa eder? Sormazlar mı insana o saçma sapan teklifi nasıl kabul ettin diye? “Baba, sen beni ne sanıyorsun? Ben hem sakız çiğnerim, hem de yürürüm...” pardon, yanlış oldu “Ben kariyer de yaparım, çocuk da” diyemedi mi bu değerli evlât?

 Bu dünyadan göç ettikten sonra bir anıt mezarda yatmak isteyenlere gösterilecek ibret dolu örnek, Kamondo anıtının içler acısı hali değil midir? Tanrı aşkına, büyüklerimiz sürekli Vandalizm’e maruz kalan bu zavallılığı yıktırarak, altında yatanlara Yahudiliğin emrettiği ve hepimizin hak ettiği şekilde sade mezar taşları yaptıramaz mı? 

Hayat devam ettikçe, bu soru listesi de uzar gider. Herkesin sorularına yanıt bulması dileği ile...