‘Türk Yahudiliği’ markamızı nasıl yönetiyoruz?

Mois GABAY Toplum
13 Ekim 2010 Çarşamba

26 Eylül Pazar günü gençlere yönelik gerçekleşen özel bir toplantıda, katılımcılar önce Miryam Anjel ve Reci Barokas tarafından uygulanan ısınma oyunlarında birbirlerini farklı yönleriyle tanımaya çalıştılar. Daha sonra konuk konuşmacı Steve İsrael, Yahudi yılı, bayramların keşfi, geleneklerin ardındaki değerler ve Sukot Bayramı’nın incelenmesi konularında seminer verdi. İnteraktif bir ortamda, küçük grup çalışmalarıyla gerçekleşen bu seminerlerde, katılımcılar bayramların kendileri için neler ifade ettiğini, nasıl kutladıklarını paylaştılar ve çeşitli bayramlarla ilgili kavramları, değerleri, gelenekleri, ritüelleri ve temaları ayrıntılı olarak incelediler. Ritüelleri yerine getirirken, ardındaki felsefeyi ve sebepleri mutlaka bilmek gerektiğini, aksi halde bu geleneklerin zaman içinde yok olacağını vurgulayan Steve Israel akıcı anlatımıyla seminerlerini sürdürdü.

 Jozef Çiprut ise ‘Yahudiliğin Markalaşması’ konusunda katılımcılarla ilginç bir çalışma yaptı. Hedef kitle, markanın güvenirliği, kalıcılığı, yarattığı etki, markaya bağlılık gibi kavramları tanıtan Çiprut, daha sonra Yahudiliğin nasıl bir marka haline getirilebileceğini anlattı.  Beyin fırtınası ile katılımcılar bu konuda neler yapabileceklerini paylaştılar.

Konuyla ilgili Mois Gabay’ın yazısına yer veriyoruz.

Marka deyince aklınıza ilk olarak ne gelmektedir hiç düşündünüz mü?  Sizce nedir bir marka? Kimi zaman en beğendiğimiz arabadır ya da bazen üstümüzden çıkarmadığımız kotumuzdur. Aslında hayatımızda yer alan her şey, düşüncelerimiz bile bir markadır. Bir ürünün tanınıp bilinmesi onun marka olmasını sağlar. Hatta o ürünü ilk olarak hangi isimle tanımışsak benzerlerine de o marka ile hitap ederiz, tıpkı traş bıçağına jilet Gilette, kâğıt mendile Selpak ve granül kahveye de Nescafé dediğimiz gibi… Bir de her markanın kaçınılmaz bir markalaşma süreci vardır ki buradaki amaç markanın toplumda tanınıp bilinmesi insanların algısında kabul edilmesidir. 

Geçtiğimiz haftalarda katıldığım Joseph Çiprut tarafından sunulan bir seminerin konusu da  “Yahudiliğin Markalaşması” idi. Çiprut bir yandan markanın bilimsel boyutundan söz ederken diğer yandan da marka itibarımızı, bu itibarın korunması ve geliştirilmesi için önerilerden söz etti. Etrafımızdaki her şeyin bir marka olduğunu kabul edersek Yahudilik de aslında ortak markamız olarak göze çarpmaktadır. Beğendiğimiz markaların her geçen gün yeni ürünlerini takip ederken kendi markamızın itibarını ne kadar takip ediyoruz? Markamızın duygusal ve rasyonel boyutlarından ne kadar haberdarız ve bunları ne kadar toplumla paylaşıyoruz?  Bu sorular aslında bu marka bünyesinde olan bütün ürünleri kapsıyor, ister dine bağlı ister kendinizi daha uzak hissedin, herkes sizi özünüzde bu marka ile tanıyıp biliyor. Toplum içerisinde yaptığımız her harekette nasıl bir marka bilinci taşımaktayız? Yaptığımız en ufak bir yanlış ne yazık ki o markanın diğer ürünlerini de etkilerken olumlu hareketlerin de önünü kesebiliyor. En basitinden Yahudiler genelde dürüst insanlar dediğinizde sizin bu davranıştan farklı bir tavır göstermeniz kendinize olduğu kadar marka itibarınıza da zarar veriyor. Hele bir de karşınızda çeşitli kanallardan dezenformasyona uğrayan bir hedef kitle varsa sizin çok boyutlu bir iletişim stratejisi ile farklı pazarları hedeflemeniz gerekiyor.

Gelişen iletişim mecraları artık markanızı sadece toplumda değil bir de sanal dünyada da korumanız gerektiğini gösteriyor. Marka değerimizi korumak sosyal medyada aleyhinize çıkan her türlü habere nasıl tepki verdiğiniz bunlara karşı nasıl bir tavır sergileyip doğru habere nasıl ulaşılmasını sağladığımızdır. Aslında birkaç senedir Türk Musevileri tarafından yapılan çalışmalar da bir anlamda marka itibarını arttırmaya yönelik olarak kabul edilebilir. Özellikle her sene yapılmaya başlayan iftar yemekleri, kültür turları, ortak toplantı ve ziyaretler markanın hem bilinirliğini arttırırken hedef kitleye de direkt ulaşımı sağlamaktadır. Bütün bu faaliyetlerdeki amaç ortak yönlerimizi tanıyıp, anlamak ve farklılıklarımıza da saygı duymaktır.

Markamızın sadece bilinirliği bizim için yetmez, sonuçta bir marka iyi veya kötü olsa da bilinir. Burada ise devreye markamızın imajı girmektedir. İmajımız kısa vadede kendimiz lehine bir bakış açısı oluşturup etkileme iken uzun vadede ise güven kazanmayı gerektirir. 1990’lı yılların başında Jak Kamhi ile başlayan imaj çalışmalarımız uzun yıllar olumlu meyvelerini verirken değişen hedef kitle, şartlar kendi içimizde de bir imaj değişikliğini gerektirmektedir. Artık yeni aktörlerin sahneye çıkıp bu imajı topluma tanıtması gerekmektedir. O dönemlerdeki hoşgörü imajının yerini birbirine saygı ve eşit vatandaşlık almıştır. Ancak bunun arkasında bu imajı besleyen başka faktörlerimizin de olması gerekir. Örneğin daha fazla toplumda görünürlük, sosyal sorumluluk projelerine daha fazla katılım ve kendimizi daha çok aktörle ifade edebilecek ortamların oluşturulması…   

Her marka kimi zaman kriz dönemleri geçirebilir, hedef kitlesi ile sorun yaşayabilir. Asıl önemli olan bu uzun soluklu koşuda algılarda nasıl bir marka olarak hatırlandığınızdır. Geçtiğimiz hafta yapılan bu seminer cemaat olarak nasıl bir marka imajımızın olduğunu anlama fırsatını bize verirken imajımızı nasıl güçlendirebiliriz konusunun da tartışılmasını sağlamıştır. Şartlar değiştikçe markamızın inovasyonunu sağlamak, markamıza iyi ve kötü günde yatırım yapmak ayaklarımızın yere sağlam basmasını sağlar. Kim ne derse desin biz kendimizi biliyoruz dememiz yetmez, güvenli bir gelecek için çıkış yollarımızdan biri de kendi imajımıza marka penceremizden bakmaktan geçmektedir. “ Su yolunu bulur” demek yerine bundan sonra “Türk Yahudiliği” markamızın bilinçli bir şekilde yönetimini yapmalı en güçlü özelliklerimizi ön planda tutup markamızın başkaları tarafından sahiplenmesine izin vermemeliyiz. Hanımlar, Sefarad yemeklerimizle markalaşmaya ne dersiniz? Ya da beyler toplumun bizi tanıdığı gibi Türk Yahudilerinin ticari başarılarını ve pozitif özelliklerini anlatmak istemez misiniz?  Peki ya Yahudi fıkraları; birileri bizim fıkramızı yapacağına biz neden kendi fıkralarımızı yaratmıyoruz?  Markalaşmak için geç kalmış değiliz, siz de bu markanın bir paydaşı olarak düşünün, neleri ilk biz başardık, farklılıklarımız neler? Hep beraber hayata geçireceğimiz fikirlerimizle Türk Yahudiliği olarak markalaşacağız…